Sat nam, Bu Yeni Ay’da her şey su gibi ferahça, tertemiz aksın, yenilensin, ‘yeni olan’ bütünün en yüksek hayrına yeşersin niyetiyle… Son dersimde yaptığımız kriyada uzun uzun Guru Arjan Dev tarafından kaleme alınmış Narayan Shabd’ı dinledik. Ders sonunda hepimizin içinde gürül gürül bir ırmak akıyordu sanki. Shabad’ı söylerken dilimin damağıma her dokunuşu tatlı, ilahi bir masaj, bir ‘hayatın akışına güven’ fısıltısıydı. Şu günlerde eril enerji bizi kendimize ve dolayısıyla diğerlerine daha mesafeli bir yerlere çekiyor. Savaşlar, bombalar, alan savunmaları, net kararlar verme kaygıları… hem materyal dünyada hem de duygusal dünyamızda bir enkaz kurtarma çalışması sürüyor. Tam bu noktada akışkanlığa, zarif manevralara, daha fazla şefkate, arınmaya ve ferahlamaya ihtiyaç duyuyorsan, dileğim, Yeni Ay’da Narayan Shabd’ın beni rahatlattığı gibi seni de rahatlatmasıdır. (Öyle de oldu.) Narayan, İlahi Kaynak’a verilen pek çok isimden biri ve kaynağın bu yönünde suyun nitelikleri titreşiyor. Bir çiçeği toprağa ektikten sonra çiçeğin yaşaması ve çoğalması için su hayati önem taşır değil mi? Shabad’ta tekrar edilen Narayan (Yaşam Pınarı, Yaşamın Su ile temsil edilen Özü) da ruhu kendi güzelliğine ve zarafetine açılması için adeta suluyor, besliyor, iyileştiriyor. Yaşamın yeniden yeşermesini, çiçek açmasını sağlıyor. Bu Shabad kaybedilen ne varsa, neşe, yaratıcılık, ilham, coşku, sağlık… yerine gelmesini ve yaşamın bolluk ve bereketinin yeniden akmasını da sağlıyor. Shabadların çevirisi çevirmenin o andaki bilgeliği kadar doğru olabiliyor. Birkaç kaynaktan aldığım karşılaştırmalı metinlerle içime sinen böyle bir çeviri oldu. Hata yaptıysam affola. Sat nam. Narayan Shabad naam niranjan neer naraa-in. rasnaa simrat paap bilaa-in. ||1|| rahaa-o. naaraa-in sabh maahi nivaas. naaraa-in ghat ghat pargaas. naaraa-in kahtay narak na jaahi. naaraa-in sayv sagal fal paahi. ||1|| Püripak ve İlahi Olan’ın İsmi, Yaşam Pınarı’dır (naaraa-in). Acılar ve suçluluk duyguları arınır dil O İsmi zikrettiğinde, İlahi Yaşam Pınarı, herkesin ve her şeyin içindedir. İlahi Yaşam Pınarı, tüm kalpleri aydınlatır. İlahi Yaşam Pınarı’nın İsmi’ni zikreden, acıya ve karanlığa düşmez. İlahi Yaşam Pınarı’na hizmet ederek, tüm faydalı ödüller kazanılır. ||1|| naaraa-in man maahi aDhaar. naaraa-in bohith sansaar. naaraa-in kahat jam bhaag palaa-in. naaraa-in dant bhaanay daa-in. ||2|| İlahi Yaşam Pınarı zihnimdeki destektir. İlahi Yaşam Pınarı, dünya okyanusunu geçmek için bindiğim gemi. İlahi Yaşam Pınar’nın İsmi’ni zikret ve ölümün elçisi ardına bakmadan kaçar. İlahi Yaşam Pınarı acı verici bağlılıklara ve hilelere galip gelir. ||2|| naaraa-in sad sad bakhsind. naaraa-in keenay sookh anand. naaraa-in pargat keeno partaap. naaraa-in sant ko maa-ee baap. ||3|| İlahi Yaşam Pınarı, sonsuza dek ve her daim affedicidir. İlahi Yaşam Pınarı, beni huzur ve neşeyle kutsar. İlahi Yaşam Pınarı, kendi görkemini ortaya dökmüştür. İlahi Yaşam Pınarı, kendini adamış olan ruhun hem annesi hem de babasıdır. ||3|| naaraa-in saaDhsang naraa-in. baaraN baar naraa-in gaa-in. basat agochar gur mil lahee. naaraa-in ot naanak daas gahee. İlahi Yaşam Pınarı, Saadh Sangat’ta, sevgiye adanmışların yanında hissedilir. Tekrar tekrar İlahi Yaşam Pınarı’na övgülerin şarkısını söylerim Guru’m ile tanışarak, aklın sırrına eremediğini anladım Hizmetkar Nanak İlahi Yaşam Pınarı’nın desteği ile ödüllendirildi.
