Ağzımda hala patlayan bir şekerleme tadı var, Çocuk gibi attığım kahkahaları kar biliyorum acı çöktüğü zaman üzerime, Keyif ihtimali olan hiçbir anı kaçırmıyorum ondan, Kabullenemediğimi kabullenmeme, göremediğimi görmeme yardım et. Çok korku geldi bir anda, Çok keder, çok yorgunluk, yılgınlık geldi kalbimin kapısına. Eskilerin son tortularıyla birleşti hepsi, Dayanamadım, Eski kalkanımı geriye taktım. İçime kaçtım, dünyadan kaçtım. Yok sevgilim, bu eski kalkan üzerime dar geliyor artık. Kalbimin kasları kalkanımdan daha geniş, hissedebiliyorum. Söküyorum bu vidalarını teker teker. Senelerdir göğüs kafesimde bir inşaat var, Ellerimle toprağımı kazıyorum, Unuttuğum koşulsuz kabule ulaşmak için. Bazen bir arpa boyu ilerleyemediğimi sanıyorum sonra bir bakıyorum ki bambaşka bir tepeye tırmanmışım... Ben kendimi olduğum gibi kabul ediyorum sevgilim. İstersem ağlarım kendi omzumda, İstersem çırılçıplak kalıp; yazarım tüm duygularımı, İstersem hata yaparım yeniden yeniden. Ellerimi kendime sarılma nöbetine koydum, Ölçtüm, kollarımla sırtıma kadar sarabiliyorum kendimi. Ve dedim ki: O kalkan göğüs kafesime bir daha yerleşmeyecek. Gücümü geri alıyorum. Gücümü kalbime veriyorum. Sat nam. ✨
0 Comments
Sevgilim, 10 sene önce, ben, bu ben olduğumu unutmuşken, ‘Hayattan bir türlü tatmin olamıyorum’ demiştim. ‘Ne yapsam olmuyor. Çocukluktan beri soruyorum bunu. Benim hayat amacım ne?’ Sonra olaylar gelişmişti hızla... . Şimdiye geldiğimde... Hayatı, cesaretle (yani zaman zaman zorlanmama ve korkmama rağmen) ruhumun çağrısı doğrultusunda yürümek ve her an kendimi yeniden coşkuyla keşfetmek üzere yaşıyorum. Benim hayata verdiğim anlam bu. . Derinden ettiğim bir dua var: Deneyimlerime nötrden ve ruhumun istediği şekilde şefkatle yaklaşabilmek ve hayattan özgürce keyif almak... Bunun için ruhumla bağımı (yöntemi herkes için bambaşka olabilir) her gün yeniden hatırlamak. . Olay anladığım kadarıyla şöyle: Bir öz benliğimiz yani ruhumuz var. Bir de temelde 5 yaşına kadar, bazısı sonradan edindiğimiz kimliklerimiz. Hep tutunduğumuz kimliklerden (evet, yoga eğitmenliği, spiritüel, sevgili, eş, anne, baba vs. kimliğinden de) özgürleşip, ruhun çağrısını duymak, birilerine benzemek zorunda hissetmeden (buna kendi rehberlerimiz ve öğretmenlerimiz de dahil), çevremizdeki her şeyin guru (karanlıktan aydınlığa taşıyan öğretmen) olduğunu bilerek özümüzle hizalanmak, özümüzü işitir ve duyduklarımızı uygular hale gelebilmek... Bu yolculuğun ana çerçevesi böyle gibi geliyor bana... . Bilincin uygulanması ve sende somutlaşması... . Kendi özüne bağlı, özgünlükle ruhunun çağrısını yaşayabilmek. . Peki ruhun çağrısının ne olduğunu nasıl bileceğiz? Sat Dharam bugün bununla ilgili formülünü paylaştı: ‘Ruhunun çağrısı sana neşe veren, hayatına anlam ve tatmin duygusu kazandıran, yetenek ve kabiliyetlerini kullandığın eylemleri takip etmektir’ dedi... . Yogi Bhajan şöyle soruyor: ‘Ruhunun çağrısı nedir? Çağrının, bulunduğun noktaya mesafesi nedir ve bu mesafeyi nasıl yürümeyi düşünüyorsun? . Peki sen? :) Seni neşelendiren, anlamlı bulduğun, yeteneklerini kullandığın ve bu üçünü buluşturduğun alanlar ne olabilir? Ruhun seni nereye davet ediyor? . Güzel bir Pazar sorgusu. 😊☀️ Sevgimle, Sat nam. Karşımızdakinin aynamız olduğu ve bizi tetikleyen davranışların şifalanmak, görülmek isteyen yaralarımıza işaret ettiği spiritüel rehberlikte sıkça tekrar ettiğimiz bir kavram. Kundalini Yoga’da ‘ilişkinin en yüksek yoga’, ‘hayatın bir kriya’ olduğunu kendimize sıklıkla hatırlatırız... dağ tepelerindeki inzivalarda değil hayatın içinde pişmeyi, hayatı bir meditasyon olarak yaşamayı seçtiğimiz, buna inandığımız için. Özellikle ilişkilerde sorun yaşanırken karşımızdakini suçlamak yerine kendimize dönüp ‘Acaba ben neden böyle bir durum yarattım? Buradan öğrenmem gereken nedir? Nasıl bu alanda genişleyebilirim?’ diye kendimize sormaya çalışırız. Konuya bilinç getirerek edindiğimiz içgörüyü hayatımıza dönüşüm olarak yansıtmak isteriz çünkü. Buna Kundalini Yoga’da ‘uygulanmış bilinç’ diyoruz. Öte yandan fark ediyorum ki bunu yaparken içine düştüğümüz birkaç çukur var: - Kendini her şey için sürekli olarak suçlamak, iğnelemek ve buradan suçluluk ve utanç duygularını beslemek - İlişkiyi öğretmen olarak gördüğümüz için ‘kendimize rağmen’ kalbimizde derin yaralar açan bir ilişkiye tutunmak Ve aslında bir nevi bağımlı hale geldiğimiz ilişkiden kopmak istememenin perdesi haline getirmek bu yaklaşımı... Burada şunu sormak gerekiyor belki de: Evet, karşımdaki benim ve bu davranışından tetiklendim. Peki ben bu konuda öğrenilmişliklerimden özgür olarak ne istiyorum? Bu bana kendimi nasıl hissettiriyor? Ve bu şekilde bir davranışı nötrden bakarak hayatımda istiyor muyum? Bunun dönüşmesi için nasıl adım atabilirim? Bu sorular ‘kendine özen gösterme’, ‘kendine sahip çıkma’ ve ‘kendine bakma’ pratiğinin de önemli adımları. Kendini sevmenin yolu buradan geçiyor. Sat nam. Ellerimi gökyüzüne uzattım, Parmaklarım yıldızlara değdi. Üstüm başım yıldız tozu. Göğüs kafesimin tam ortasından bir ağaç çıktı sen yokken biliyor musun? Dallarına, parmaklarıma takılan yıldızları taktım. Sen görmedin, keşke görseydin. Ben ağaçların boşluklarına hep minik kapılar yapmayı hayal ederim ya; Göğsümdeki yıldızlı dalları olan ağaçtan yapabilirim artık. Ne zaman bir oyuk görsem bir insanın içinde, Elime aşktan bir tebeşir alıp dev bir kapı çizdiğimi de hayal ediyorum sık sık. İçeri ışık süzülüp girsin diye. Çıkış kapılarını bilmekle o kapılardan çıkmak arasında zamansız bir zaman var, artık anladım. Herkes kendi adımından, kendi kapısından, kendi çıkışından sorumlu. Biliyorsun gökkuşağını sabırla beklemeyi severim. Ve her şimşek beni ilk defa görüyormuşum gibi heyecanlandırır. Bulutların üzerinde sırt üstü keyiflendiğimi, Ve bir gün denizin de gökyüzü gibi yıldızlanacağını hayal etmek beni çocuk gibi neşelendirir. Ben ellerimi gökyüzüne uzattım, sen yoktun. Ve tılsımlandı karanlığım yıldızlarla. Bir görsen her yanım yıldız tozu. Yıldız çekiyorum içime, Ve yıldız veriyorum kalbimdeki ağaçtan dışarıya. Dışarısı içim, İçim yıldız. Gülümsüyorum her gördüğüme. Her şey yıldız tozu çünkü artık, Üstüm, başım ve geriye kalan her şey. Aydın-İstanbul Haziran 2019. Uzun zamandır bir manzarayı izliyorum... içimde... göğüs kafesimde... çevresinde dönüp dolaşıp tanımlamaya çalıştığım, yükseldiğinde canım acıdığı için hemen gidermeye uğraştığım, ne zaman bitecek diye sorup durduğum yoğun bir kütleyi, bir tepeyi... izliyorum sabırla... ağır. soğuk. hareketli. Çıkılması imkansız dev bir kayaya, çıplak elle tırmanan bir adamın belgeselini izlemiştim. Önce senelerce kayayı keşfediyor, o kaya üzerinde çalışıyordu. . ‘Ben bunu mümkün değil yapamam’ düşünceleri ile boğuşmuştum bütün belgesel boyunca. ‘Ne olur ölmesin! Ne olur ölmesin!’ İçimdeki o kütleye, aynı o kayaya tırmanmaya hazırlanmış adam gibi senelerdir hazırlandığımı hissettim dün. Hazır olduğumu ve artık o yanımın ölümünü kabul ederek bu yolu yürüyebileceğimi. Ve zamansız bir zamanda izlemekten vazgeçip içine girmeye, sınırlarını aşmaya ya da üzerine tırmanmaya cesaret ettim o kütlenin. Tanımaya çalışmadan oturdum sadece. Göğüs kafesimden ipe tutunup karanlık bir kuyunun içine dalmak ama her aşamada tamamen güvende olduğunu hissetmek gibiydi. Dalga dalga hisler kaplarken bedenimi, nefes alırken derinleşmeye, nefes verirken o alanı özgür bırakmaya geçtim. Buna basitçe izin verdi kalbim. Ve sonrası boşluk oldu. Sonrası kurtuluş hissi. Sonrası veda. İyileşmeyi yürümek böyle oluyormuş demek ki dedim. Elime kalemi kağıdı alıp biraz resmini çizdim. Hafifledim. Sat nam. İstanbul, Temmuz 2019. Sabır beklemek değil, bilmektir.
