Bu mesajı okuyan canım kadın bu mantra senin için.
Eril enerjinin hakim olduğu uzun yüzyıllar boyunca erkeklere ve kendine güvenmemeyi, kendini her şeyden ve herkesten sakınmayı, kendini hep savunmada ve korumada tutmayı öğrendin. Başında hep biri olsun istendi, sen de belki buna bilinçaltından da olsa doğru olduğuna inandın. Elmanın yarısının kendi içinde olduğunu unuttun ve onu dışarıda aradın. Utanmayı, suçluluk duymayı öğrendin. Susmayı öğrendin. Güzel olmak zorunda hissettin kendini toplumun sana dayattığı şekilde. Sat Hari bu mantrayı bana iki yıl önce verdi. İlişkilerimde yaşadığım iniş çıkışlar, beklenti olmalı mı olmamalı mı, kalmalı mıyım yoksa kaçmalı mıyım soruları, güvenmek ya da güvenmemek arasındaki gidiş gelişlerim ve içe kapanışlarım, sonra açılışlarım yani benim minik dualitelerim, çelişkilerim üzerinde çokça çalıştığım bir konu. Sıkça paylaşıyorum bunu seninle yazılarımda ya da derslerimde biliyorsun. Sat Hari bu mantranın tam bunun için şifa olduğunu çünkü sözün her şey olduğunu anlattı bana ve 40 gün boyunca 11 kere her gün tekrar etmemi söyledi. Hevesle başladım ve kadınlığımla ilgili derin farkındalıklar gelmeye başladı. O zaman 20 gün ilerleyebildim. (Her zaman iyi bir öğrenci olamıyorum gördüğün gibi. Özellikle de direnç kuvvetliyse.) Gerçekten her şeyi görme cesaretim yoktu. Ama mantranın mucizevi olduğunu içimin ta derininden biliyorum ve bunu mantrayı tekrar etmeye yeniden başladığım şu zamanda da bir kez daha görüyorum. Diyeceğim o ki, seninle de paylaşmak istedim bu hazineyi. Sıkıştıysan ilişkilerinde, dişi yönünle ilgili (ve bunun hayata yansımaları sadece cinsiyet olarak kadın olmak değil, kapsayıcı, yaratıcı olmak, teslim olabilmek) denge arayışındaysan bunu deneyebilirsin. Guru Ram Das tarafından yazılmış bu mantra ruhuna ait zarafetin açığa çıkacağı kutsal bir alan yaratıyor. Ayrıca, mantranın etkilerini gördükçe anlıyorum ki bu pratikte sadece kendin için değil tüm kadınlar için çok şifalı bir çalışma yapmış olacaksın. Mantranın okunuşunu şu linkten dinleyebilirsin: https://www.youtube.com/watch?v=nZk7IxCdndc&t=1223s Ya da enstrümanlar eşliğinde dinlemekle işe başlayabilirsin: https://www.youtube.com/watch?v=1F2fqzvDDXE https://soundcloud.com/brighton-lynscot-kimbell/sets/so-purkh Çevirisini ise şöyle yapmaya çalıştım: Raag aasaa mehela chauthaa So Purkh, Ik ong kar sat gur parsaad Yaratıcı ile Bir’im, biliyorum. Bu, Gerçek Guru’mun bana armağanı. So purkh niranjan har purakh niranjan har agmaa agam apaaraa. Yaratımın Kaynağı kusursuz saflıktadır. O, mükemmeldir. Her şeyin içinde ve her şeyin ötesindedir. Sabh dhi-aavaheh sabh dhi-aavaheh tudh jee har sachay sirjanhaaraa. Ey Gerçek Yaratıcı, herkes, tüm ruhlar senin adın üzerine meditasyon yapar. Sabh jee-a tumaaray jee too(n) jee-aa kaa daataaraa. Tüm ruhlar Sen’inle birdir. Tüm ruhlar Senin kaynağından gelir. Har dhi-aavahu santahu je sabh dookh visaaranhaaraa. Ey Aziz olanlar, Ey Azizeler Yaratıcı’nın adı üzerine meditasyon yapın ve tüm acılar uçup gidecektir. Har aapay thaakur har aapay sayvak jee ki-aa naanak jant vichaaraa. Tanrı’nın kendisi Usta’dır. Tanrı’nın kendisi Hizmet edendir. Ey Nanak, O’nun karşısında herkesin eli boştur. Too(n) ghat ghat antar sarab nirantar jee har ayko purakh samaanaa. Kalbimin her atışındasın. Tüm kalplerdesin. Ey Yaratıcı, Sen, herkesin içindeki Birlik’sin. Ik daatay ik bhaykhaaree jee sabh tayray choj vidaanaa. Bazıları verir, bazıları alır. Bu Sen’in oyunundur. Too(n) aapay daataa aapay bhugtaa je ha-o tudh bin avar na jaanaa. Veren de Sen’sin, alan da Sen. Hepsi Sen. Too(n) paarbrahm bay-ant bay-ant jee tayray ki-aa gun aakh vakhaanaa. Sen ki bütünün Yaratıcı’sısın, ebedi ve Sonsuz. Erdemlerini tarif edecek kelimem yok. Jo sayveh jo sayveh tudh jee jan naanak tin kurbaanaa. Ey Yaratıcı, Nanak’ın canı sana hizmet edenlerin ve Sana sonsuza dek hizmet edenlerin yoluna feda olsun. Har dhi-aavaheh har dhi-aavaheh tudh je say jan jug meh sukhvaasee. Yaratıcı’nın adı üzerine meditasyon yapın. Meditasyon yapın ve bu dünyada ruhunuz huzura kavuşsun. Say mukat say mukat bhaa-ay jin har dhi-aa-i-aa jee tin tootee jam kee faasee. Yaratıcı’nın adı üzerine meditasyon yapın ve özgürce yaşayın. Özgürce yaşayın ve boynunuzdaki ölüm ilmiğinin anlamsız olduğunu bilin. Jin nirbha-o jin har nirbha-o dhi-aa-i-aa jee tin kaa bha-o sabh gavaasee. Korkusuz Olan’ın, Korku Nedir Bilmeyen Yaratıcı’nın adı üzerine meditasyon yapın ve korkudan özgürleşerek yaşayın. Jin sayvi-aa jin sayvi-aa mayraa har jee tay har har roop samaasee. Hizmet edenler, hizmet edenler, Har (Yaratıcı) ile birdir ve onlar İlahi görünür. Say dhan say dhan jin har dhi-aa-i-aa jee jan naanak tin bal jaasee. Har (Yaratıcı) üzerine meditasyon yapanlar kutsanmıştır. Hizmetkar Nanak’ın canı onlara feda olsun. Tayree bhagat tayree bhagat bhandaar jee bharay bi-ant bay-anta. Sana adanmak, sonsuza dek dolup taşan kıymetlilerin de kıymetlisi bir hazinedir. Tayray bhagat tayray bhagat salaahan tudh jee har anik anayk anantaa. Ey Sevgili, yolunda yürüyen aşıklar, seni sonsuza dek ve ebediyen över. Tayree anik tayree anik karahi har poojaa jee tap taapeh jaapeh bay-antaa. Senin için, yalnızca Senin için sayısız puja yapılır, sayısız kişi ebediyen senin adını tekrarlar ve kendisini terbiye eder. Tayray anayk tayray anayk parheh baho simrit saasat jee kar kiri-aa khat karam karantaa. Senin için, yalnızca Senin için sayısız kişi Smritleri ve Shastraları okur. Kriyalar ve seramoniler gerçekleştirir. *Shastra: Hinduizm’in hem laik hem de dini kanunlarıdır. *Smrit: Sanskritçe’de hatırlanan/korunmaya değer şey anlamına gelen Hindu kutsal metinleri Say bhagat say bhagat bhalay jan naanak jee jo bhaaveh mayray har bhagvantaa. Ey Hizmetkar Nanak, Tanrı’yı memnun eden o aşıklar yücedir, yücelmiştir. Too(n) aad purakh aprampar kartaa je tudh jayvad avar na ko-ee. Esas Olan Sen’sin, her şeyin en göz kamaştırıcı Yaratıcısı’sın. Senin kadar büyük olan hiçbir şey yoktur. Too(n) jug jug ayko sadaa sadaa too(n) ayko jee too(n) nihachal kartaa so-ee. Zamanın başından sonuna dek ve zamanın ötesinde, Sen daimi ve gerçek Yaratıcı’sın. Tudh aapay bhaavai so-ee vartai jee too(n) aapay karahi so ho-ee. Her şeyi Gerçekleştirensin ve her şey Senin İradenle hayat bulur. Tudh aapay srist sabhu upaa-ee jee tudh aapay siraj sabh go-ee. Tüm evreni yarattın. Onu yerle bir ettin ve yeniden yarattın. Jan naanak gun gaavai kartay kay jee jo sabhsai kaa jaano-ee. Hizmetkarın Nanak, sevgilisi olan Yaratıcı için sonsuza dek ve ebediyen övgü şarkıları söyler. Yaratıcı, tüm ruhların içindekini Bilen’dir. Wahe Guru. Wahe Guru. Wahe Guru.
1 Yorum
Yogi Bhajan’ın 80’li yıllardan başlayarak öğrettiği 30’u aşkın yoğunlaştırılmış Kundalini Yoga kriyasından oluşan Yeniden Doğum setlerinden bu yıl yapacağımız 2. çalışma Ev Temizliği-II. Bilinçaltının mesajlarına beynin verdiği tepkileri düzenlemek üzere Yogi Bhajan’ın hazırladığı bu akışta uygulayanların sistemi tamamen yenileniyor.