0 Comments
Evrene güven’ sözü bazen gerçek manasıyla kullanılsa da bazen de New Age saçmalıklarının arasına karışıp havada kalıyor. İnsanın egosu ayaklanmış, her şeye cephe almış, savunma moduna geçmişken ‘Evrene güven’ desen ne olur, demesen ne olur? Peki, hem ihtiyaç duyduğum şeyi tepkiselleşmeden almak hem de evrene tamamen güvenmek mümkün mü? Son 3 yıldır görmezden gelemediğim, son dönemde ise artık birebir gözlerinin içine baktığım bir konu var: Hayata duyduğum güvensizlik. Geçen hafta sonu Güneşli Ev’de Kendin Olma Sanatı üzerinde çalıştık. Ben’in ve ötesinin farklı yönlerine bakarken bunun bir parçası olarak Korku ve Acıyı Serbest bırakma üzerine bir Yeniden Doğum çalışması yaptık. Onun üstüne Aile Dizimi’nde otorite başlıklı çok derin bir çalışma daha eklendi. Ve içimde bir süredir orada olduğunu bildiğim o büyük kapak ardına dek açıldı. Kendi içimde derinlerden yükselen öfke&korku&acı dalgasının boyumu aşmasını sonra da her yanıma dağılmasını iki ayağımın üzerinde durarak izledim. Öfkemi ve tetik noktalarını incelediğimde egom ‘alanıma müdahale edildiğini, sınırlarıma saygı duyulmadığını’ söylüyordu. Sen de biliyorsun,öfke varsa bir altında serbest kalmayı bekleyen bir korku var. Korkuya doğru indim. Korkunun oluştuğu yerde, çocukluğum, ergenliğim ve üniversite yıllarındaki halimle kopyalanarak uzanan ve bugünüme taşınan ‘Hayatta kimseye güvenmiyorum. Hayatta hiçbir şeye güvenmiyorum. Hayatın kendisine güvenmiyorum’ inanç kalıbını bir kez daha buldum. Burada, bu inanç kalıplarıyla, ya da içimde kendini yalnız, çaresiz, geçmişle boğulmuş, yük altında ve üzgün hisseden yanımla karşılaştığımı, o yanımla vakit geçirdiğimi çok kolay yazmadığımı ve yazması bir yana bu hislerin ve duyguların içinden kendimce zorlanarak geçtiğimi özellikle yazmak istiyorum. Bu satır aralarında bir hayli ağırlık var anlayacağın. Diyeceğim o ki, sen de zorlanıyorsan eğer bu yanınla karşılaşmakta ya da hatta korkuyorsan bundan bil istiyorum, YALNIZ DEĞİLSİN. Bunlar, gerçekten derinlerde kaldığım, bedenimi ve hislerimi her şeyi bir kenara bırakıp gözlemlediğim, şifalanmak için kendime samimiyetle alan açtığım ve bol bol yazarak, meditasyon yaparak bana acı veren ne varsa içinden geçmek için ‘sabrettiğim’ zamanlar. Geçiyor, biliyorum ama gerçek kendime ulaşmak için geçmesi konusunda sabırsızlık etmeden o halin içinde rahatlamanın bir yolunu bulmam gerekiyor. Böyle anlarda çok sıkışık ve çıkmazda hissediyorsam, öğretmenim Sat Hari’ye yazıyorum. Bu haftasonu ona şöyle yazdım: ‘Sat nam, Her zaman aynı döngü içerisinde ilerliyorum ve gerçekten hayata güvenmediğimi fark ediyorum. Bunu ne kadar şifalamak istesem de ortada bir BEN kavramı olduğu sürece imkansız gibi gözüküyor gözüme. BEN’i eritirsem de her şey anlamını yitiriyor ve herhangi biri olmak istemiyorum. Kendimi dengelemekte zorlanıyorum ve kendimi üzgün, öfkeli ve çaresiz hissediyorum. Gerçekten çok yoruldum.’ Sat Hari bana her zaman yaptığı gibi birkaç soru daha sordu ‘Hayata güvenmiyorum derken tam olarak neyi kastediyorsun? Sence neyin şifalanması ve neyin dengelenmesi gerekiyor?’ Nötr zihinden sorulan sorular her zaman bana içinde sıkışıp kaldığım yere bambaşka bir gözle bakma yetisi kazandırıyor. Öğretmenlere, spiritüel rehberlere bu yüzden ihtiyaç duyuyorum; nötr olamadığım alanlarda onlardan nötr sorular alabileceğimi bildiğim için; egomu dönüştürmek için bana yardım ettikleri için. Tek bir soru bana şunu bir kez daha gösterdi örneğin; bazen, soru ya da sorun dışımdan geliyor gibi görünüyor bana (ki dışarıdan da geliyor olabilir ama bende karşılığı yoksa hiçbir sözden tetiklenmiyorum. Bende hiçbir dalgalanma, his yükselmesi ya da duygu yaratmıyor yani.) Fakat egom ortaya atılıp ‘Sen hayata güvenmiyorsun!’ gibi büyük etkisi olacak ifadeler kullandığında ‘Hayata güvenmiyorum derken neyi kastediyorsun?’ sorusu egonun bakışlarını başka yana çevirmek açısından faydalı oluyor. Kendime sordum: Hayata güvenmiyorum ama nasıl güvenmiyorum? Bu güvensizliği nerede hissediyorum? Ve zihnim o güne kadar büyüklerimden, çevremden, arkadaşlarımdan gelen bazı cümleleri saymaya başladı: ‘Sana değil, çevreye güvenmiyorum.’ ‘Hiçbir iyi niyet cezasız kalmaz.’ ‘Güvenmemeyi, güvendiğin insanlar öğretiyor.’ ‘Hayat çok adaletsiz.’ & ‘Hayat çok acımasız.’ ‘Kimseye güven olmuyor, görüyor musun?’ (özellikle gazete okunurken, TV’de haberler izlenirken) ‘Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.’ Sat Hari’ye yazdım: ‘Hayatta hep bir şeylerin ters gideceğine inanıyorum. İyi bir şey deneyimlerken bile bunun biteceğine, bir sonu olacağına, hiçbir şeyin tam manasıyla iyi, hiç kimsenin tam manasıyla iyi niyetli olamayacağına dair düşüncelerle uğraşmak zorunda kalıyorum. İlişkiler konusunda derinleşince kendimi güvende hissetmiyorum. Her daim korunma modundayım. Negatif zihnim çok fazla çalışıyor. Aşırı endişelere kapılabiliyor ve korunmacı olup kendimi kapatabiliyorum. Bir diğer yandan, aşırı çalışan negatif zihnimin üzerini örtmeye çalışan pozitif zihnim var. Endişelendiğim ne varsa hepsinin üzerini türlü yollarla kapamaya çalışıyor. Ve bunu yapmak için tüm enerjimi kullanıyor. Ve bu sürekli arka planda devam eden çabayı gözlemleyip hayata hala teslim olamadığımı gören ve acı çeken yanım var. Aynı zamanda bilinçaltımdaki bu inanç kalıplarının kökleriyle yüzleşiyorum. Sanki çocukluğum, ergenliğim, yetişkinliğimi aynı anda yaşıyorum ve her farklı dönemim farklı bilgiler gönderiyor. Başkalarının acılarını da kendi içimde hissediyorum. Bu acının şifalanmasını ve bu dualitenin dengelenmesini istiyorum.’ Sat Hari’den gelen yanıt: ‘Pozitif alan ve negatif alan arasındaki salınımlar zihin için son derece normal bir çalışma ilkesi. Her ikisini de gözlemle, onların söylediklerine göre yaşamak ya da adım atmak zorunda değilsin. Meditasyon yapmamızın temel nedeni nötr alanı deneyimleyebilmek, bu düşüncelerden ya da hislerden uzaklaşmak değil. Orta noktada nasıl şifalanabiliriz onu görmek. Sana 4 tane meditasyon veriyorum: Sat Kriya, ‘Ben Tanrı’nın Zarafetiyim’ meditasyonu, Kirtan Kriya ve Sodarshan Chakra Kriya. Bunlar, duygularını dengelemene ve yönlendirmene yardımcı olacak ve gün ışığı gibi net ve parlak olmanı sağlayacak. Meditasyonun süresi konusunda dikkatli ol ve sabırlı davran. Süreleri yavaş yavaş arttır. Karnına odaklanmayı unutma. Sağlıklı, mutlu ve ilahi olmak senin ve tüm insanların özünde, doğasında var. Buna köklenmek için bu süreçten geçilmesi doğal. Her şey yolunda. Sat nam.’ Bugün meditasyonlarıma başladım (PS: Yakın zamanda bu meditasyonların tümünün açıklamasını hazırlarım. Kirtan Kriya burada: https://www.nurtaran.com/kundalini-yogablog/7396532). Böyle anlarda disiplinime sarılmaktan başka çarem kalmıyor. Çünkü ne kadar dirençle bunu yaparsam yapayım her seferinde ‘Bunu yapmak kendim için yapabileceğim en doğru şeydi’ diyorum.) Meditasyondan sonra şöyle bir tartışma başladı içimde: ‘Evrene güven’ sözü bazen gerçek manasıyla kullanılsa da bazen de New Age saçmalıklarının arasına karışıp havada kalıyor. İnsanın egosu ayaklanmış, her şeye cephe almış, savunma moduna geçmişken ‘Evrene güven’ desen ne olur, demesen ne olur? Peki, hem ihtiyaç duyduğum şeyi tepkiselleşmeden almak (ihtiyaç duyduğum şey alan, saygı, anlayış, anlaşma, bilgi, yanıt vs. her şey olabilir artık bunun adına ne derseniz) hem de evrene tamamen güvenmek mümkün mü? Kalbimden gelen yanıt şöyle: Güvenmek hiçbir şey yapmayacaksın anlamına gelmiyor. Diyelim ki bir olayla karşılaştın. Eğer içinde bir tetiklenme ve tepki oluştuysa bunun tam ihtiyacın olan şey olduğuna güvenmekle başlıyor süreç. Hislerini, duygularını takip edip inanç kalıplarına ulaşmak ve bir katman daha özgürleşmek için önünde şifalı bir alan açıldığına güvenmek atacağın ilk adım. Sonra içindeki tüm sesleri dinlemek ve kendini nötr alandan adım atmaya, kendini ifade etmeye, varlığına ve bütünün var olma hakkına saygı duyarak alanını çizmeye hazırlamak. Yani hayatının sorumluluğunu almak. Şefkatle, kabulle. Bunun ardından, büyük resme baktığında her şeyin olması gerektiği gibi olduğuna ve ihtiyaç duyduğun şeyin şu an sonuç ne olursa olsun sana geleceğine inanmak, işte hayata güvenmek bu. Biriyle ya da bir sonuçla alakası yok yani. Senin akışa ve kendi adaletine güvenmenle alakası var. Herhangi bir işi yaparken hazırlığını gerektiği gibi yapman, pratik yapman ve sonra da zamanı geldiğinde bunları uygulaman gerekiyor elbette. Fakat sonuçları kontrol altında tutamazsın. Güvensizliğin nedeni hayatı kontrol etme kaygısından geliyor çoğu zaman. Bazen sonuç odaklı yaşayarak kendini makineler gibi çalıştırıyorsun. İstediğin sonucu alsan bile ‘sana yetmediği’ için kendini cezalandırabiliyorsun. Bu seni yalnızca mutsuz ediyor. Sanki burnun tıkalı olduğu için kokusunu alamadığın dev bir gülün önünde durmak gibi. Hayata güvenmek, kendi kendinin yanında olacağına, kendini kutlayacağına, kendinle barışacağına ve hizalı adım atacağına duyduğun güvenle doğru orantılı. Çünkü hayatının kahramanı sensin ve sen kendi kahramanlığına güvenirsen ancak hayatında olanlara güvenebilirsin. Bunun için kendini, bedenini, zihnini, bilinçaltını daha fazla tanıman, kendine daha fazla yakınlaşman en yapıcı yol. ….. Geçmişte