Sana ait olanın sana geleceğini, Kendini görmek için yola çıkanın karşılanacağını, Masumiyetine sarınanın yolda sevgiyle kucaklanacağını, Güvenmeyi bilmek... ...Güvenmeyi bildiğinde rahatlarsın. Ve rahatladığında ‘ol’masına, ‘ol’maya izin verirsin. Böyle kıvrıla kıvrıla sonsuza doğru gider yol. Her adımda hafiflersin. Aşkla. Sabırla. Senin bilmediğini evrenin bildiğine güvenerek. Gerçeğin içinde. Ve... Gerçek senin içinde. Kalbim söyledi: Hiçbir şey gezegenlerin laneti değilmiş, sevgiymiş her şey, sevgidenmiş. Siyah ve beyazı ararken, Gride, arada derede, bil(e)mediğimde ağırlanmak, hayatı ağırlamakmış dersim. O hiçbir kesin çizginin olmadığı, Ve her şeyin mümkün olduğu yerde, Esnedikçe genişleyebilmek, Kabul ettikçe yardım bulmak, Kasılınca kırılmak, Kırıldığım yerden usul usul törpülenmekmiş. Bilmediğimi kabul etmek, Sınırsız benliğimden sınırlar çekebilmek, İkisi arasında dengeyi bulabilmekmiş. Sabretmeyi ezberlemek, sabrederken çelik gibi olmakmış. Yumuşadığım yerden güçlenmek, Güç zannettiğimi kaynağa teslim etmek, Ama hep hizmet etmekmiş. Önce kendi kaderime sonra zaten ben olan her şeye. Özgünlüğümle özgür olmak, Önceden belirlenen sınırları unutmak, Rotayı sezgime bırakmak, Dümeni kaynağa güvenle emanet etmekmiş. Ne dersmiş ama sevgili yahu, ne dersmiş... 🌻 Akıl almaz ancak kalp bilir olurmuş. Ancak o zaman olurmuş. Ancak o zaman olurmuş. ♥️ Sana göndermediğim mektuplarla dolu çekmecem.
Söz geçirmez duvarlar varmış, senden öğrendim. Ama, hayır, artık kelimelerini sildim zihnimden dedi bir dostum dün. Sen de denesene...? Ama denemezsin, Hayır, denemezsin, Artık denemezsin. Kuşlar da senin şarkını söyletmez oldu. Bulutlar senden bahsedince sus pus oluyor. Kalbimin kırıklarını dize dize şiir yapıyorum ve Çizgilere basmadan yürümeye çalışıyorum hala bazen sokakta. Kulağımda tıngır mıngır bir gitar Seni dizelere bölüp sindiriyorum. Sokak kedileri ben ne yaşarsam yaşayayım huzurla uyuyor bankların üzerinde. Onlara hep çok özeniyorum. Bana öğretsinler istiyorum: Kirli, evsiz, belirsiz ve huzurlu, özgür uykuları. Sana göndermediğim mektuplarla dolu çekmecem. Bu da onlardan biri. Ama almazsın sen o mektupları. Hayır almazsın. Artık almazsın. İstanbul, Temmuz 2019. Şu göğsümdeki kemikten kafes var ya, Daralan ve genişleyen, Kalbimi içinde taşıyan, İçi neşeyle, yasa, çoklukla, yokluğa yuva olan o kafeste, Kuşlar besliyorum senin, benim, bizim için. Rüzgarla ellerimi gönderiyorum sana, Gün batımında turuncuya dönen nefesimi. Hayalim saçlarında dans ediyor Evren ritim tutuyor ben düşe düşerken. Gözlerim sana ağlarken bir çiçek ektim bugün saksıya, Sen, sen diye kaç ömrün yasını tutuyorum acaba sevgilim? Çağırdım zamanlar öncesinden gelen acılarımı, Çıkın dedim saklandığınız, ağrıdığınız yerden Kafesim size yetecek kadar kanatla doldu. Ay, tuttu elimden, alnımın tam ortasından, kafesimin kemiklerinden Kollarım, bacaklarım geride yükselirken göğe Yeni ben çıktı ektiğim tohumlardan. Çatlıyorum şimdi kabuğumdan. Ağrı ondan, ağrı ondan. Tutulan yaslar yeni kuşlar doğuruyor