‘İçimizde üç yönümüz var: Melek, canavar ve insan. Bunun tedavisi var mı? Buradan bir çıkış var mı? Evet, buradan bir çıkış var ama cesaret göstermeniz gerekiyor. Bunu yapacak cesarete ve güce sahip olmalısınız. Hayatın ana fikri korku üzerine kurulduğunda mutluluk nasıl var olabilir? Dünya ne kadar basit bakın: Her şeyi kendiniz için yapmak zorundasınız, sonra bunu sürdürmek sonra da korumak zorundasınız.’ Yogi Bhajan’ın uygulayacağımız kriya öncesinde yaptığı konuşmadan diğer parçaları okumak isterseniz buyurun aşağıdaki metne. Sizin için öğrenerek, hayranlıkla ve kalbim pır pır çevirdim. Matlarda kavuşmak üzere. Sat nam. EV TEMİZLİĞİ II …İnsan hayatını korku ile yaşıyor. …Çoğunlukla çaresizlik ve korkunun rehberliğini alıyoruz ve çaresizliğin yoldaşa ihtiyacı vardır. Size şunu söylememe izin verin: Hayatta, kime aitsiniz, hangi felsefeye sahipsiniz, ne söylemek ya da ne hissetmek istiyorsunuz hiç fark etmez – her daim yalnız kalacağınızdan, reddedileceğinizden, sevilmeyeceğinizden, yoksul olacağınızdan ve yarın aç kalacağınızdan korkuyorsunuz. Kimse sevgi alanından hareket etmiyor. Bakın, bunu söylemek beni üzüyor ama, beş milyar insanız ve Tanrı ya da Tanrı’nın ne olduğu hakkında en ufak bir şey anlamıyoruz. Elimizde yüzleşeceğimiz bir sonuç ya da anlatacağımız bir hikaye bile yok. Hepsini Tanrı yapıyor; biz ise her şeyi biz yapıyoruz gibi hissediyoruz. Hayat güvensizlik ve korku üzerine kurulu. Güvensiz olduğunuzda ya da korku içinde olduğunuzda bu anlaşılabilir, bunda sorun yok, bu sizin hayvan yanınızdır. Hayvan her zaman güvensiz ve korku içindedir… Bizim için de bu böyle. …Hayatın ana fikri korku üzerine kurulduğunda mutluluk nasıl var olabilir? Kitaplarınıza, banka hesaplarınıza, politik gücünüze ya da dini kanılarınıza girmek istemiyorum. Bunlarla hiçbir işim yok. Yalnızca hayati ve en temelde bulunan bir durumla ilgilenmek istiyorum; o da herkes korkuyor ve herkes korku ile hareket ediyor. Korku ile hareket ettiğiniz sürece uzlaşmak zorunda kalırsınız. Korku, menzilinizi kısa vadeli hale getirir. Kısa vadeli, dar düşünmeye başlarsınız, kendi gemisini kurtaran kaptan olursunuz. Sadece hayatta kalmaya odaklanırsınız ve bu ‘şimdi’de hayatta kalmaya çalışmak anlamına gelir; bu da her insanı aptallaştırır, nokta. Geniş olan bir menzil, daraldığında nasıl bir etki yaratır, bunu anlıyor musunuz? Bu odaya bakın. Bu oda, oturduğum koltuk kadar kalırsa hepinize ne olur? Geniş olan bir alan daralırsa ne olur bir fikriniz var mı? Çocuklarımızla hedeflerimiz kısa vadeli, dostlarımızla hedeflerimiz kısa vadeli, ilişkilerimizde hedeflerimiz kısa vadeli, sevgimizde hedeflerimiz kısa vadeli. Her şey kısa, küçük ama biz büyük konuşuyoruz. …Hayatımızda danışmanlarımız var. Onlara para ödüyoruz onlar da bize danışmanlık veriyor. Ama danışmanlık nedir biliyor musunuz? Bir koltuğa uzanır ve hikayenizi anlatmaya başlarsınız. Sizi dinleyen kişi de ‘Hı-hı, hı-hı’ der. Bu bir mantradır. Sonra biraz daha ‘Hı-hı, hı-hı, evet, tamam’ ve biraz daha ‘Evet’ der. Kırk beş dakika sonra siz yorgun düşer ve içinizde biriken her şeyi çıkardığınızı hissedersiniz ve haftaya yeniden koltuğa dönersiniz. İşte geldiğimiz nokta bu. Bana, ‘Sen neden aptal gibi gidip böyle bir şey yaptın? Bunu nasıl yaparsın? Bak bu senin bilinçaltın bu da senin bilincin. Tepeden tırnağa sen busun ve işte çıplaksın. Bırak bunları, bitir gitsin!’ diyen bir tane danışman gösterin. Bunu yapabilecek biri var mı? Bana bir tane gösterin haydi. Öğrencim bana ‘Sen!’ diyor ama ben ‘Yok ya!’ diyorum. …Her akşam içki içmek, bir filme gitmek ve bir şeyler yapmak zorundasınız çünkü mabatlarınızı oturmak için henüz eğitmeniz. Harekete geçemiyorsunuz çünkü buna haliniz yok… Korku ve acı alanından hareket ediyoruz. Biz kabul edene dek trajedi o kadar da büyük değildi. Asıl trajedi biz onu kabul etmeye kalktığımızda başladı. …Meditasyon yapmıyoruz ve bu yüzden de cesaretimiz yok. Bir felaket, bir zorluk ya da bir başka şeyle karşılaştığımızda nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz. Tepkisel hale geldik. Tepkisel olan insan iki ayak üzerinde duran bir hayvandır. Makyajını, unvanlarını, diplomalarını, işini, dinini, zarafetini ve statüsünü unutun gitsin. Hayvan tepki verir, nokta. İnsan, rasyoneldir, bir bütün ve rasyoneldir. İçimizdeki melek kusursuzdur. İçimizde üç yönümüz var: Melek, canavar ve insan. Üst benlik, al benlik ve orta benlik. Bunun tedavisi var mı? Buradan bir çıkış var mı? Evet, buradan bir çıkış var ama cesaret göstermeniz gerekiyor. Bunu yapacak cesarete ve güce sahip olmalısınız. Her şeyden önce asil olmak zorundasınız. Kendi asaletimizi koruyacak onura sahip olmalısınız. Benim için bir şey yapmak zorunda değilsiniz. Ben de sizin için bir şey yapmak zorunda değilim. Asla. Dünya için bir şey yapmak zorunda da değilsiniz; dünya da sizin için bir şey yapmak zorunda değil. Dünya ne kadar basit bakın: Her şeyi kendiniz için yapmak zorundasınız, sonra bunu sürdürmek sonra da korumak zorundasınız. …Diğer ilişkiler bizim için ne ifade edebilir? Ruh sayesinde yaşıyoruz, ruh sayesinde ölüyoruz ancak ruh ile hiçbir ilişkimiz yok. Kazanmak, zaferle donanmak, büyük olmak istiyoruz. Ama bunu başaracak cesaretimiz yok. İnsanların aptal olmak istediğini mi sanıyorsunuz? Hiç de değil. İnsanların yanlış olmak istediğini mi sanıyorsunuz? Hiç de değil. Kaba olmak istediklerini mi sanıyorsunuz? Hayır. Dünyada seks işçiliği yapmak için can atan tek bir kadın var mı? Hayır. İddialı bir şekilde hayır diyeceğim buna. Çünkü bu olmak istemediğimiz yere bizi getiren cesaretsizliğimizdir. Kendimizi zorlama ve hatta ölümüne zorlama gücümüz yok. …Hayatınızı iki paralel çizgide kademelendirin. Gevşek olan yerleri geçin ve doğruluğunuzun ve haysiyetinizin nerede olduğunu bulun. Bir başkasına gitmeyin bunun için. Kendiniz analiz edin. Sosyalleşemiyorsunuz çünkü rezil olacağınızdan korkuyorsunuz. Biri sizden çalacak diye zengin olmaktan da korkuyorsunuz. Onurlu olamıyorsunuz çünkü onurlu olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Bir zihne ihtiyacınız var. Geniş bir bilgisayara, sezgisel bir zihne. Sezgisel zihin size dürüstlük verecek; bir bütün halinde hareket eden zihin size ilahiliği verecek. …Ama size söylüyorum orada sizi bekleyen bir Tanrı yok. Hepsi sizin içinizde. Orada hiçbir zaman bir Tanrı yoktu, olmayacak da, olamaz da. Tanrı sizin içinizde. Tanrı sizin dürüstlüğünüzde. Tanrı sizin asaletinizle ilahiliğinizle özdeşleşmenizdir. İlahilik nedir? Sizin kesinlikle dualiteden arınmanızdır. Tanrı’dan başka kimseyi sevmeyin diyorum ama iki yüzlü de olmayın, ‘Belki, bilmiyorum, hayır…’ Bu tarz şeyler yaptığınızda bu, pek zeki olmadığınız ve o anda verilmesi gereken yanıtı verecek kadar beyninizi kullanamadığınız anlamına geliyor. Öğretmenlerin paraya ihtiyacı olduğunu anlıyorum. Öğrencilerini hoş tutmaları gerektiğine inanıyorlar. Herkes ‘Kaç öğrencin var? Kaç merkezin var? Zengin misin? Fakir misin?’ diye soruyor. Bu tam bir saçmalık. Zengin ne demek hiçbir fikriniz yok. Amerika’da zenginlik namına bir şey görmedim. Ben zengin doğdum. …Kıskançlığı bir kenara bırakın, öfkenizi dindirin. İnsanların birbirine bağırması ve çığlık atmaları inanılır gibi değil. Duyular araçlardır, karar mekanizmaları değil. Üstün hassasiyet ilerleyebilmeniz için bir araç olarak kullanılmalıdır. …Birileri bana büyük bir iyilik yaptı ve bana nasıl meditasyon yapılacağını öğretti. Ama birinizin bile benim öğretmenimle bir günden fazla kalabileceğini düşünmüyorum. Tüm zenginliğimle, tüm otoritemle beni alıp bir ağaca çıkardığına ve ‘Ben gelene kadar burada bekle’ dediğine inanabiliyor musunuz? Üç gün sonra çıkıp geldi ve ben hala ağaçtaydım. Bir ara siz de deneyim bunu. Ben iki, üç saat içinde gelir diye düşünürken üç gün sonra geldi ve bana ‘Nasıl hissediyorsun?’ diye sordu. Ne dedim biliyor musunuz? ‘Müthiş.’ ‘Berbat durumda olmalısın’ dedi. ‘Hayır. Bir ağaçta üç gün boyunca oturmayı öğrendim. Bu Tanrı’nın bana verebileceği tüm cennetlerden çok daha ilahiydi.’ ‘Ne yaptın?’ ‘En zoru kendimi temizlemekti. Bu en kötü yanıydı. Ağaçta küçük çatlaklar olduğunu gördüm. Geceleri bu çatlaklarda su birikiyordu ve su içilebilir durumdaydı. Sonra ağacın küçük yaprakları olduğunu gördüm. Çiğnendiklerinde açlığı gideriyorlardı. En kötü şey duş alamamaktı. Ve hayli sıcak. Çok kötü kokuyordum. Ben de ağacın tepesine çıktım, orada sarı yapraklar buldum. O sarı yapraklarla bir demet hazırladım ve bedenimi onlarla temizledim. Gerçekten iyiydi! Bir şekilde güçlü olan hayatta kalıyor. İhtiyacım olan her şeyi ağaçta buldum. Hem açık hem de gizliydi her şey. İz sürmem gerekti. Sonra gece oldu; nasıl uyumalıydım?’ …Düşersem aşağısı 6 metre kadar ve ağacın dibi kayalık dolu. Yani düşersem başıma gelecekleri anladım. Ama nasıl uyunacağını da çözdüm. Bir bebek gibi bir tarafa doğru kıvrılırsam, ayağım beni tutar ben de düşmezdim. Ve işe yaradı. Evet, çok acı vericiydi. Ama bunu neden yaptım? Çünkü bana öğretmenim ‘Ağaca çık’ dedi. ‘Geri geleceğim ve birlikte gideceğiz’ dedi. Üç gün sonra geldi. Doğu öğretisi böyledir. Çok zordur. Siz bir öğretmeni takip edemezsiniz. Sizin için öğretmen bir insandır. Bizim için öğretmen Tanrı’dır. Aradaki fark budur. Aradaki fark budur! Benim için öğretmenim Tanrı’ya uzanan kapımdı. Öğretmenimin yeterince eğitimli olup olmadığı, beni aldatıp aldatmayacağı umurumda olmadı. Öğretmenimin kim olduğuna aklen karar vermek hakkına tamamen sahip olduğumu düşündüm ve bir kere o kararı verdim ya da verecektim-neyse ne olduğu önemli değil. Benim için bu Tanrı’ya giden yoldu. …Asla öğrencim olmayacak kaygısı yaşamadım. Asla başarısız olacağım kaygısı yaşamadım. Benim halkla ilişkilerimi kim yapacak kaygısı yaşamadım hiç. Böyle şeylerden asla korkmadım, hayır. Kanada’ya gittiğimde her şey paramparça oldu. O zaman bir şarkı söylemeye başladım: ‘Bir gün gelecek, tüm zafer senin olacak, insanlar bana senin zaferin diyecek ve o zaman benim olmadığını söyleyeceğim.’ … Korku iyi olabilir. Kötü olmaktan korktuğumuzda, korku içinde yaşarız, korku ile işlerimizi yapar, korku ile düşünür, korku ile hayal kurarız. Bu, Tanrı’nın suratına atılmış berbat bir tokattır. Korku benim için ne anlam ifade ediyor biliyor musunuz? Bana göre, benim sözlüğümde, Tanrı’ya tamamen ihanet etmek, sahtekarlık yapmak anlamına geliyor. Tanrı’ya ihanet etmek, işte benim için korku bu anlama geliyor. Evet, korkuyorum. Hayır demeye korkuyorum. İnsanlara yarım etmemek beni korkutuyor, birilerini yükseltmemek beni korkutuyor. Böyle yüzlerce korkum var. İyiliğimin dokunabileceği birini reddetmekten korkuyorum. Fakat hayatı bir korku dizisine ve kendinizi de aptala çevirmekten başka ne işe yarar korku? Bu sizi yalnızca dar, dar, dar yapar. Sizi küçültür. Korku, sizi küçülten bir süreçtir. Siz genişlemek istiyorsunuz. Büyük olmak istiyorsunuz ve olabilirsiniz de. Harika olabilirsiniz. Mutlu olmak istiyorsunuz ama mutluluk küçüklükten doğmaz. Hayatınızda karşınızda durup size ‘Hey, ayağa kalk ve küçük davranmayı bırak!’ diyebilecek tek bir insan yok. Babanız size bunu söylese evi terk edersiniz. Anneniz demeye kalksa yemek yemeyi bırakırsınız. Karınız size derse başka bir kadınla flörtleşmeye başlarsınız. Çocuklarınız söylemeye kalksa suratlarına tükürürsünüz. Çünkü dinlemek istemiyorsunuz. *** Zihninizi, bilinçaltından, tamamlanmamış hayaller ve korkularla tıkadığınızı fark ettim. Bu dolup taşan bilinçaltı sizin içinizde yaşarsa her şey onun ağırlığı altında ezilir. İyi ya da kötü bir şey yapmak zorunda değilsiniz. Kendinizi her türlü zavallı hissedeceksiniz. Bu basit bir şey. Bazen bir ara verirsiniz ve tatile çıkarsınız, rahatlamaya çalışırsınız ve ishal olursunuz ya da kendinizi başka bir berbat durumun içinde bulursunuz, anlıyor musunuz? Yani hiçbir şey işe yaramaz. Mesele bilinçaltından kaynaklanıyor. Masum değilsiniz, net değilsiniz, saf değilsiniz ve olamazsınız da çünkü hayatta kalmak zorunda olduğunuzu düşünüyorsunuz. Dünyayı döndüren Tanrı’nın sizin gündelik hayatınıza göz kulak olacağına inanmıyorsunuz. İnanmıyorsunuz. Bu sizin dininiz değil, bu sizin inancınız değil, bu sizin felsefeniz değil. Zayıflığı sevmiyorum. İnsanın Tanrı’yı temsil etmek üzere hayat geldiğine inanıyorum. Ve bu temsilin, O’nun yaklaşımının, O’nun kabiliyetinin ve O’nun projeksiyonunun imparatorlara layık olması gerekiyor. Bana öğretmenim bunu öğretti, bunu böyle öğrendim. Bundan başka bir şey de bilmiyorum. Deneyimleyemeyeceğimiz herhangi bir şeyin ya da ifade edemeyeceğimiz herhangi bir gerçeğin olduğuna inanmıyorum. Ben ‘gidip al’a inanıyorum diğer türlüsünü de anlamıyorum. Hatırlayın, kendinizi bir bok çukurunun içinde hissederseniz kollarınızın altını hareket ettirin. Bunu hatırlayın. Bir milyon dolarlık tüyo veriyorum size, anlıyor musunuz? Kol altı dediğimiz azımsanacak bir şey değildir. Orada üç sinir merkezi buluşur. Deneyime inanıyorum. Sürekli çöpe giden konuşma, konuşmayla bir şey olacağına inanmıyorum. Yeterince konuştum. Size bu bir iki saat içerisinde öğretebileceklerim sizi büyük kılabilir. Bunu yaparsam, büyük bir şey yapmam gerekir, küçük hiçbir işe yaramaz. Kalp Merkezi’nin manyetik alanını geçerek ve kol altlarını hareket ettirerek (1. Egzersiz), basit bilimsel bir gerçekle, beyin, nöronlarını yeniden modellemek zorunda kalacak ve böylece zorluklarla yüzleşecek hıza sahip olabilecek. Bu bir meditasyon. Meditasyon gözlerini kapatıp, oturduğun yerden iyi görünmek değildir. Eğer doğru şekilde hareket ederseniz açınız mükemmel olur. Sonra bunu başarır mükemmelliğe ulaşırsınız. Size söylediğimi yapmaya devam ederseniz cesaret hissetmeye başlayacaksınız. Bu meditasyon çok sağlam zorluklar içeriyor. Buraya bir şey olmaya geldiniz. Öğretmenin işi birini inşa etmektir, kendini değil. Öğretmen, öğretmendir ve çoktan inşa olmuştur. Hareket edin. Sola ve sağa doğru. Bu shushmana, ida ve pingala arasındaki bir savaştır. (Shushmana -merkezi, Pingala -sağ, İda -sol enerji kanalı, nadi). Bu işler çok kolay olsaydı herkes yogi olurdu. Herkes bilge, mükemmel ve mutlu olur, nirvana’ya varırdı. Yüksel, yüksel. (2.Egzersiz.) Yüksel, yüksel. Süt ısıtıldığında kabarır, biliyor musunuz? Şarap, ekmek, kek kabarır. Neden duruyorsunuz? Hareket etmeye devam edin, durmayın. Kaldırın. Bu bir prova değil. Sisteminize bir şans verin. Şimdiye dek yaptığımız her şey zorluklara yanıt vermek için dürtülerinize bir şans vermekti ve otomatik olarak beyniniz yanıtı anlayacak. Düşünecek, hesap kitap yapacak vaktiniz yok. Burada hiçbir özgürlük bedava değil. Çalışmadan kurtuluş yok. Sisteminiz şok etkisi altında nasıl tepki vereceğini öğrenmeli. Yani o şoku yaratın. Yalnızca zihinde yanıt verilecek bir kalıp yaratıyoruz. Bu günah mı? Bu gözler, burun ve boğaz için psikosomatik bir tedavi. Hepsi bu. (4. Egzersiz.) *** Sonsuz güneş üzerinde parlasın. Tüm sevgi seni sarsın. İçindeki o saf ışık sana yol göstersin. Kutsanmış olanlar huzurlu bir zihni taşıyanlar, halklara ve dünyaya huzuru yayanlardır. Kutsanmış olanlar kendi parçalarını toparlayıp Tanrı’nın rehberliği ve ışığında sonsuza dek bütünlenenlerdir. Kutsanmış olanlar başkalarına hizmet etmenin yollarını arayan ve başkalarının zaferlerini baş tacı edenlerdir. Kutsanmış olanlar Tanrı’yı herkeste ve her şeyde gören; sakin ve huzurlu kalıp hayatlarının cennete akmasına hazırlık yapanlardır. Sat nam. Bu yazıyı okuyan sevgili,
Yogi Bhajan’ın, çaresizliğimizin deposu olarak nitelendirdiği bilinçaltımız hayatımızın görünmez komutanı olarak her günümüzün arka plan müziğini çalıyor. Bugün kendimizi sınırlı, eli kolu bağlı, korku, kaygı, endişe içinde ve bağımlılıklarımızla sarmaş dolaş hissediyorsak bunun kaynağı bilinçaltımızda taşıdığımız inanç kalıpları. Yogi Bhajan, Kundalini Yoga teknolojisini bizlerle paylaşırken bize kendi ışığımızı özgünlükle ve özgürlükle, güçle, kendi merkezimizde parlatmamız için çok güçlü araçlar emanet etti. Son 5 yıldır aşkla okuduğum, araştırdığım, deneyimlediğim ve gong çalmaya başladıktan sonra da geçen yıldan bu yana atölyelerini hem yurtiçinde hem de yurtdışında festivallerde gerçekleştirdiğim ‘Yeniden Doğum Kriyaları’ bence bunların en etkililerinden, en güçlülerinden. Biliyorsunuz kendime ‘ruh ebesi’ demiştim geçen yıl. Bu yıl ve bundan böyle de ruh ebesi olarak görevimi yerine getirmeye niyetliyim. :) Önümüzdeki kampta da, atölyelerde de ve eğer yapmam gerekiyorsa yıllarda da yeniden doğum atölyeleri gerçekleştirmeye ve katılımcıların hayatını hafifletmeleri için kolaylaştırıcılık yapmaya devam edeceğim. Bu içimin en derin çağrısı ve ben bu çağrıyı takip edeceğim. 19-23 Eylül’de Kabak’ta Esra Pulak ve Gülşah Aygün ile bir kampımız var. Gelenekselleşecek bir çalışmanın ilkini heyecanla gerçekleştireceğiz. Yine Ekim ayında İstanbul’da Güneşli Ev’de ve İzmir’de Mavi Yoga’da, Kasım’da Köln ve Berlin’de atölyeler var. Bu atölyelerin ilk turunda Yogi Bhajan’ın Ev Temizliği olarak nitelendirdiği 4 aşamalı çalışmanın orkestra şefliğini yaptıracağım. Çünkü önce içimizde yer açmak önemli 😊 Bu çalışmaların ilk adımı için yaptığı konuşmayı sizin için çevirdim. Çalışmaya katılanlar bütününü yeniden dinleyecek fakat bu konuda çok soru geldiğinden sizinle bazı parçaları paylaşmak istedim. Diğer 3 aşamayı da kısa sürede paylaşacağım. Şifa olması ve matlarda benimle ya da bir başka Kundalini Yoga eğitmeni dostumla (harika eğitmenler var artık Türkiye’de de) Yeniden Doğum Kriyaları’nı deneyimlemeniz dileğimle. Çünkü şimdi ve şu anda varlığını olduğu gibi ifade etmenin önündeki engelleri kaldırmanın ve hepimiz için adım atmanın zamanı. Şimdi kendimizi görmenin, kabul etmenin ve kendi seçimlerimizi yapmanın zamanı. EV TEMİZLİĞİ-I (10 Kasım 1988 - Yogi Bhajan) Burada yapmak üzere geldiğimiz çalışmanın ana fikri size bir meditasyonu ya da bir dini ya da herhangi bir şeyi pazarlamak değil… İnsanlar hiç sorunları olmasın istiyor. Sorun dediğiniz şey size kendinizi çaresiz hissetmek istediğiniz ya da hata yapmaya çalıştığınız için gelmiyor. Hayatta sorunlarla karşılaşmanızın nedeni içinizde taşıdığınız bir sorununuzla yüzleşecek cesaretiniz olmaması. Sadece şunu hatırlayın: İnsan, hayatında kendi başına çözemeyeceği hiçbir sorunla karşılaşmaz. Her sonucun bir sebebi vardır. Bu bilimsel bir yasadır. Sizin için evrenin yasalarını değiştiremem. Yasa böyle. Sonucun bir sebebi olduğuna göre, her sebebin de bir sonucu olması gerekir. Yasa böyledir ve asla değiştirilemez. Tanrı böyledir. Hayat, böyledir. Fakat bu sebep, sonuç oyununda bazen atacak kurşunumuz kalmaz ve tükeniriz. Bazen de çözüm yollarımız tükenir. Bunun için dilediğinizi suçlayabilirsiniz. Ama basit bir dille anlatacak olursak o anda eksik olan şey taahhüdümüz ve bağlılığımızdır. …Mutluluğa uzanan yedi basamak vardır: Söz verirsiniz, verdiğiniz söz sizi karakter sahibi yapar, karakteriniz ise size haysiyet kazandırır. Haysiyet sahibi olduğunuzda pırıl pırıl parlarsınız. Önünüze serilen imkanlarla zenginleşirsiniz. Bunun ardından bir basamak kalır geriye. Haysiyetten, ilahiliğe geçiş yaparsınız. Bu arada, ilahilik ne demektir? İkilikten (dualite) çıktığınızda, işte o zaman ilahi olursunuz. Normalde ‘Belki bu, belki de şu’ dersiniz. Fakat böyle bir ikilik içinde olmadığınızda ilahi olursunuz. Sonra bu ilahilikten zarafet doğar. Zarafet size mutluluğu, kaynakları, fırsatları ve anlayışı getirir. Kimse kimseyi sevmiyor. İnsanlar birbirine yalan söylüyor... ‘Seni seviyorum, Beni seviyorsun.’ Sevgi, tüm evrende kullanılan bütün kelimelerin en fazla sömürüleni... Sevgi nedir benim için biliyor musunuz? Sevgi, bir insanın kendi içinde yine kendisini deneyimlemesidir. Sevdiğinizde pes etmezsiniz ve yarı yolda kalmazsınız. Sevginin gücü budur... Birileri sizi yarı yolda bırakıp, hayal kırıklığına uğrattıysa sevginin ne olduğunu asla anlamamıştır. Sevgi sizi yarı yolda bırakmaz. …Ama sonuçta iş dönüp dolaşıp zarafete dayanıyor. Zarafet size bir şey kazandırıyor. Zarafet size güç getirir, feda etme gücünü, verebilme gücünü. Zarafet size işte bu gücü verir. Guru Nanak buna ‘Veksey veparva’ dedi. Deinda dey leindey thak paah, juga jugantar kayi ka Hukumi hukum chalaye raah, nanak veksey veparva. - Guru Nanak, Siri Guru Granth Sahib, 2. Sayfa (Japji’den) Tanrı yüzyıllar boyunca ve sonsuzlukta verir, verir ve verir, Alan da almaktan yorgun düşen de biziz. Tanrı, her şeyi bir düzene koymuştur ve O’nun düzeni kusursuzdur Sadece hatırla, her şey bir düzen içinde, düzen kusursuz, kaygısız ve sorunsuzdur. …Çok fazla çöp taşıyoruz. Buna duysak da inanmıyoruz. Güzel bir banyo yaparsak, üzerimize güzel kıyafetler giyip, kokular sürersek iyi olacağımızı düşünüyoruz. Ama bilinçaltının da banyo yapmaya ihtiyacı var. …Uzun bir meditasyon yapacağız ve acının içinden geçeceksiniz. Canınızın yanacağını biliyorum. Ama işte o nokta ‘Şimdi bir şeylerin içinden geçiyorum’ diyeceğiniz nokta. İşte bunu yapacağız, işte bunun içinden geçeceğiz. Dört aşamayı çok basit ve çok onurlu bir yöntemle öğreneceksiniz. Burada ana fikir sizi sıkıp suyunuzu çıkarmak değil. Burada ana fikir temizlik, size kendinizi temizlemeniz için bir şans vermek. Bu kadar basit. Bu bir Zen meditasyonu ya da çok bir kolesterol ya da ateş düşürücü bir meditasyon değil. Hiçbir şeyin sözünü vermiyorum. Size sözünü verdiğim tek şey eğer bunun içinden benimle geçerseniz ve benimle özgür olabilirseniz, geldiğiniz kişi olarak buradan ayrılmayacaksınız. Tamam mı? Ama size bir şeyin de sözünü vermiyorum çünkü ne olduğunu biliyorum. Kendim yaptım ve baya ağır işçilik var işin içinde. … Size bir sır vereyim: Hepimizin hasta olduğunu, hepimizin acı çektiğini, engelli ve yoksul olduğumuzu ve bazen zihinlerimizin çıldırdığını biliyorum ama inandığım şey bu değil. Her erkeğin ve her kadının güzel olduğuna inanıyorum ve böyle olmaya da hakkımız var. Fakat ev temizliği de çok zor bir iştir, ne demeye çalıştığımı anlıyorsunuz değil mi?... *** Normalde otomatik olarak nefes alıyoruz. Otomatik nefes durduğunda bu beden için anlaşılamayacak kadar acı verici oluyor. Yogiler olarak bedende ve zihinde bir düzen yaratmak zorundayız. Üstelik bedenin kendi aklı vardır. Dolayısıyla ‘Üzerinde kontrol kazanılan, fethedilen, kaybolan’ bedenin akli düzenidir. Brahminler bunu bize asla açıklamadı fakat nefesin ve nefesin hangi burun deliğinden alındığının önemli olduğunu anlamışlardı. Nefes, ‘Gücüm nedir? Cesaretim nedir? Yüzleşme gücüm nedir?’ sorularının yanıtını taşır. Yüzleşme gücünüz yoksa, yükseltme gücünüz de olmaz. Sonra da en sıkıcı an gelir arkasından, buna öfke başka bir deyişle ters çevrilmiş depresyon denir. Bazılarınız öfke emareleri gösteriyor, bazılarınız göstermiyor. Hepinizin bunu göstermesini istiyorum. Şimdi deli gibi öfkeli ve çılgın insanlar olmanın vakti. … Öfkelenin ve tüm gücünüzle vurun (1. Egzersiz); kendinizle yüzleşin. Amiyane bir tabi vardı biliyor musunuz ‘Aklını başından alacağım’ diye. Hadi, aklınızı salın gitsin. Gerçekten kendisi üzerinde çalışmak isteyenler bu meditasyona gelecekti, böyle anlaştık ve ben de bunun için buradayım. Bu sistemi temizlemek istiyoruz, biliyorsunuz. Buraya büyük yogilere dönüşmeye ve her türlü iddiada bulunmaya gelmedik. Ama sistemi temizlemek istiyoruz. Sinir sistemimize yeniden şekil vermek istiyoruz. Şimdi boşlukları bulun. Beden nerede kaskatı kesiliyor, hareketler nerede tatsız ve rahatsız edici hale geliyor, bulun. Bilinçli olarak bu boşlukların üstesinden gelmenizi istiyorum. Sadece bilinçli olarak bunu yapın. Azimli değilseniz istikrarlı da olamazsınız. Bu egzersiz çok çılgın görünüyor fakat keder ve ıstırabı yok ediyor (3. Egzersiz). Keder, hayatta başınıza gelen adaletsiz durumlar sonucu üzüldüğünüzde içinize yerleşir. Şimdi bir çakradan diğer çakraya doğru ilerleyeceğiz (4. Egzersiz). Kalp merkezini ve karnınızı hareket ettirin (9. Egzersiz). Buna erk projeksiyonu denir. İnsanların garip cinsel alışkanlıkları var. Bunu yaparsanız yaratıcı enerjinize, yumurtalıklarınıza, üreme organlarınıza bakım uygulayacaksınız. Bozulmuş olanı şifalayarak, yenileyeceksiniz... Annenizin rahmindeyken nefes almadınız. Annenizden ve onun enerjisinden alarak büyüdünüz. Har Hare Hari, Wahe Guru. Budist rahipler gibi, Bhikkular (dünyadan çekilen keşişler) gibi, rahipler, azizler gibi, sesin içine yerleşin, sesin içine yerleşin, sesin derinlerine dalın, rahatlayın, rahatlayın ve devam edin (10. Egzersiz). Sahasrara’ya, kafatasınızın altına odaklanıp sessizce meditasyon yapın (11. Egzersiz) ve ajnaya, 3. Göz’e geçin. Boğaz Çakrası’na geçin. Kalp merkezine geçin. Rahatlayın ve daha da içeri dalın. Şimdi daha da, içeri, içeri, içeri ve devam edin. Mantrayı kalp merkezinde tekrar edin. Mantrayı tekrar etmeye devam edin, mantra ne de olsa kalp merkezine aittir. Tüm duyularınızı unutana kadar rahatlayın. Tüm gerginliği bırakın ve kalbinizin daha da daha da derinine inin. Tıpkı bir soğan gibi, kalbinizin merkezine doğru katman katman inin. Gerginliği bırakın ve rahatlayın, daha derine lütfen. Bırakın ses akmaya devam etsin. Söz, dünyayı yener. Söz, dünyayı yener. Sonsuz güneş üzerinde parlasın. Tüm sevgi seni sarsın. İçindeki o saf ışık sana yol göstersin. Huzura ve barışa inananlar kutsanmış olanlardır. Bunun için çalışanlar kutsanmış olanlardır. Zihni huzur içinde olanlar kutsanmış olanlardır. Başkalarıyla bunu paylaşanlar kutsanmış olanlardır. Diğerlerini huzurlu bir meditasyona ve neşeye taşıyanlar kutsanmış olanlardır. Sat nam. Sat nam, Bu Yeni Ay’da her şey su gibi ferahça, tertemiz aksın, yenilensin, ‘yeni olan’ bütünün en yüksek hayrına yeşersin niyetiyle… Son dersimde yaptığımız kriyada uzun uzun Guru Arjan Dev tarafından kaleme alınmış Narayan Shabd’ı dinledik. Ders sonunda hepimizin içinde gürül gürül bir ırmak akıyordu sanki. Shabad’ı söylerken dilimin damağıma her dokunuşu tatlı, ilahi bir masaj, bir ‘hayatın akışına güven’ fısıltısıydı. Şu günlerde eril enerji bizi kendimize ve dolayısıyla diğerlerine daha mesafeli bir yerlere çekiyor. Savaşlar, bombalar, alan savunmaları, net kararlar verme kaygıları… hem materyal dünyada hem de duygusal dünyamızda bir enkaz kurtarma çalışması sürüyor. Tam bu noktada akışkanlığa, zarif manevralara, daha fazla şefkate, arınmaya ve ferahlamaya ihtiyaç duyuyorsan, dileğim, Yeni Ay’da Narayan Shabd’ın beni rahatlattığı gibi seni de rahatlatmasıdır. (Öyle de oldu.) Narayan, İlahi Kaynak’a verilen pek çok isimden biri ve kaynağın bu yönünde suyun nitelikleri titreşiyor. Bir çiçeği toprağa ektikten sonra çiçeğin yaşaması ve çoğalması için su hayati önem taşır değil mi? Shabad’ta tekrar edilen Narayan (Yaşam Pınarı, Yaşamın Su ile temsil edilen Özü) da ruhu kendi güzelliğine ve zarafetine açılması için adeta suluyor, besliyor, iyileştiriyor. Yaşamın yeniden yeşermesini, çiçek açmasını sağlıyor. Bu Shabad kaybedilen ne varsa, neşe, yaratıcılık, ilham, coşku, sağlık… yerine gelmesini ve yaşamın bolluk ve bereketinin yeniden akmasını da sağlıyor. Shabadların çevirisi çevirmenin o andaki bilgeliği kadar doğru olabiliyor. Birkaç kaynaktan aldığım karşılaştırmalı metinlerle içime sinen böyle bir çeviri oldu. Hata yaptıysam affola. Sat nam. Narayan Shabad naam niranjan neer naraa-in. rasnaa simrat paap bilaa-in. ||1|| rahaa-o. naaraa-in sabh maahi nivaas. naaraa-in ghat ghat pargaas. naaraa-in kahtay narak na jaahi. naaraa-in sayv sagal fal paahi. ||1|| Püripak ve İlahi Olan’ın İsmi, Yaşam Pınarı’dır (naaraa-in). Acılar ve suçluluk duyguları arınır dil O İsmi zikrettiğinde, İlahi Yaşam Pınarı, herkesin ve her şeyin içindedir. İlahi Yaşam Pınarı, tüm kalpleri aydınlatır. İlahi Yaşam Pınarı’nın İsmi’ni zikreden, acıya ve karanlığa düşmez. İlahi Yaşam Pınarı’na hizmet ederek, tüm faydalı ödüller kazanılır. ||1|| naaraa-in man maahi aDhaar. naaraa-in bohith sansaar. naaraa-in kahat jam bhaag palaa-in. naaraa-in dant bhaanay daa-in. ||2|| İlahi Yaşam Pınarı zihnimdeki destektir. İlahi Yaşam Pınarı, dünya okyanusunu geçmek için bindiğim gemi. İlahi Yaşam Pınar’nın İsmi’ni zikret ve ölümün elçisi ardına bakmadan kaçar. İlahi Yaşam Pınarı acı verici bağlılıklara ve hilelere galip gelir. ||2|| naaraa-in sad sad bakhsind. naaraa-in keenay sookh anand. naaraa-in pargat keeno partaap. naaraa-in sant ko maa-ee baap. ||3|| İlahi Yaşam Pınarı, sonsuza dek ve her daim affedicidir. İlahi Yaşam Pınarı, beni huzur ve neşeyle kutsar. İlahi Yaşam Pınarı, kendi görkemini ortaya dökmüştür. İlahi Yaşam Pınarı, kendini adamış olan ruhun hem annesi hem de babasıdır. ||3|| naaraa-in saaDhsang naraa-in. baaraN baar naraa-in gaa-in. basat agochar gur mil lahee. naaraa-in ot naanak daas gahee. İlahi Yaşam Pınarı, Saadh Sangat’ta, sevgiye adanmışların yanında hissedilir. Tekrar tekrar İlahi Yaşam Pınarı’na övgülerin şarkısını söylerim Guru’m ile tanışarak, aklın sırrına eremediğini anladım Hizmetkar Nanak İlahi Yaşam Pınarı’nın desteği ile ödüllendirildi. Evrene güven’ sözü bazen gerçek manasıyla kullanılsa da bazen de New Age saçmalıklarının arasına karışıp havada kalıyor. İnsanın egosu ayaklanmış, her şeye cephe almış, savunma moduna geçmişken ‘Evrene güven’ desen ne olur, demesen ne olur? Peki, hem ihtiyaç duyduğum şeyi tepkiselleşmeden almak hem de evrene tamamen güvenmek mümkün mü? Son 3 yıldır görmezden gelemediğim, son dönemde ise artık birebir gözlerinin içine baktığım bir konu var: Hayata duyduğum güvensizlik. Geçen hafta sonu Güneşli Ev’de Kendin Olma Sanatı üzerinde çalıştık. Ben’in ve ötesinin farklı yönlerine bakarken bunun bir parçası olarak Korku ve Acıyı Serbest bırakma üzerine bir Yeniden Doğum çalışması yaptık. Onun üstüne Aile Dizimi’nde otorite başlıklı çok derin bir çalışma daha eklendi. Ve içimde bir süredir orada olduğunu bildiğim o büyük kapak ardına dek açıldı. Kendi içimde derinlerden yükselen öfke&korku&acı dalgasının boyumu aşmasını sonra da her yanıma dağılmasını iki ayağımın üzerinde durarak izledim. Öfkemi ve tetik noktalarını incelediğimde egom ‘alanıma müdahale edildiğini, sınırlarıma saygı duyulmadığını’ söylüyordu. Sen de biliyorsun,öfke varsa bir altında serbest kalmayı bekleyen bir korku var. Korkuya doğru indim. Korkunun oluştuğu yerde, çocukluğum, ergenliğim ve üniversite yıllarındaki halimle kopyalanarak uzanan ve bugünüme taşınan ‘Hayatta kimseye güvenmiyorum. Hayatta hiçbir şeye güvenmiyorum. Hayatın kendisine güvenmiyorum’ inanç kalıbını bir kez daha buldum. Burada, bu inanç kalıplarıyla, ya da içimde kendini yalnız, çaresiz, geçmişle boğulmuş, yük altında ve üzgün hisseden yanımla karşılaştığımı, o yanımla vakit geçirdiğimi çok kolay yazmadığımı ve yazması bir yana bu hislerin ve duyguların içinden kendimce zorlanarak geçtiğimi özellikle yazmak istiyorum. Bu satır aralarında bir hayli ağırlık var anlayacağın. Diyeceğim o ki, sen de zorlanıyorsan eğer bu yanınla karşılaşmakta ya da hatta korkuyorsan bundan bil istiyorum, YALNIZ DEĞİLSİN. Bunlar, gerçekten derinlerde kaldığım, bedenimi ve hislerimi her şeyi bir kenara bırakıp gözlemlediğim, şifalanmak için kendime samimiyetle alan açtığım ve bol bol yazarak, meditasyon yaparak bana acı veren ne varsa içinden geçmek için ‘sabrettiğim’ zamanlar. Geçiyor, biliyorum ama gerçek kendime ulaşmak için geçmesi konusunda sabırsızlık etmeden o halin içinde rahatlamanın bir yolunu bulmam gerekiyor. Böyle anlarda çok sıkışık ve çıkmazda hissediyorsam, öğretmenim Sat Hari’ye yazıyorum. Bu haftasonu ona şöyle yazdım: ‘Sat nam, Her zaman aynı döngü içerisinde ilerliyorum ve gerçekten hayata güvenmediğimi fark ediyorum. Bunu ne kadar şifalamak istesem de ortada bir BEN kavramı olduğu sürece imkansız gibi gözüküyor gözüme. BEN’i eritirsem de her şey anlamını yitiriyor ve herhangi biri olmak istemiyorum. Kendimi dengelemekte zorlanıyorum ve kendimi üzgün, öfkeli ve çaresiz hissediyorum. Gerçekten çok yoruldum.’ Sat Hari bana her zaman yaptığı gibi birkaç soru daha sordu ‘Hayata güvenmiyorum derken tam olarak neyi kastediyorsun? Sence neyin şifalanması ve neyin dengelenmesi gerekiyor?’ Nötr zihinden sorulan sorular her zaman bana içinde sıkışıp kaldığım yere bambaşka bir gözle bakma yetisi kazandırıyor. Öğretmenlere, spiritüel rehberlere bu yüzden ihtiyaç duyuyorum; nötr olamadığım alanlarda onlardan nötr sorular alabileceğimi bildiğim için; egomu dönüştürmek için bana yardım ettikleri için. Tek bir soru bana şunu bir kez daha gösterdi örneğin; bazen, soru ya da sorun dışımdan geliyor gibi görünüyor bana (ki dışarıdan da geliyor olabilir ama bende karşılığı yoksa hiçbir sözden tetiklenmiyorum. Bende hiçbir dalgalanma, his yükselmesi ya da duygu yaratmıyor yani.) Fakat egom ortaya atılıp ‘Sen hayata güvenmiyorsun!’ gibi büyük etkisi olacak ifadeler kullandığında ‘Hayata güvenmiyorum derken neyi kastediyorsun?’ sorusu egonun bakışlarını başka yana çevirmek açısından faydalı oluyor. Kendime sordum: Hayata güvenmiyorum ama nasıl güvenmiyorum? Bu güvensizliği nerede hissediyorum? Ve zihnim o güne kadar büyüklerimden, çevremden, arkadaşlarımdan gelen bazı cümleleri saymaya başladı: ‘Sana değil, çevreye güvenmiyorum.’ ‘Hiçbir iyi niyet cezasız kalmaz.’ ‘Güvenmemeyi, güvendiğin insanlar öğretiyor.’ ‘Hayat çok adaletsiz.’ & ‘Hayat çok acımasız.’ ‘Kimseye güven olmuyor, görüyor musun?’ (özellikle gazete okunurken, TV’de haberler izlenirken) ‘Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.’ Sat Hari’ye yazdım: ‘Hayatta hep bir şeylerin ters gideceğine inanıyorum. İyi bir şey deneyimlerken bile bunun biteceğine, bir sonu olacağına, hiçbir şeyin tam manasıyla iyi, hiç kimsenin tam manasıyla iyi niyetli olamayacağına dair düşüncelerle uğraşmak zorunda kalıyorum. İlişkiler konusunda derinleşince kendimi güvende hissetmiyorum. Her daim korunma modundayım. Negatif zihnim çok fazla çalışıyor. Aşırı endişelere kapılabiliyor ve korunmacı olup kendimi kapatabiliyorum. Bir diğer yandan, aşırı çalışan negatif zihnimin üzerini örtmeye çalışan pozitif zihnim var. Endişelendiğim ne varsa hepsinin üzerini türlü yollarla kapamaya çalışıyor. Ve bunu yapmak için tüm enerjimi kullanıyor. Ve bu sürekli arka planda devam eden çabayı gözlemleyip hayata hala teslim olamadığımı gören ve acı çeken yanım var. Aynı zamanda bilinçaltımdaki bu inanç kalıplarının kökleriyle yüzleşiyorum. Sanki çocukluğum, ergenliğim, yetişkinliğimi aynı anda yaşıyorum ve her farklı dönemim farklı bilgiler gönderiyor. Başkalarının acılarını da kendi içimde hissediyorum. Bu acının şifalanmasını ve bu dualitenin dengelenmesini istiyorum.’ Sat Hari’den gelen yanıt: ‘Pozitif alan ve negatif alan arasındaki salınımlar zihin için son derece normal bir çalışma ilkesi. Her ikisini de gözlemle, onların söylediklerine göre yaşamak ya da adım atmak zorunda değilsin. Meditasyon yapmamızın temel nedeni nötr alanı deneyimleyebilmek, bu düşüncelerden ya da hislerden uzaklaşmak değil. Orta noktada nasıl şifalanabiliriz onu görmek. Sana 4 tane meditasyon veriyorum: Sat Kriya, ‘Ben Tanrı’nın Zarafetiyim’ meditasyonu, Kirtan Kriya ve Sodarshan Chakra Kriya. Bunlar, duygularını dengelemene ve yönlendirmene yardımcı olacak ve gün ışığı gibi net ve parlak olmanı sağlayacak. Meditasyonun süresi konusunda dikkatli ol ve sabırlı davran. Süreleri yavaş yavaş arttır. Karnına odaklanmayı unutma. Sağlıklı, mutlu ve ilahi olmak senin ve tüm insanların özünde, doğasında var. Buna köklenmek için bu süreçten geçilmesi doğal. Her şey yolunda. Sat nam.’ Bugün meditasyonlarıma başladım (PS: Yakın zamanda bu meditasyonların tümünün açıklamasını hazırlarım. Kirtan Kriya burada: https://www.nurtaran.com/kundalini-yogablog/7396532). Böyle anlarda disiplinime sarılmaktan başka çarem kalmıyor. Çünkü ne kadar dirençle bunu yaparsam yapayım her seferinde ‘Bunu yapmak kendim için yapabileceğim en doğru şeydi’ diyorum.) Meditasyondan sonra şöyle bir tartışma başladı içimde: ‘Evrene güven’ sözü bazen gerçek manasıyla kullanılsa da bazen de New Age saçmalıklarının arasına karışıp havada kalıyor. İnsanın egosu ayaklanmış, her şeye cephe almış, savunma moduna geçmişken ‘Evrene güven’ desen ne olur, demesen ne olur? Peki, hem ihtiyaç duyduğum şeyi tepkiselleşmeden almak (ihtiyaç duyduğum şey alan, saygı, anlayış, anlaşma, bilgi, yanıt vs. her şey olabilir artık bunun adına ne derseniz) hem de evrene tamamen güvenmek mümkün mü? Kalbimden gelen yanıt şöyle: Güvenmek hiçbir şey yapmayacaksın anlamına gelmiyor. Diyelim ki bir olayla karşılaştın. Eğer içinde bir tetiklenme ve tepki oluştuysa bunun tam ihtiyacın olan şey olduğuna güvenmekle başlıyor süreç. Hislerini, duygularını takip edip inanç kalıplarına ulaşmak ve bir katman daha özgürleşmek için önünde şifalı bir alan açıldığına güvenmek atacağın ilk adım. Sonra içindeki tüm sesleri dinlemek ve kendini nötr alandan adım atmaya, kendini ifade etmeye, varlığına ve bütünün var olma hakkına saygı duyarak alanını çizmeye hazırlamak. Yani hayatının sorumluluğunu almak. Şefkatle, kabulle. Bunun ardından, büyük resme baktığında her şeyin olması gerektiği gibi olduğuna ve ihtiyaç duyduğun şeyin şu an sonuç ne olursa olsun sana geleceğine inanmak, işte hayata güvenmek bu. Biriyle ya da bir sonuçla alakası yok yani. Senin akışa ve kendi adaletine güvenmenle alakası var. Herhangi bir işi yaparken hazırlığını gerektiği gibi yapman, pratik yapman ve sonra da zamanı geldiğinde bunları uygulaman gerekiyor elbette. Fakat sonuçları kontrol altında tutamazsın. Güvensizliğin nedeni hayatı kontrol etme kaygısından geliyor çoğu zaman. Bazen sonuç odaklı yaşayarak kendini makineler gibi çalıştırıyorsun. İstediğin sonucu alsan bile ‘sana yetmediği’ için kendini cezalandırabiliyorsun. Bu seni yalnızca mutsuz ediyor. Sanki burnun tıkalı olduğu için kokusunu alamadığın dev bir gülün önünde durmak gibi. Hayata güvenmek, kendi kendinin yanında olacağına, kendini kutlayacağına, kendinle barışacağına ve hizalı adım atacağına duyduğun güvenle doğru orantılı. Çünkü hayatının kahramanı sensin ve sen kendi kahramanlığına güvenirsen ancak hayatında olanlara güvenebilirsin. Bunun için kendini, bedenini, zihnini, bilinçaltını daha fazla tanıman, kendine daha fazla yakınlaşman en yapıcı yol. ….. Geçmişte hayal kırıklığına çokça uğrayanlar için güvenmek zor, biliyorum. Ve evet, kendimden biliyorum tabi ki. Bir kere tam manasıyla sorgulamadan güvenip ‘ihanete’ uğradığında artık karşılaştığın her şeyi tehdit olarak algılıyor insanın içinin bir yanı, doğru. Her şey yolunda giderken ‘Boşver, elinden geleni yap sonra evrene güven bak çok güzel oluyor’ demek çok kolay bunu da biliyorum, ama karman çormanken için bana ‘Evrene güven ya sen yine de boşver’ falan dediklerinde ne yalan söyleyeyim ben de deliriyorum. Buna şöyle bir adım ekledim son ‘güvensizlik atağımı’ yaşarken. Kendi içimde öfke, korku, çaresizlik, güvensizlik, incinmişlik buldum ve kendime dönüp ‘Peki hangi gerçekliğin peşinden gitmeyi seçiyorsun?’ diye sordum. ‘Hayata hiç güvenmeden yaşayabilirsin, bu artık kendine güvenmemek demek bunu biliyorsun, ya da güvenmeyi tercih edebilirsin bu her halini yargılamadan kabul etmek demek bunu da biliyorsun.’ Bu sorunun yanıtı net olarak verebilmem için şunu söylemem gerekiyor kendime önce: İçimde fırtınalar koparken kendime ‘Bugün çok pozitif olacağım. Hayır, kendimi halsiz falan hissetmiyorum. Tamam bu dramayı dinlemek istemiyorum artık’ falan dersem yaptığım tek şey kendimi kandırmak, duygularımı bastırmak oluyor. Çünkü yavaş yavaş anlıyorum ki, kendi kendimin yanında olacağım hissi benim içimde yeterince köklü olmadığında ben hayatı, Tanrı’yı ya da başkalarını eğlendirmek, onları memnun etmek için yaşadığım hissine kapılıyorum ve bu bana acı veriyor. Bu, beni hayattan soğutuyor. Bir şekilde içimdeki bir alanda hep ‘Sıra bana ne zaman gelecek?’ sorusu dönüyor. Yani dışarıdaki kaosun yalnızca içimdeki ilgilenmediğim yanıma dönüp, onun bana güvenmesini sağlamakla çözüleceğini görüyorum. Güven, kendime duyduğum sevgi, şefkat, sabır ve bağlılıktan filizlenebilir ancak, başkalarından ya da dışarıdan değil. Kendime duyduğum bu saygı ve sevgi güçlendiğinde bu bencillikten ötede bir bilme ve olma halini beraberinde getiriyor, bunu dalga dalga hissedebiliyorum ve anlıyorum ki bu hal, dışarıdan gelen hiçbir etki ile sarsılamaz. Sadece biraz zaman ve sabırla emek vermek, ihtiyacım olan tek şey bu. Ve reklamda dediği gibi buradaki anahtar cümle şu: ‘Ben buna değerim.’ Ben bunları yaşarken, Yogi Bhajan, bugün şu sözü ile karşıma çıktı: “Hiçbir gerekçeye ihtiyaç duymaksızın her şeye güvenin. Herkese güvenin. Hiçbir şey beklemeyin. Hiçbir şeye ihtiyaç duymayın. Hiçbir şey istemeyin. Hiçbir gerekçe olmaksızın her şeye güvenen kişi Doğa Ana ve Göksel Baba tarafından (dişil ve eril dengesinden bahsediyor) şartlar ne olursa olsun desteklenecektir. Ruhumuzla konuşalım, ruhumuzun bizimle konuşmasına izin verelim. Bedenin ve zihnin sınırlarının ötesine geçelim. Ruhumuzla anlaşalım ki, ruhumuz da yaratımın doğasıyla anlaşsın. Ruhun ışığının ve gücünün dostumuz, yoldaşımız, ilişkimiz olmasına izin verelim. Kendinize, yaşayan benliğinize şükredin. Bilinçli olarak sezgilerinizden size yol göstermesi için yardım isteyin. Bilinçli olarak cesaretinizden içinizdeki karmaşa ile yüzleşmeniz için yardım isteyin. Zarafetinizden güvensizlikle yüzleşmesi için yardım isteyin. Depresyonunuzla yüzleşmek için hayatın nefesinden yardım isteyin. Yükselin, yükselin, üstüne çıkın tüm bunların. Bu dünya aracılığı ile, mutlu, sağlıklı ve ilahi olmak için kendinizi yeniden diriltin. Sat nam. İstanbul, Nisan 2018 Sabah kalbinde bir sıkışıklıkla uyanıyorsan güne, göğüs kafesinde sürekli bir acı varsa, nefeslerin daralıyorsa durduk yere, olmayacak şeyleri kendine dert ediyorsan, acı da korku da var içinde. Özünün çevresine, ışığına yapışmış yara kabukları gibi… Bandajı çekmek, yaraya bakmak ve yaranın iyileşmesi için kendine sevgi ve şefkat göstermek… Seni, kalbini hafifletebilecek benim şimdilik bildiğim tek yöntem bu işte.
Kundalini Yoga’ya, şifa çalışmalarına başlamamın temel nedeni kendimi bildim bileli hissettiğim kalp acısı ve derinden gelen korkularımdı. Aslına bakarsan bunun şimdi böyle olduğunu anlıyorum. En başta hissettiğim yoğun panik ataklar, psikologların panik bozukluk diyerek özetlediği benim dile kolay bulduğum ucu ucuna bağlanan ve her biri birbirinden felaket sonlara sahip senaryolarla geçirilen uykusuz gecelerdi… Büyük bir boşluk duygusu, büyük ve yok edici bir anlamsızlık hissi… Bazen pasif bazense aktif bir volkan gibi patlayan öfke dalgaları ve onları takip eden suçluluk ve utanç duyguları. Hayattan nefret etme, hayatı ve bu düzenin sahibini suçlama ve aynı zamanda durmaksızın hayattan ve geri kalan her şeyden özür dileme hali bir yerde. Hiçbir zaman bulunduğum noktadan keyif alamama ve yetersizlik duygusundan dolayı hep daha fazlasını yapma gereği duyma, kendimi yeterince güzel, yeterince zeki, tercih edilecek kadar değerli bulmama… Bu ve bunun gibi temellerin üzerinde yükselen kesintisiz bir korku, acı karışık bir arka plan müziği eşliğinde her gün uyanmak. Melankoli, melankoli, melankoli ve kendimi kurbanların en kurbanı olarak görme… Gücümü reddetme, egomu reddetme ve olur olmadık yerde güç ve ego gösterilerinde bulunmaya çalışma. Çok sevdiğim bir dostumun dediği gibi ‘Hep bir solcu parkasıyla dolaşıp hayata racon kesme hali. Doğuştan isyankar ve aslında acaip arabesk.’ Hepsinin altında, derininde, yuvasında öğrendiğim ya da taşıdığım, aldığım (kaynağı pek çok yer olabilir) korkular ve acılar vardı; Kundalini Yoga mata oturduğum daha ilk anda bana bunları bir bir göstermeye başladı. Ne hissettin diye sorarsan, aynı anda acı ve korkuyu ama bunun yanında daha önce hiç hissetmediğim bir heyecanı, kurtuluş umudunu iliklerime kadar hissettim diyebilirim. Sonra pratiğe devam ettikçe, zaten içimde olan ve içimde taşıdığımı reddetmeye çalıştığım, hissetmemek uğruna, sırf o acı ve korku hislerini bastırmak için kendimi bir oraya bir buraya savurduğum ne varsa hepsinin ortasında durduğumu, o dağı adım adım yürümeden karşı kıyıya geçmemin imkansız olduğunu daha net görmeye başladım. Sanki bedenimin çevresinde tüm bu acı ve korkuyu taşıyarak kendimi sürüklüyordum hayatta. Hayatı yaşamaktansa, hayatta kalmaya çalışıyordum. Bunu fark etmek hayatımın en özel ve en derin deneyimlerinin kapısını açtı bana. O kapıdan girdiğimde yol hep kendime doğru aktı. Her adımda kendime, özüme, gerçeğime biraz daha yaklaştım. Anlamıştım. Kendi çöplüğümün içinde gözüme filtre takmanın bir anlamı yoktu. Sonunda takke düşecek kel görünecekti her türlü. Gerçek tüm çıplaklığı ile oradayken hangi erkek arkadaş, hangi ilişki, hangi kariyer, hangi makyaj, hangi kıyafet ya da hangi ilaç beni bu çöplükten kurtarabilirdi ki? Ergenlik yıllarında gittiğim psikiyatr ‘Bunları şifalamak için uzun yıllar psikoterapi alman gerekir onun yerine al Lustral’i olsun bitsin’ demişti. Lustral, Pasiflora, Cipralex, Prozac, Xanax ve benzeri ile geçirdiğim 17 yılın ardından Kundalini Yoga ilaçla ilişkime şöyle sağlam bir yumruk attı ve bana kendi bilinçaltıma dalma cesaretini verdi. Kendi çöplüğüme daldım… Acıya, korkuma, kederime, tutulmamış yaslarıma daldım. Küçükken ağlamamak için dişlerini sıkan çocukluğumun anılarına daldım. Daldım dediğime bakma, önce korktum, sorguladım, kaçtım, bastırmaya çalışmaya devam ettim, sonra biraz daha araladım kapıyı, sonra aralamaya devam etmek için kendime rüşvet verdim, aralandıkça dalgalarım büyüdü. Dalgalarda boğuldum ve tekrar başka bir bakış açısıyla dirildim. Bu med cezirde bir gün geldi ve tam umudumu yitirecekken bir konuşmanın ortasında normalde vereceğim bir tepkiyi vermediğimi fark ettim. Dönüşmeye başladığımı anladım, nasıl heyecanlandım, nasıl umutlandım anlatamam! Bu gazla biraz daha ilerledim, daha büyük bir acı ve korku katmanı buldum, biraz daha derine daldım. Derinleşme, sıkışma, baskı altına girme, biraz daha ilerleme, içe kapanma, kabul etme, dışa açılma, genişleme, paylaşma, yükselme ve başka bir katmana geçme şeklinde son 5 yıldır hafifleme sürecim yükselip alçalmalarla devam ediyor. Sat Hari ile bir konuşmamda ‘Neden acı ve korku var?’ diye sordum ona. ‘Pırlantanın, pırlanta olabilmesi için ne kadar basınca ihtiyaç duyduğunu biliyor musun?’ dedi. Özümü görebilmem için bunca basıncın içinden geçmem mi gerekiyordu? Benim için belki öyleydi, belki senin için öyle değil. Aslına bakarsan sonsuz olduğumuzu hatırlamak için tek ihtiyacımız olan nefesimizle bir olabilmek, hepsi bu. Ama sabah kalbinde bir sıkışıklıkla uyanıyorsan güne, göğüs kafesinde sürekli bir acı varsa, nefeslerin daralıyorsa durduk yere, olmayacak şeyleri kendine dert ediyorsan, acı da korku da var içinde. Kendi özünün çevresine, ışığına yapışmış yara kabukları gibi… Bandajı çekmek, yaraya bakmak ve yaranın iyileşmesi için kendine sevgi ve şefkat göstermek… Seni, kalbini hafifletebilecek benim şimdilik bildiğim tek yöntem bu işte. Kendi kendinin Psikoloğu Ol Kundalini Yoga’yı aktarırken Yogi Bhajan ‘Kendi kendinin Psikoloğu Ol’ derken bunu kastediyordu işte. Kendi içinde acını ve korkunu kabul edebileceğin, görebileceğin, içinden geçerek, şifalayabileceğin bir alan açmaktan bahsediyordu. Onları sıkıştırıp, bastırmaktansa açığa çıkmalarına izin vermek ve zihnin, bilinçaltının, anılarının sana anlattığı hikayeyi sakince dinlemek… Bu ara çok fazla Yeniden Doğum çalışmasının içindeyim. Diyorum ya kendimi ebe gibi hissediyorum 😊. Sadece matta benimle bu deneyimi paylaşanları değil kendi kendimi de sürekli olarak yeniden doğuruyorum. Bunu yapmamın bir nedeni var elbette. Daha önce de seninle paylaştığım gibi rahatlamayı öğreniyorum. Rahatlamakla yeniden doğmanın ne alakası var diye düşünebilirsin. Şöyle açıklayayım. Yogi Bhajan’ın 80-90’lı yıllar arasında paylaştığı bu yeniden doğum çalışmaların amacı, hem topluluğu yeni gelen Kova Çağı’na hazırlamak, onların (ve dolayısıyla bizim) sinir sistemlerini, salgı bezlerini bu yeni düzene uyum sağlayacak şekilde düzenlemek, hem de bilinçaltında biriken kolektif ve bireysel çöpleri temizlemekti. Postürlerde yoğun nefeslerle daha uzun sürelerde kalarak, bedeni belli açılarda tutup prana (enerji) akışının gerçekleşmesini sağlayarak, gongun titreşimleriyle süreci destekleyerek, rehberli meditasyonlarla çok derinlerde şifa ve farkındalık yaratarak ve tabi mantra ve mudralarla adım adım kişiyi sonuca taşıyarak bunu yapmıştı. Bu Yeniden Doğum kriyalarının her biri başlı başına olağanüstü bir senfoni. Hepsine hayranım. Bize aktardığı bu miras için Yogi Bhajan'a ne kadar minnet duysam azdır. Bu kriyaları uyguladığımda hemen takip eden günlerde ağırlıklarımı içsel olarak atmaya başladığımı fark ediyorum. Kendimi her pratikte katman katman hafifletiyorum. Hafiflemenin ilk adımı, bu çalışmaların ardından ‘fark etmeye başladığım’ beni sıkıştıran acı ve korkuların derdini dinlemek. ‘Bırak bu saçmalıkları’ falan demeden ‘Seni anlıyorum ve sesini duyuyorum. Korkunu/Acını hissedebiliyorum’ diyerek kendimi dinlemeye ve duyduklarımı yazmaya başlıyorum. Serbest yazı esnasında içimde konuşan sesleri susturmadan, bastırmadan, ne söylemek istiyorlarsa hepsine saygıyla alan tanıyarak kağıda aktarıyorum. Bunu yaparken kağıda aktardıklarımın bedenimde yarattığı değişimleri gözlemliyorum ve bilinçli olarak bedenimdeki o hisse konsantre oluyorum. Bazen derin iç çekişlerle, uzun ve derin nefeslerle, bazen bağırarak, bazen zıplayarak, bazen göz yaşlarımın akmasına izin vererek o hissin bedenimde kendini ifade etmesine izin veriyorum. Ardından yavaş yavaş, kendimi hiç zorlamadan o alanı gevşetmeye odaklanıyorum. Gevşetebildiğim kadar gevşetiyorum. Gevşemenin o alanın çevresine, ardından omuzlarıma, bacaklarıma, saç derime, yüzüme, dişlerime, çeneme yani bedenimin diğer kesimlerine yayılmasını bilinçli nefeslerle destekliyorum. Bir nevi kendi kendimin elinden tutuyorum. Bu süreçte anılar gelebiliyor. Anıların akmasına izin veriyorum. Anıların bedenimdeki yansımalarına da. Hepsini adım adım rahatlatıyorum. Aceleci davranmıyorum. Sürecin her aşamasına saygı göstermeye gayret ediyorum. Ve sonra gerçekten de bambaşka bir yaratıcılık ve rahatlama alanına giriyorum. Acı ve korkuyu bu şekilde karşılamak, bu hislerin yarattığı, daha derin acı ve korku hislerinin azalmasına ve giderek yok olmasına alan açıyor. Çünkü biliyorum ki bana hizmet etmeyen bu titreşimlerin içinden bu şekilde kendimin yanında olarak, şefkat ve cesaretle geçtiğimde bir katman daha hafifliyorum. Acının ve korkunun kendisi olmadığımı, bunların yalnızca titreşimlerden ibaret olduğunu her serbest bırakışta bir kez daha görüyorum. Karanlığa ışık, şefkat ve güven taşıyorum, aydınlanıyor. Aydınlık beraberinde neşe, yaratıcılık ve rahatlama getiriyor. Kendimizi kucaklayabildiğimiz, gerçeğimize yeniden doğabildiğimiz her ana ve buna vesile olan herkese, her şeye şükürler olsun. Sat nam. İstanbul, Nisan 2018 Rahatladığında, zihnin seni değil, sen zihnini yönetiyorsun. Düşünce akışını ya da bedenindeki hisleri engellemek yerine onların akmasına ‘izin verdiğinde’ ve yargısız alanda, bir nehir gibi akışına yalnızca şahitlik ettiğinde o nötr alana geçiş yapabiliyorsun.