hayal kırıklığına çokça uğrayanlar için güvenmek zor, biliyorum. Ve evet, kendimden biliyorum tabi ki. Bir kere tam manasıyla sorgulamadan güvenip ‘ihanete’ uğradığında artık karşılaştığın her şeyi tehdit olarak algılıyor insanın içinin bir yanı, doğru. Her şey yolunda giderken ‘Boşver, elinden geleni yap sonra evrene güven bak çok güzel oluyor’ demek çok kolay bunu da biliyorum, ama karman çormanken için bana ‘Evrene güven ya sen yine de boşver’ falan dediklerinde ne yalan söyleyeyim ben de deliriyorum. Buna şöyle bir adım ekledim son ‘güvensizlik atağımı’ yaşarken. Kendi içimde öfke, korku, çaresizlik, güvensizlik, incinmişlik buldum ve kendime dönüp ‘Peki hangi gerçekliğin peşinden gitmeyi seçiyorsun?’ diye sordum. ‘Hayata hiç güvenmeden yaşayabilirsin, bu artık kendine güvenmemek demek bunu biliyorsun, ya da güvenmeyi tercih edebilirsin bu her halini yargılamadan kabul etmek demek bunu da biliyorsun.’ Bu sorunun yanıtı net olarak verebilmem için şunu söylemem gerekiyor kendime önce: İçimde fırtınalar koparken kendime ‘Bugün çok pozitif olacağım. Hayır, kendimi halsiz falan hissetmiyorum. Tamam bu dramayı dinlemek istemiyorum artık’ falan dersem yaptığım tek şey kendimi kandırmak, duygularımı bastırmak oluyor. Çünkü yavaş yavaş anlıyorum ki, kendi kendimin yanında olacağım hissi benim içimde yeterince köklü olmadığında ben hayatı, Tanrı’yı ya da başkalarını eğlendirmek, onları memnun etmek için yaşadığım hissine kapılıyorum ve bu bana acı veriyor. Bu, beni hayattan soğutuyor. Bir şekilde içimdeki bir alanda hep ‘Sıra bana ne zaman gelecek?’ sorusu dönüyor. Yani dışarıdaki kaosun yalnızca içimdeki ilgilenmediğim yanıma dönüp, onun bana güvenmesini sağlamakla çözüleceğini görüyorum. Güven, kendime duyduğum sevgi, şefkat, sabır ve bağlılıktan filizlenebilir ancak, başkalarından ya da dışarıdan değil. Kendime duyduğum bu saygı ve sevgi güçlendiğinde bu bencillikten ötede bir bilme ve olma halini beraberinde getiriyor, bunu dalga dalga hissedebiliyorum ve anlıyorum ki bu hal, dışarıdan gelen hiçbir etki ile sarsılamaz. Sadece biraz zaman ve sabırla emek vermek, ihtiyacım olan tek şey bu. Ve reklamda dediği gibi buradaki anahtar cümle şu: ‘Ben buna değerim.’ Ben bunları yaşarken, Yogi Bhajan, bugün şu sözü ile karşıma çıktı: “Hiçbir gerekçeye ihtiyaç duymaksızın her şeye güvenin. Herkese güvenin. Hiçbir şey beklemeyin. Hiçbir şeye ihtiyaç duymayın. Hiçbir şey istemeyin. Hiçbir gerekçe olmaksızın her şeye güvenen kişi Doğa Ana ve Göksel Baba tarafından (dişil ve eril dengesinden bahsediyor) şartlar ne olursa olsun desteklenecektir. Ruhumuzla konuşalım, ruhumuzun bizimle konuşmasına izin verelim. Bedenin ve zihnin sınırlarının ötesine geçelim. Ruhumuzla anlaşalım ki, ruhumuz da yaratımın doğasıyla anlaşsın. Ruhun ışığının ve gücünün dostumuz, yoldaşımız, ilişkimiz olmasına izin verelim. Kendinize, yaşayan benliğinize şükredin. Bilinçli olarak sezgilerinizden size yol göstermesi için yardım isteyin. Bilinçli olarak cesaretinizden içinizdeki karmaşa ile yüzleşmeniz için yardım isteyin. Zarafetinizden güvensizlikle yüzleşmesi için yardım isteyin. Depresyonunuzla yüzleşmek için hayatın nefesinden yardım isteyin. Yükselin, yükselin, üstüne çıkın tüm bunların. Bu dünya aracılığı ile, mutlu, sağlıklı ve ilahi olmak için kendinizi yeniden diriltin. Sat nam. İstanbul, Nisan 2018 Sabah kalbinde bir sıkışıklıkla uyanıyorsan güne, göğüs kafesinde sürekli bir acı varsa, nefeslerin daralıyorsa durduk yere, olmayacak şeyleri kendine dert ediyorsan, acı da korku da var içinde. Özünün çevresine, ışığına yapışmış yara kabukları gibi… Bandajı çekmek, yaraya bakmak ve yaranın iyileşmesi için kendine sevgi ve şefkat göstermek… Seni, kalbini hafifletebilecek benim şimdilik bildiğim tek yöntem bu işte.
Kundalini Yoga’ya, şifa çalışmalarına başlamamın temel nedeni kendimi bildim bileli hissettiğim kalp acısı ve derinden gelen korkularımdı. Aslına bakarsan bunun şimdi böyle olduğunu anlıyorum. En başta hissettiğim yoğun panik ataklar, psikologların panik bozukluk diyerek özetlediği benim dile kolay bulduğum ucu ucuna bağlanan ve her biri birbirinden felaket sonlara sahip senaryolarla geçirilen uykusuz gecelerdi… Büyük bir boşluk duygusu, büyük ve yok edici bir anlamsızlık hissi… Bazen pasif bazense aktif bir volkan gibi patlayan öfke dalgaları ve onları takip eden suçluluk ve utanç duyguları. Hayattan nefret etme, hayatı ve bu düzenin sahibini suçlama ve aynı zamanda durmaksızın hayattan ve geri kalan her şeyden özür dileme hali bir yerde. Hiçbir zaman bulunduğum noktadan keyif alamama ve yetersizlik duygusundan dolayı hep daha fazlasını yapma gereği duyma, kendimi yeterince güzel, yeterince zeki, tercih edilecek kadar değerli bulmama… Bu ve bunun gibi temellerin üzerinde yükselen kesintisiz bir korku, acı karışık bir arka plan müziği eşliğinde her gün uyanmak. Melankoli, melankoli, melankoli ve kendimi kurbanların en kurbanı olarak görme… Gücümü reddetme, egomu reddetme ve olur olmadık yerde güç ve ego gösterilerinde bulunmaya çalışma. Çok sevdiğim bir dostumun dediği gibi ‘Hep bir solcu parkasıyla dolaşıp hayata racon kesme hali. Doğuştan isyankar ve aslında acaip arabesk.’ Hepsinin altında, derininde, yuvasında öğrendiğim ya da taşıdığım, aldığım (kaynağı pek çok yer olabilir) korkular ve acılar vardı; Kundalini Yoga mata oturduğum daha ilk anda bana bunları bir bir göstermeye başladı. Ne hissettin diye sorarsan, aynı anda acı ve korkuyu ama bunun yanında daha önce hiç hissetmediğim bir heyecanı, kurtuluş umudunu iliklerime kadar hissettim diyebilirim. Sonra pratiğe devam ettikçe, zaten içimde olan ve içimde taşıdığımı reddetmeye çalıştığım, hissetmemek uğruna, sırf o acı ve korku hislerini bastırmak için kendimi bir oraya bir buraya savurduğum ne varsa hepsinin ortasında durduğumu, o dağı adım adım yürümeden karşı kıyıya geçmemin imkansız olduğunu daha net görmeye başladım. Sanki bedenimin çevresinde tüm bu acı ve korkuyu taşıyarak kendimi sürüklüyordum hayatta. Hayatı yaşamaktansa, hayatta kalmaya çalışıyordum. Bunu fark etmek hayatımın en özel ve en derin deneyimlerinin kapısını açtı bana. O kapıdan girdiğimde yol hep kendime doğru aktı. Her adımda kendime, özüme, gerçeğime biraz daha yaklaştım. Anlamıştım. Kendi çöplüğümün içinde gözüme filtre takmanın bir anlamı yoktu. Sonunda takke düşecek kel görünecekti her türlü. Gerçek tüm çıplaklığı ile oradayken hangi erkek arkadaş, hangi ilişki, hangi kariyer, hangi makyaj, hangi kıyafet ya da hangi ilaç beni bu çöplükten kurtarabilirdi ki? Ergenlik yıllarında gittiğim psikiyatr ‘Bunları şifalamak için uzun yıllar psikoterapi alman gerekir onun yerine al Lustral’i olsun bitsin’ demişti. Lustral, Pasiflora, Cipralex, Prozac, Xanax ve benzeri ile geçirdiğim 17 yılın ardından Kundalini Yoga ilaçla ilişkime şöyle sağlam bir yumruk attı ve bana kendi bilinçaltıma dalma cesaretini verdi. Kendi çöplüğüme daldım… Acıya, korkuma, kederime, tutulmamış yaslarıma daldım. Küçükken ağlamamak için dişlerini sıkan çocukluğumun anılarına daldım. Daldım dediğime bakma, önce korktum, sorguladım, kaçtım, bastırmaya çalışmaya devam ettim, sonra biraz daha araladım kapıyı, sonra aralamaya devam etmek için kendime rüşvet verdim, aralandıkça dalgalarım büyüdü. Dalgalarda boğuldum ve tekrar başka bir bakış açısıyla dirildim. Bu med cezirde bir gün geldi ve tam umudumu yitirecekken bir konuşmanın ortasında normalde vereceğim bir tepkiyi vermediğimi fark ettim. Dönüşmeye başladığımı anladım, nasıl heyecanlandım, nasıl umutlandım anlatamam! Bu gazla biraz daha ilerledim, daha büyük bir acı ve korku katmanı buldum, biraz daha derine daldım. Derinleşme, sıkışma, baskı altına girme, biraz daha ilerleme, içe kapanma, kabul etme, dışa açılma, genişleme, paylaşma, yükselme ve başka bir katmana geçme şeklinde son 5 yıldır hafifleme sürecim yükselip alçalmalarla devam ediyor. Sat Hari ile bir konuşmamda ‘Neden acı ve korku var?’ diye sordum ona. ‘Pırlantanın, pırlanta olabilmesi için ne kadar basınca ihtiyaç duyduğunu biliyor musun?’ dedi. Özümü görebilmem için bunca basıncın içinden geçmem mi gerekiyordu? Benim için belki öyleydi, belki senin için öyle değil. Aslına bakarsan sonsuz olduğumuzu hatırlamak için tek ihtiyacımız olan nefesimizle bir olabilmek, hepsi bu. Ama sabah kalbinde bir sıkışıklıkla uyanıyorsan güne, göğüs kafesinde sürekli bir acı varsa, nefeslerin daralıyorsa durduk yere, olmayacak şeyleri kendine dert ediyorsan, acı da korku da var içinde. Kendi özünün çevresine, ışığına yapışmış yara kabukları gibi… Bandajı çekmek, yaraya bakmak ve yaranın iyileşmesi için kendine sevgi ve şefkat göstermek… Seni, kalbini hafifletebilecek benim şimdilik bildiğim tek yöntem bu işte. Kendi kendinin Psikoloğu Ol Kundalini Yoga’yı aktarırken Yogi Bhajan ‘Kendi kendinin Psikoloğu Ol’ derken bunu kastediyordu işte. Kendi içinde acını ve korkunu kabul edebileceğin, görebileceğin, içinden geçerek, şifalayabileceğin bir alan açmaktan bahsediyordu. Onları sıkıştırıp, bastırmaktansa açığa çıkmalarına izin vermek ve zihnin, bilinçaltının, anılarının sana anlattığı hikayeyi sakince dinlemek… Bu ara çok fazla Yeniden Doğum çalışmasının içindeyim. Diyorum ya kendimi ebe gibi hissediyorum 😊. Sadece matta benimle bu deneyimi paylaşanları değil kendi kendimi de sürekli olarak yeniden doğuruyorum. Bunu yapmamın bir nedeni var elbette. Daha önce de seninle paylaştığım gibi rahatlamayı öğreniyorum. Rahatlamakla yeniden doğmanın