göğsümün kafesi için ...senin, benim, bizim için, Yaşananlar boşuna yaşanmış olmasın diye Kuşları besliyorum, salıvermek için başkalarının göğüne. Yasların yerini binlerce kanat alsın diye. İstanbul, Temmuz 2019 Kendimi bildim bileli gündemimde ‘aşk’ var. Yani sevgili, benim bu hayatta en sadık olduğum okul aşk... İlk kez 2,5 yaşında anaokulunda aşık olmuştum. Öyle tatlıydı ki bunu hissetmek o an aşka aşık olduğumu çok net hatırlıyorum. Ondan beridir hep bir ilişki temasıyla yaşıyorum. Boş yok... 🙅🏻♀️ Oldu, olmadı, olacak mı, neden böyle oldu, neden olamıyor, oldurabilir miyim, olmazsa ne olur, benim neden olmuyor, olsa nasıl olurdu, geç mi kaldım, çok mu erken? Bir arkadaşım bir karikatürden bahsetmişti. İki toplum çizilmiş yan yana; birisi sürünüyor diğeri uzay teknolojisinde yaşıyor. Sürünen toplumdaki, diğerine soruyor: ‘Abi, siz nasıl bu hale geldiniz?’ diye. Yanıt şöyle geliyor: ‘Dostum biz ilişkilerden konuşmayı bıraktık...’ 😁 İspanya’daki Canlılık ve Stres modülünde bağımlılıklar üzerinde çalışırken birden fark ettim ki ilişkilere bağımlılığım var. (Ani farkındalıklar Kundalini Yoga’nın işi biliyorsunuz.) 🌱 İçimde bir ben var, dışarıdan duygusal olarak beslenmeye mecbur olduğunu, beslenmediğinde kuruduğunu, öldüğünü düşünüyor. Ve öyle çok korkuyor ki yalnızlıktan... Belki de en büyük korku bu içimde kol gezen. İnsanın yaşadığı temel stres ‘ait olmaya duyduğu özlem’miş. Tüm bağımlılıklar bu özlem dolayısıyla dallanıp budaklanıyormuş... bu farkındalığımın üzerine yine bu eğitimde öğreniyorum, bağımlılığıma yeni bir bakış açısı olarak... . İşte hal böyle olunca o ‘ben’i ‘karşıma alıp’ sordum: ‘Peki hep özgür olmaktan bahsediyorsun ya seni bundan nasıl özgürleştirebilirim?’ Yanıt şöyle geldi: Özgür olmak, ‘kendi akışında’, ‘kendi merkezinde’ kalabilmektir. Çapayı kendi kalbine atıp, geminin, yani bedeninin, zihninin sahibi olmaktır. İlişkinin içinde de özgür olabilir insan. Bunun için tek şart, kişinin kendi kendine yetebilmesidir. Bunun için tek şart ise: Kendini tanımaktır. Kendini tanımak özgürlüktür. Sınırlarını bilmek ve esnetmek, kendinle hiçbir yanından kaçınmadan vakit geçirebilmektir. Meditasyonda kavuştuğun kabul dolu boşluktur özgürlük. Biriyle bir araya geldiğinde çoğalmak, genişlemek ama yaşamaya devam etmek için buna ihtiyaç duymaktan, bu yoksunluk hissinden vazgeçmektir. ‘Bencil’ olmaktır bir yerde. Kalpte oturanın bencilliği kimsenin alanına müdahale etmez, kimseden bir alacağı, saklayacağı yoktur. Vermekten çekinmez, verirken beklentiye girmez. Kendi rotasında yürürken kendisine yoldaşlık edene sarılıp bazen birlikte, zaman zaman da yine yolunu, hayallerini, kendini seçerek yürümeye devam eder. Kendinde kalmaktır yani özgürlük. Kendinin en iyi dostu olmaktır. . İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta. Ölüm bizi ayırana kadar. :) Belki bir ara cesareti de konuşmak gerekir özgürlükten bahsettiğimizde yani. Özgürlük, cesaret gerektirir. Cesaretse, kalpten gelir. Sat nam. |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |