Bu grafitiyi Kadıköy’de gördüğümde içimden pek tanışık olduğum bir ses gülerek soruverdi anında: Hakikaten Nur, sizin derdiniz ne? Nedir bu sevgiliye duyulan aşktan farksız, kalbini tanımlayamadığın şekilde pıt pıt koşturan? Nedir bu Kundalini Yoga aşağı, Kundalini Yoga yukarı? Kardeşim bir Tweet okudu geçen gün ‘Saat 9’da yataktan fırlayıp kalkanın hayatı çok seviyor olması gerekiyor’ diyordu arkadaşı Tweet’inde. Kendi kendime düşündüm ‘Sabah 4.00’te sadhanaya (sabah pratiği) kalktığıma göre hayata baya aşık olmalıyım!’ Hayatı bana 4’te sıcak yatağımı bıraktıracak, uyanıp, soğuk sularla yıkanmaya beni ikna edecek ve mata oturtacak kadar çok sevdiren Kundalini Yoga’nın marifeti ne? Ben melankolik doğdum. Evet, resmen doğduğumdan beri içimde bir küçük Emrah’la yaşıyorum. ‘Doğduğuna pişman’ derler ya, işte öyle. İçimde hep bir üzüntü, bir acı hali, bir kurbanlık ve tabi bolca depresyon eğilimi vardı. 13 yaşımdan, 30 yaşıma kadar her mevsim geçişinde, her dolunayda, her dost çalkalanmasında, her ‘evet’te, her ‘hayır’da, sınavların öncesinde ve sonrasında, kalbim minicik hopladığında ve bariz şekilde kırıldığında, onaylanmadığımda, uyumlanmadığımda, anlayamadığımda ve anlatamadığında ben genellikle depresyona girdim. 17 yaşında endişe bozukluğu diye bir etiket de verdi psikiyatrist zihnime. Senelerce ‘Bende bozuk bir şeyler olduğu belli zaten’ diyerek yaşadım. Bozuktum ben. Ondan hayatı alttan almalıydım. Ondan bol bol kapamalıydım bu ‘bozukluğun’ üzerini. Ondan hissetsem de hissetmiyormuş gibi yapmalıydım... Bir gülümseme takmalı yüzüme her durumda öylece gülümseyebilmeliydim. Neyse böyle böyle 2010’a kadar bir şekilde hayatta kaldım :))) Yaşadım gibi değil de hayatta kaldım gibi geliyor gerçekten şimdi dönüp baktığımda. 2010’un kış soğuğunda ben yine ve bir kez daha evlenmekten vazgeçmiş (😊), ağır bir depresyonun kollarına atmıştım kendimi. Fakat bu kez bir arkadaşım buna bir son vereceğimizi söyledi ve kolumdan tuttuğu gibi beni yogaya götürdü. Dalga geçtim ve dedim ki ‘Ya ne yogası, rakı yok mu rakı?’ :) Rakı yoktu bu kez, yoga vardı. Birkaç bende hiç dikiş tutmayan klasik yoga dersinin ardından kendimi Esra Banguoğlu’nun Kundalini Yoga dersinde buldum. O derste kalbime bir şeyler oldu. Hiç beklemediğim, hiç ihtimal vermediğim, garip bir şey... Tam ortasından açıldığını hissettim kalbimin, bir nar gibi, çat diye hem de ve ağlamaya başladım. Sanki yıllardır ifade edemediğim her şey göz yaşlarımla akıyordu. Sanki içimde bir ömür boyu bana kendini duyurmaya çalışan bir ses vardı da ben onu hiç duyamamıştım ve oradaydı işte. İçim dışıma çıkıyordu. İç sesimin sesi yükseliyordu. ‘Ne oluyor ya? Ben buraya iyi olayım diye geldim. Herkesin ortasında neden ağlıyorum?’ bile diyemedim. Çünkü ağlarken hissettiğim başka şeyler vardı. Hissetmeyi özlediğim şeyler, aslında sanki doğduğumdan beri hissetmeyi beklediğim şeyler. Eve varmıştım sonunda sanki. Daha doğrusu evin varlığını hatırlamıştım. Bu güçlü deneyimin ardından birkaç kere daha hevesle gittim Kundalini derslerine. Her ders birbirinden farklı şeyler fısıldıyordu içim bana. Kendime değer vermediğim ilk farkına vardığım şeylerden biriydi mesela. ‘Öyle bir şey mi varmış ya?’ diye şaşırıyordum! İnsanın kendine değer vermesi bencillik değil miydi? ‘O iş öyle değil’ dedi içim. ‘Kendinde değer vermenin yolu, kendini koşulsuz kabul etmekten geçer. Kendini koşulsuz kabul etmek için önce aydınlığını da karanlığını da görmelisin ve özgürleşmeli, özgün Nur’u tanımalısın.’ İçimde bu diyaloglar başladıktan sonra fark etmeye başladım maskelerimi. Ben meğerse gerçek değilmişim. Ben meğerse hep -miş gibi yaşamışım. Ben meğerse kimlikler yaratmışım kendime ve hepsini ben zannetmişim. Bu meğerseler arttıkça içimde olağandışı bir süreç başladı. Meğerselerimi fark etmek ayrı, kabul etmek ayrıydı. Çünkü gördüklerimi kabul etmek zordu evet ama buna mat üzerinde 2 saat yaptığım hareketlerin, meditasyonların vesile olduğunu kabul etmek bildiğin delilikti. :))) Nasıl yani? Ben maske takıyorum, kendimi sevmiyorum, beni bilinçaltım yönetiyor demek? E o zaman bütün hayatım yalan! Çalıştığım yerden nefret mi ediyorum? E ben buralara gelebilmek için günde 12 ila 18 saat çalışmadım mı? Peki ben kimim o zaman? Kendime yalan mı söylüyordum bugüne kadar? Neee!? Depresyonumun nedeni bu mu? Ben aslında sürekli gülümsemek değil avazım çıktığı kadar bağırmak mı istiyorum? Bu ve bundan hallice yüzlerce soru kafamda dönüşmeye başladım. Önce kendime ‘kurduğum’ hayatı bıraktım ve Hindistan’a gittim. Yok, öyle yogayı keşfettiğim için değil, kendimi bildiğim her şeyden ve herkesten uzaklaştırmak için. Tabi hiç kimseye benzetemeyince kendimi hippi miyim acaba diye de sormadım değil… Hoş, orada hiç de hippi olmadığımı anladım ya. Neyse, bunu başka zaman yazarım 😊 Matın üzerine oturmaya ikna olamasam da kulağımda mantralar, telefonumda Yogi Bhajan’ın Sözün Gücü kitabı 4 ay Hindistan’da kendimi tanımaya, kendimi tanımaya zaman ayırmaya, tek başıma kendimi keşfe çıktım. İstanbul’a döndüğümde ilk yaptığım şeylerden biri elimdeki son parayla koşarak sevgili Şermin Abik’in dersine gitmek oldu. Şermin bana pırıl kalbiyle ‘Devam et’ dedi. ‘Kalbindekine inanmaya devam et!’ (Ki hala varlığıyla bana bunu hissettirir. Minnettarım.) Ve devam ettim kalbimi görmeye. Uzun bir yola çıktım. Adım adım ve her adımda deri değiştirerek. Direndim, uzaklaştım, defalarca bırakmanın eşiğine geldim ve hep kalbim, ışığım beni mata geri oturttu ve her geri dönüşüm cennete, pırıltılı bir yükseliş kutlamasına; depresyonum şifalanmak ve şifalamak için geçtiğim bir tünele dönüştü. Yani sorarsan derdin ne senin diye… Kundalini Yoga yaparken derdim özgürleşmek. Bana öğretilenlerden, bana ait olmayanlardan, kabuklarımdan, yaralarımdan, yargılarımdan, eleştirilerimden, şikayetlerimden, karşılaştırmalarımdan, ben olmayan her şeyden özgürleşmek. Kendim gibi olmak derdim. Birilerine benzemek, birilerinden daha üstün ya da daha altta olma düşüncesi olmadan. Rahatlamak. Hayata güvenmek. İnsana güvenmek. Birliğe güvenmek. Dinlemeyi ve ilham almayı öğrenebilmek. Yükselmek ve yükseltmek. Hayatın iniş çıkışlarında keyifle kendi oyunumu oynamak. Neşeyi, keyfi deneyimlemek, paylaşmak. Derdim benim hayatın balından tatmak. Hayatın şiirini, mucizesini görmek. Dengelenmek. Şifalanmak, şifalamak. Bana iyi geleni paylaşmak derdim. Ondandır mata dönüşüm. Ondan derslere koşmam. Ondan yani bu aşk. Derdim benim ışığı çoğaltmak. Çünkü Ben Ben’im ve Biz Bir’iz. Ve her Kundalini Yoga kavuşmasında, mata her oturduğumda, ellerimi kalbimin önünde her birleştirdiğimde bunu tekrar tekrar yaşamak beni Kundalini Yoga’ya aşık etti. Gelin canlar BİR olalım. Sat nam. Ocak 2018.
0 Comments
|
Nur Taran
|