Rahatladığında, acıların seni yönetmesindense acıları serbestleştirmek üzere bir alan açıyorsun kendine ve şifa da tam burada gerçekleşiyor... Kundalini Yoga Eğitmen Eğitimi’nden kendime notlarım... Geçen hafta 6 gün boyunca her biri ayrı ayrı ışık taşıyıcısı muhteşem bir grupla, sihirli bir akıştaydım. AAA Uluslararası Kundalini Yoga Okulu’nun 1. Seviye Eğitmen Eğitimi’nin son modülünde can yoldaşlarının karşısında çeviri yaparken ağzımdan çıkan her sözün kalbime dantel gibi işlediği bir hafta geride kaldı. Bu hafta boyunca seninle paylaşmak istediğim ve beni uyandıran sayısız deneyim yaşadım. Keşke deneyimimi birebir aktarabileceğim bir araç olsa elimde. Konu Kundalini Yoga olunca kelimeler bazen çok yüzeysel kalıyor maalesef. Çocukluğumda herkesin her deneyimi benim gibi yaşadığını zannederdim. Sonra anladım ki kimi kokusunu yaşıyor deneyimin, kimi görselliğini, kimi ötesini, kimi ise hepsini… Sana yazıyorum bunları ama bil ki deneyimlediklerimin bazılarını henüz sindiremedim ve tam manasıyla anlayamadım. Belki de seneler sonra anlayacağım dönüşümler oldu derinlerde. Fakat fark ettiğim bir şey var ki; sangatın (yani yogilerden oluşan topluluğun) içindeyken bambaşka bir boyutta algılıyorum her şeyi. Ve buna aşık olduğum da bir gerçek. Nasıl desem? Sanki, içime mercek tutuyorum, derinlerimde görmediğim, göremediğim ya da o zamana dek görmeye çekindiğim ne varsa hepsini görmeye cesaret ediyorum. Ondan biliyorum ki sevgi, gerçek sevgi, tüm diğer gündemleri bir kenara bırakıp sadece sevmek için açılan kalp şifalanıyor ve kesinlikle şifalandırıyor. Şu an dönüşüm beni yakıp kül etse de o ateşin her türlüsüne bin şükür, bin şükür, bin şükür. Bilinçaltımdaki Baloncuklar Eğitimde konuşurken, yaptığımız meditasyonlarda, bilinçaltının ateşini harlamaktan, meditasyonla o ateşe odun atmaktan ve yukarıya çıkan baloncukları izleyip, serbest bırakmaktan bahsetmiştik. Meditasyon yaparken hissettiğimiz tüm o kaşıntılar, uyuşmalar, rahatsızlık hisleri, öfke, üzüntü, kahkaha vs. bu baloncukların hislere dönüşmüş halleri bir yerde. Bu eğitimde öyle balonlar gördüm ki yukarıya doğru süzülen şimdi bu satırları yazarken hala şaşırıyorum bunları taşıyarak nasıl yaşamayı başarmışım diye. Yandım, kül oldum, duman oldum, hafifledim, iyi ki. Tohum ektim, toprağa döndüm yüzümü, suladım gözlerimle, iyi ki. Yeşermesi için suluyorum o tohumu şimdi. Çiçek açmak için. Çiçeğimi paylaşmak için. İyi ki. Ve yine şimdi, İstanbul’un ortasında içimde açılmış bir sürü kapının ortasında yeni bir rüzgarla kalbimi havalandırıyorum. Ve rüzgarımı üflüyorum kalbine doğru. İyi ki. Merhaba, Ben Sach Dhyan-Rahatlamayı Öğreniyorum Spiritüel ismim, bazılarının da bildiği gibi Sach Dhyan. Gerçek meditasyon, gerçek Zen, rahatladığında çevresini aydınlatan anlamına geliyor. İsmim ilk geldiğinde bedenime ağır gelen bir zihinle bana nasıl bir görev verildiğini uzun süre anlayamadım. İsmimi anlamam, ya da anladığımı sanmam, bu eğitimde kısmen mümkün oldu. İsmimi aldığımdan beri de bir şekilde rahatlamak üzerinde çalışıyorum. Rahatlamak üzerinde çalışmak demek adım adım bana stres veren, gerilmeme neden olan tüm kalıpların, yani en başta beni rahatsız alana geçiren ne varsa her birinin içinden geçmek anlamına geliyor. Rahatlamak bir sanat. Rahatlamak, hayat amacım, en sevdiğim şey rahatlamak! 😊 Zihnini Fetheden Dünyayı Fetheder Guru Nanak, Japji’de ‘Zihnini fetheden, dünyayı fetheder’ diyor. Rahatladığında zihnin seni değil, sen zihnini yönetiyorsun. Düşünce akışını ya da bedenindeki hisleri engellemek yerine akmasına ‘izin verdiğinde’ ve yargısız alanda, bir nehir gibi akışına yalnızca şahitlik ettiğinde o nötr alana geçiş yapabiliyorsun. Rahatladığında acıların seni yönetmesindense acıları serbestleştirmek üzere bir alan açıyorsun ve şifa da tam burada gerçekleşiyor. Durmaksızın çalışan zihnimi ışığın kelimelerini aktarmak üzere kullandığımda, zihnimin sadık hizmetkarım haline dönüştüğünü görmek, çeviriyi bir meditasyon biçimi olarak deneyimlemek ve bu akışın içinde rahatlamayı öğrenmek de geçtiğimiz haftanın verdiği armağanlardan biri oldu. Bunun için gerçekten çok minnettarım. Kazı Çalışmaları Eğitimin daha önceki modüllerinde hocalarla birlikte çeviri yapmak üzere sahnede dururken ve belli ki derslerimde ve hatta daha ileri gideceğim çocukluktan beri, elimde olmadan, bulunduğum ya da bulunmasam da bilgisini bir şekilde aldığım her yerde, her anda hissettiğim acıyı, bana ait olsun ya da olmasın sahiplendiğimi fark ettim. Eğitim süreci boyunca, karşımda matlarda oturan ve her birine ayrı ayrı bağlı olduğum eğitmen adaylarının içinden geçtiği tüm süreçleri kalbimin en derininde hissettim. Özellikle ışığı engelleyen blokajlar üzerinde çalıştığımızdan gerçekten çok derin deneyimlerden hep birlikte geçtik. Derslerimde yeniden doğum çalışmaları, korkuyu, öfkeyi, derin bilinçaltı blokajlarını serbest bırakmak üzerine çalışıyorum elbette fakat ardı ardına 1 hafta boyunca bu enerjileri deneyimlemek bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak titreşimimi olağanüstü şekilde etkiledi. Ursula Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü’nü okuyanlarınız vardır belki. Orada Ged karanlıktan bir süre kaçtıktan sonra karanlığın peşine düşmeye karar verir. Bizim eğitimlerde de süreç aynen böyle işliyor işte. Derslerde bunun küçük bir parçasını görüyoruz. Fakat direnç geliştiğinde, yani aslında tam açılım yakalanacakken derse gelenler gelmekten vazgeçebildiği için böyle bir sürekliliği görmek mümkün olmayabiliyor. Bu eğitimde gördüğüm, devam ettikçe katmanların açıldığı ve bastırılmış bilinçaltı kalıplarının şifalanmak üzere bir bir açığa çıktığı oldu... Öğretiye güvenim sarsılmaz şekilde perçinlendi. Rahatlayarak Şifalamak: Sat Nam Rasayan Acıyla olan bu münasebetim, Fateh’in aktardığı Kundalini Yoga’nın şifa öğretisi Sat Nam Rasayan bilgisi ile bambaşka bir şekil aldı. Kelimeler çok kısır kalıyor bu şifa yöntemini anlatmak için fakat en yüzeysel haliyle, anladığım kadarıyla, Sat Nam Rasayan’da hasta uzanıyor ve şifacı hastanın yanında meditatif bir alana giriyor, hastanın bedenini, bedenindeki tıkanıklıkları, acıyı, gerginliği hissetmek üzere kendini açıyor. Kendi bedeninde bu titreşimleri hissederken o alanda ‘rahatlıyor’. Yani, şifacı, hastanın bedenindeki sorunu kendi içinde rahatlayarak çözümlüyor. Yani şifa, olmakta olana izin verip, rahatlayarak akıyor. Bu deneyimle, önce acıyı hissetmeyi olumlu ya da olumsuz olarak yargılamamayı ve bedenimde yarattığı gerilme hissine izin vermeyi denedim. Ardından da o his içerisinde rahatlamayı. Çünkü gördüm ki rahatladığımda ve acıyı görüp ona izin verdiğimde acının serbest kalmasını da mümkün hale getirebiliyordum. Yoğun kriyalarda matlarda ter dökerken ve kendi karanlıklarına ışık olmak üzere blokajlarını yakarken eğitmen adayları canlarım, sahnedeyken aynı şekilde onlara bağlanıp bu kez rahatlamayı denedim. İşe yaradı 😊 Kalbimde acı değil, ışığın kocaman alevi harladı. Eğitimin en unutulmaz anlarındandı ve kesinlikle kendi eğitmenlik anlayışıma da bambaşka bir boyut kazandırdı. Yaratım, Devamlılık ve Yıkım Bütünün Vazgeçilmez Parçaları Bu arada daha eğitime gitmeden bir gün önce kalbim yine JapJi’den bir Pauri söylemeye başladı. aykaa maa-ee jugat vi-aa-ee tin chaylay parvaan. İlahi Ana üç tanrıya hamile kalmış ve onları doğurmuştur. Yani doğanın devamlılığını sağlayan üç hal vardır. ik sansaaree ik bhandaaree ik laa-ay deebaan. Bunların biri Dünya’nın Yaratıcısı, diğeri dünyayı Ayakta Tutan, bir diğeri de Yıkımdan Sorumlu Olan’dır. Yani doğa kendini yaratır, sürdürür ve sonunda yok eder. Tıpkı bir ağacın yaprak ve çiçekle kendini donatması, meyve vermesi ve meyvelerini, yapraklarını dökmesi gibi. jiv tis bhaavai tivai chalaavai jiv hovai furmaan. Her şeyi İradesi doğrultusunda gerçekleştirir. Tüm bunlar onun Göksel Hükmü’dür. oh vaykhai onaa nadar na aavai bahutaa ayhu vidaan. Ne muhteşemdir ki O herkesi ve her şeyi izler ama kimse O’nu göremez. aadays tisai aadays. Önünde eğiliyorum, önünde tevazuyla eğiliyorum. aad aneel anaad anaahat jug jug ayko vays. ||30|| Esas Olan, Saf Işık, başlangıcı ve sonu olmayan. Tüm çağlar boyunca O Bir’dir ve Değişmemiştir. ||30|| Ve eğitim boyunca da zihinden bol bol bahsettiğimiz için üçlü dengenin önemini defaen anlattı kalbim bana. Yaratan, sürdüren ve yıkan, bir. Bunların herhangi birine verdiğim her tepki beni yargı alanına taşıyor ve oradaki asıl resmi kaçırıyorum. Döngünün asıl manasını kaçırıyorum. Bir blokajın içinden geçerken süreci yargılamamak, acının, kederin ya da gelen his her neyse o hissin akmasına izin vermek, o acının içinde rahatlayabilmek ve tüm bu akışa şahitlik etmek kaynağı şifalamak için şart. Dediğim gibi blogtan da paylaştım, son dönemde içimde bir kapak açıldı ve derinden kabaran bir acı dalgasının içindeyim bir süredir. Bu eğitimde acıya hem izin verip hem de bu acının içinde rahatlamanın, anı geldiğinde göz yaşlarımla onu serbest bırakmanın ve sevginin, can yoldaşlığının, kalpten kalbe bağlanmanın, sabrın, genişlemenin, kabulün, yargısızlığın, saygının... cennetin yeryüzündeki halinin yani nasıl şifa verdiğini an be an şükürlerle deneyimledim. Çok derinlerde bir yerlerde, ismine kaynak, evren, O, Işık ya da ne dersem diyeyim işte O'nun dokunuşlarını buldum. Bana dokunduğunu hissettim ve özgürlüğün, o sıcak aromanın, o öteden gelen hafifleme hissinin kokusunu, tadını bir kez daha içime çektim. Özgürlüğü bir kez gerçekten içine çektiğinde içinde tutsak olan bir yerler ölüyor. Yas tutmuyorum arkasından, yangına izin veriyorum, alevlerimin içinde mantraları tekrar ediyorum, aydınlığı çağırmaya devam ediyorum. Nereye gideceğimi bilmiyorum ama hangi yolda olduğum konusunda en ufak bir şüphe kırıntısı bile yok içimde. Fateh, ‘Burada kapıyı biraz araladınız. Gördüklerinizden kaçabilirsiniz ama gördüklerinizi bir daha unutamazsınız’ dedi haftayı kapatırken. Gördüklerimi hayatımın her anında bana hatırlatan kalbimin her atışına şükran doluyum. İçimden hep geçen dua ‘Kendimi bırakmama, Ben ve Sen olmama, Bir olmama yardım et’ Ve öyle de oldu. Sat nam. İstanbul, Mart 2018. Selin Peker ile 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’ne Özel Sohbet ve Meditasyon
Sat nam, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne özel olarak sevgili Selin Peker yaptığımız yayını Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz. Yayında, iki kadın, kendi deneyimlerimizi, hayata dair gözlemlerimizi ve gücümüzü geri almak, hayatta kaybettiğimiz ilham ve canlılığı geri kazanmak ya da artırmak üzere yapabileceğimiz Adi Shakti meditasyonunu sizlerle paylaştık. Meditasyon için detayları bir de buradan yazmak istiyorum. Çünkü meditasyon aslında 2 parçadan oluşuyor ve biz sizlerle ilk parçasını paylaştık. Meditasyonun ayrıntıları aşağıdaki gibi… AÇILIŞ MANTRASI: Meditasyona başlamadan önce açılış mantrasını 3 kere söyleyin: Ong Namo Guru Dev Namo (İçimdeki ve evrendeki yüce, ilahi bilgeliğin önünde eğiliyorum, yüce bilgeliği selamlıyorum.) MANTRA: Adi Shakti, Adi Shakti, Adi Shakti, Namo Namo Sarab Shakti, Sarab Shakti, Sarab Shakti, Namo Namo Pritham Bhagvati, Pritham Bhagvati, Pritham Bhagvati, Namo Namo Kundalini Mata Shakti, Mata Shakti, Namo Namo *Gurudass Kaur tarafından seslendirilen versiyonu dinleyebilirsiniz. ÇEVİRİSİ: Esas, ilksel gücün önünde eğiliyorum (ya da o gücü selamlıyorum.) Her yanı saran gücün ve enerjinin önünde eğiliyorum (ya da o gücü ve enerjiyi selamlıyorum.) Evrenin yaratırken kullandığı gücün önünde eğiliyorum (ya da o gücü selamlıyorum.) Kundalini’nin yaratım gücünün, İlahi Anne’nin Gücü’nün önünde eğiliyorum (ya da o gücü selamlıyorum.) Daha Fazla Bilgi: Adi Shakti Mantrası, evrendeki koruyucu ve üretken enerji ile yani ilahi annenin frekansı ile uyumlanmanızı sağlar. Bu mantrayı söylemek korkuları uzaklaştırır ve kişiyi hayat amacına yaklaştırır. POSTÜR: 1. Omurganızı mümkün olduğunca dik tutun ve bağdaş kurun. Dizlerinizde sorun varsa yine omurganız dik olacak şekilde bir sandalyede ya da bir koltukta oturabilirsiniz. Çenenizi hafif geriye alın, yüz kaslarınız ve omuzlarınız tamamen rahat olsun. BİRİNCİ BÖLÜM: 2. Dirseklerinizi bükün ve bedeninizin iki yanına doğru getirin. 3. Baş parmağınız ile yüzük parmağınızı birleştirin ve diğer parmaklarınızı dik konumda tutun. Avuç içlerinizi karşıya doğru çevirin. 4. El bileklerinizin omuzlarınızın ve kulaklarınızın hizasında olduğundan emin olun. GÖZLER: Kapalı. ZAMANLAMA: 31 dakika. BİTİRİRKEN: Derin nefes alın, nefesinizi serbest bırakın ve postürü kıpırdamadan koruyun. Ardından ara vermeden meditasyonun ikinci kısmına geçin. İKİNCİ BÖLÜM: MUDRA ve MANTRA: Aynı mudrayı koruyun. (Baş parmağınız ile yüzük parmağınız birleşik ve diğer parmaklarınız dik konumda, avuç içlerinizi karşıya bakıyor.) Karnınızı içeri doğru hareket ettirip, dilinizi her R’de damağınıza değdirerek HAR mantrasını yüksek sesle söylemeye başlayın. *Tantrik Har’ı kullanabilirsiniz. ZAMANLAMA: 4 dakika. BİTİRİRKEN: Derin nefes alın, nefesinizi 15-20 saniye kadar tutun ve nefesinizi ağzınızdan, ıslık çalarak serbest bırakın. Postürü kıpırdamadan koruyun. Bir kez daha çok derin nefes alın, nefesinizi 15-20 saniye kadar tutun ve yine ağzınızdan, ıslık çalarak tamamen serbest bırakın. Üçüncü kez derin nefes alın, nefesinizi tutun ve 15-20 saniye kadar bedeninizi, kaslarınızı sıkabildiğiniz kadar sıkın. Ağzınızı O şekline getirerek (gülle nefesi) hızlıca nefesinizi serbest bırakın. Ardından rahatlayın ve ihtiyaç duyduğunuz kadar sessizlikte, hareket etmeden kalın. Omurganızı esnetin ve birkaç derin nefes alın. Rahatlayın. Ardından 3 kere 'Sat Nam' (Gerçek Benim Kimliğimdir) mantrasını tekrar ederek meditasyonunuzu kapatın. Şifa olsun. Sat nam. Dolunayla sıkışan zihnimi, yürüyerek açmaya karar vermişken bir mantra düştü kalbime. Kalbim dedi ki gücünü idrak et ve ağırlıklarını bırakmak acı verse de bırak gitsin. Çünkü, feda diye bir şey yok. Çünkü, sen sonsuzsun ve biçimlerin ötesindesin. Çünkü, bu hayat senin yaratımın.
Son iki gündür bedenim artık bana ‘Dur lütfen!’ dedi. Kendime dair fark ettiklerimi hazmetmeden ya da görmezden gelerek koşmaya devam ettiğimde bedenim kendince beni uyarıyor. Duyabilirsem, ileri gitmesi gerekmiyor, duyamazsam bir tık artırıyor mesajının tonunu. Bu hafta sonu, sırtımdaki el dolunayın da etkisiyle biraz daha sesini yükselten bedenimi dinlemek üzere kendime kapandım. Beslenmek, dinlenmek, dinlemek, hazmetmek, açtığım kapıların ardındakileri daha yakından izlemek için. Yavaşlamak, zihni düzene sokmak açısından çok gerekli. Her yavaşlamayı başardığımda bunu bir kez daha fark ediyorum. Böyle zamanlarda yürüyüş meditasyonları ya da yaptığım her neyse onu meditasyon gibi, yüzde yüzümle o alanda kalmaya çalışarak uygulamak bana çok iyi geliyor. Bedende var olmak, bedene dönmek açısından olduğu kadar mata oturamayacak kadar dirençte olduğumda da bu çalışmalar çok işe yarıyor. Yürüyüşlerde ayak tabanlarımı, bedenimi, nefesimi hissederek, izleyerek yürüyorum ve bilinçli bir şekilde duygularımı izliyorum. Öfkeliysem ağzımdan derin nefesler alıp, yine ağzımdan derin nefesler veriyorum. Bazen ‘aaa!’ sesiyle nefesimi uzun uzun serbest bırakıyorum. Bazen bedenimin daha hızlı hareket etmek istediğini gözlemliyorum ve her adımımı bilinçli ve daha yavaş bir şekilde atmaya çalışarak, bedenimle el ele zihnimi yavaşlatıyorum. Bazen her adımımda bir mantra ekiyorum toprağa. 4 kerede nefes alıp (Sa, Ta, Na, Ma); 4 kerede nefes verdiğim (Sa, Ta, Na, Ma) meditasyon bunlardan biri örneğin. Ellerimi kollarımı sallayarak ve bedende sıkışık kalmış enerjiyi serbest bırakmak açısından ayakkabılarımı çıkarıp, toprağa yalın ayak basıp zıplamak ve aynı zamanda bedenimin monoton seslerle kendisini iyileştirmesine alan tanımak yine kullandığım yöntemler arasında. Anlayacağın, kalbim o gün neyi istiyorsa onu yapıyorum. Bazen sessizliği tercih etsem de bu meditasyon-yürüyüşler esnasında yaptığım şeylerden biri de yeni müzikler, mantralar keşfetmek. Kundalini Yoga’yla tanıştığımdan beri Naad Yoga, yani mantralar ve sesle şifa beni en fazla etkileyen alanlardan biri. Bazen rüyalarımda, bazen uyandığım anda, bazen youtube’da tesadüfen açılan bir videoda, işte hayat o anda nasıl istiyorsa öyle bir mantra gelip konuyor kalbime. Genelde souncloud’ta daha önce tespit ettiğim bir mantradan ya da setten başlıyorum dinlemeye ve akışta yeni parçaları keşfediyorum böyle adım adım. Bu iki gündür, yine böyle bir keşifle ve keşfimin mesajıyla bir farkındalıktan diğerine koşuyorum 😊 Geçen yıl Almanya Kundalini Yoga Festivali’nde tanıştığım, mütevaziliği, ışığı, derinliğiyle kalpten kalbe bağlandığım Simrit Kaur’un seslendirdiği Kudrat Kavan mantrası ve bendeki yansıması son birkaç haftanın özeti niteliğinde kalbime düştüğünden içimden geçenleri sizinle de paylaşmak istedim. Mantra dinlemek isteyenler için burada: https://soundcloud.com/simrit-kaur-music/kudrat-kavan-live-master-mp3-320 Olağanüstü bulduğum, ruhumu ince ince kanatlandıran müziği, bırakıyorum uzmanları değerlendirsin. Ben mantrayı ele almak istiyorum. Mantra, Kundalini Yoga pratiğinin ve sabah sadhanalarımızın bel kemiği Japji’den bir Pauri. (Japji’nin Türkçe çevirisini okumak isteyenler için link burada: (http://www.nurtaran.com/japjiguru-nanak.html) Mantra ve çevirisi şu şekilde: kudrat kavan kahaa veechaar. - Senin Yaratım Gücün nasıl söze dökülebilir? vaari-aa na jaavaa ayk vaar.-Senin için kendimi bir kez bile feda edemiyorum. jo tuDh bhaavai saa-ee bhalee kaar.- Yalnızca Seni memnun eden teşebbüsler iyilikle doludur. too sadaa salaamat nirankaar. - Ey Sonsuz ve Biçimlerin Ötesinde Olan! Mantranın bendeki yansımalarını yazmadan önce bir Japji uzmanı olmadığımı fakat son 3 yıldır hem çevirilerim hem de pratiğim esnasında Japji’ye dair içimde derin bir bağ olduğunu not etmek istiyorum. Kundalini Yoga’nın felsefesinde, tıpkı tasavvufta olduğu gibi Tanrı ve insanın bir olduğu anlayışı var. O yüzden Tanrı, O, Bir gibi ifadelerin geçtiği her yere, ben, evreni, üst benliğimi, bütünü yerleştiriyorum. kudrat kavan kahaa veechaar. - Senin Yaratım Gücün nasıl söze dökülebilir? Üstteki notumdan da hareketle Tanrısal özelliklerden biri olan ‘yaratım gücü’ kişinin üst benliğine ait bir özellik. Bu, hayatımızdaki her detayı bizim yarattığımız, ya da bütünün bir parçası olarak bu detayların da bir parçası olmayı bizim seçtiğimiz anlamına geliyor. Bu, bizim sözün ötesindeki gücümüz. Sayısız karmaşık denklemle karşımıza çıkan, bize ‘Dünya küçük’ dedirten ve söze dökülemeyen yaratım gücü, kolektif yaratımımız bizim sorumluluğumuzda yani. Guru Nanak diyor ki ‘Hayatının, bu düzenin, yaratımın tümü, sayısız yansımanla, hayatına girmiş her insanla, gözünün değdiği her şeyle senin yaratımın. Öncelikle bunu sahiplen çünkü bu sözün ötesinde bir güç. Kendi gücünün farkına var. Bu gücü zihinle anlaman mümkün değil çünkü zihin ancak sözle ifade edileni, mantıkla açıklanabileni anlar. Bu anlamların ötesinde bir güç ve bu nedenle karşılaştığın her şeyi olduğu gibi gör, gözlemle, kabul et. Güç, burada gizli ve bu gizi söze dökmek mümkün değil. vaari-aa na jaavaa ayk vaar.-Senin için kendimi bir kez bile feda edemiyorum. Feda, özellikle Türkiye’deki anlamıyla kulağa biraz kurbanlaştırma gibi geliyor. Fakat burada bambaşka bir anlamı var aslında. Ölmeden ölmek, küllerinden doğmak, hamken pişmek, sana hizmet etmeyen ne varsa onunla bağını kesmek burada kastedilen feda… Bazen gelen e-maillerle, bazen mesajlarla ve derslerde her daim açıkça paylaşıyorum. Kendime dair edindiğim bazı farkındalıklar istesem de istemesem de acı veriyor, canımı yakıyor. Kabul etmekte zorlandığım yönlerim, tanımlarken cam kırıkları halinde kalbime batan duygularım, kıskançlıklar, kibir, kendini sevme-sevememe halleri, öfkeler, geleceğe takılıp kalma, kendine, başkasına, hayata yetememe, yetişememe, mükemmel olmadığını fark etme, kabul etme, depresyon, tıkanıklık, acelecilik, sabırsızlık, yalnızlık, desteklenmeme, sevgisizlik, bencillik, suçluluk, utanç duygusu… O kadar uzun bir liste yazabilirim ki buraya. Bu yolda, kendime doğru yaklaşmak için attığım her adımda içinden geçmek zorunda kaldığım korkular, kalıplar, sıkışıklıklar, sınırlar. Bu, özellikle deneyimlerken kötücül, karanlık, olumsuz olarak tanımlanan duygulardan, hislerden ve farkındalıklardan geçerken inanç kalıplarımı yıkmam, egomun bir kısmını yakmam, kül etmem, vazgeçmem, bırakmam, bağ koparmam gerekiyor. İşte feda zannettiğim şey bunu yaparken duyduğum acı. Ayrılık acısı. Güvenli alanıma, o bildik kalıplara veda etmenin, bilinmeze doğru açılmanın acısı. Karşı kıyıya geçerken geride bıraktıklarımın acısı. Oysa ki feda diye bir şey yok çünkü o geride bıraktıklarımın her biri beni özgürleştirmek için benim yarattığım deneyim içinde kapımı çalan ziyaretçiler. Kapıyı açıp dertlerini dinlediğimde ve kendime, deneyime nazik davranıp onları göndermeye cesaret edebildiğimde feda zannettiğim bana kanat oluyor. O zaman, deneyimlerin bana getirdiği, kendi kaderimi gerçekleştirmek için yürürken ağırlık bıraktırmaksa; kendi sınırlarımı yine kendim için feda ediyorum. O zaman feda diye bir şey olabilir mi? Şu durumda yapmam gereken tek şey fark etmeye ve serbest bırakmaya devam etmek. Kendimle el ele. Kendimin yanında olarak. Hiçbir şeyi suçlamadan, beklentisizce, varsayımlardan uzaktaki o nötr alanda. Çünkü feda diye bir şey yok. Hep genişlemek var, hep büyümek var, hep yükselmek var. jo tuDh bhaavai saa-ee bhalee kaar.- Yalnızca Seni memnun eden teşebbüsler iyilikle doludur. Öyleyse atmam gereken adımları anlamak için yapmam gereken tek şey ruhumla hizalanmak. Eğer adımım O’nun bir parçası ve O’nun ta kendisi olan ‘Ben’i memnun ediyorsa ‘iyi’, ‘doğru’, ‘gereken’ adımı atmış oluyorum. Eğer attığım adım bana neşe, coşku, keyif, ilham veriyorsa ancak o adımı atmalıyım. Kendi kaderimi algılamamın tek yolu da bu. too sadaa salaamat nirankaar. - Ey Sonsuz ve Biçimlerin Ötesinde Olan! Çünkü ben, içimde taşıdığım Tanrı parçacığı ile aslında sonsuzum ve biçim, şekil, söz, mantık, kalıplarla tanımlanamayacak bir varlığım. Sat nam derken de bunu kastediyoruz işte. Gerçek, benim kimliğimdir. Gerçek olarak nitelendirdiğimiz sonsuz ve biçimlerin ötesindeki benliğimiz ve biz aslında o benliğin ete kemiğe bürünmüş haliyiz. **** Tek bir dörtlük ile günlerdir yaptığım korku çalışmalarının özeti kalbime böyle akıverdi işte. Zihnimle bazen her şey tekrarlanıyor zannetsem de; kalp, bana yolun yatay değil dikey olduğunu, kanat takmanın, cesaretle, deneyimini, kendi gerçeğini görmekten geçtiğini gösteriyor. Sonunda dönüp dolaşıp ‘Yaşadığım her şeye ama istisnasız her şeye binlerce şükürler olsun’ noktasına geliyorum ya buna da şükürler olsun. Çünkü feda diye bir şey yok. Çünkü ben sonsuzum. Çünkü yavaşladığımda kalbim hep söylüyor, ben de dinliyorum. Çünkü o hep en doğrusunu biliyor. Çünkü güveniyorum. Güveniyorum. Güveniyorum. Çünkü kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Sat nam. İstanbul, 3 Mart 2018 |
Nur Taran
|