ne alakası var diye düşünebilirsin. Şöyle açıklayayım. Yogi Bhajan’ın 80-90’lı yıllar arasında paylaştığı bu yeniden doğum çalışmaların amacı, hem topluluğu yeni gelen Kova Çağı’na hazırlamak, onların (ve dolayısıyla bizim) sinir sistemlerini, salgı bezlerini bu yeni düzene uyum sağlayacak şekilde düzenlemek, hem de bilinçaltında biriken kolektif ve bireysel çöpleri temizlemekti. Postürlerde yoğun nefeslerle daha uzun sürelerde kalarak, bedeni belli açılarda tutup prana (enerji) akışının gerçekleşmesini sağlayarak, gongun titreşimleriyle süreci destekleyerek, rehberli meditasyonlarla çok derinlerde şifa ve farkındalık yaratarak ve tabi mantra ve mudralarla adım adım kişiyi sonuca taşıyarak bunu yapmıştı. Bu Yeniden Doğum kriyalarının her biri başlı başına olağanüstü bir senfoni. Hepsine hayranım. Bize aktardığı bu miras için Yogi Bhajan'a ne kadar minnet duysam azdır. Bu kriyaları uyguladığımda hemen takip eden günlerde ağırlıklarımı içsel olarak atmaya başladığımı fark ediyorum. Kendimi her pratikte katman katman hafifletiyorum. Hafiflemenin ilk adımı, bu çalışmaların ardından ‘fark etmeye başladığım’ beni sıkıştıran acı ve korkuların derdini dinlemek. ‘Bırak bu saçmalıkları’ falan demeden ‘Seni anlıyorum ve sesini duyuyorum. Korkunu/Acını hissedebiliyorum’ diyerek kendimi dinlemeye ve duyduklarımı yazmaya başlıyorum. Serbest yazı esnasında içimde konuşan sesleri susturmadan, bastırmadan, ne söylemek istiyorlarsa hepsine saygıyla alan tanıyarak kağıda aktarıyorum. Bunu yaparken kağıda aktardıklarımın bedenimde yarattığı değişimleri gözlemliyorum ve bilinçli olarak bedenimdeki o hisse konsantre oluyorum. Bazen derin iç çekişlerle, uzun ve derin nefeslerle, bazen bağırarak, bazen zıplayarak, bazen göz yaşlarımın akmasına izin vererek o hissin bedenimde kendini ifade etmesine izin veriyorum. Ardından yavaş yavaş, kendimi hiç zorlamadan o alanı gevşetmeye odaklanıyorum. Gevşetebildiğim kadar gevşetiyorum. Gevşemenin o alanın çevresine, ardından omuzlarıma, bacaklarıma, saç derime, yüzüme, dişlerime, çeneme yani bedenimin diğer kesimlerine yayılmasını bilinçli nefeslerle destekliyorum. Bir nevi kendi kendimin elinden tutuyorum. Bu süreçte anılar gelebiliyor. Anıların akmasına izin veriyorum. Anıların bedenimdeki yansımalarına da. Hepsini adım adım rahatlatıyorum. Aceleci davranmıyorum. Sürecin her aşamasına saygı göstermeye gayret ediyorum. Ve sonra gerçekten de bambaşka bir yaratıcılık ve rahatlama alanına giriyorum. Acı ve korkuyu bu şekilde karşılamak, bu hislerin yarattığı, daha derin acı ve korku hislerinin azalmasına ve giderek yok olmasına alan açıyor. Çünkü biliyorum ki bana hizmet etmeyen bu titreşimlerin içinden bu şekilde kendimin yanında olarak, şefkat ve cesaretle geçtiğimde bir katman daha hafifliyorum. Acının ve korkunun kendisi olmadığımı, bunların yalnızca titreşimlerden ibaret olduğunu her serbest bırakışta bir kez daha görüyorum. Karanlığa ışık, şefkat ve güven taşıyorum, aydınlanıyor. Aydınlık beraberinde neşe, yaratıcılık ve rahatlama getiriyor. Kendimizi kucaklayabildiğimiz, gerçeğimize yeniden doğabildiğimiz her ana ve buna vesile olan herkese, her şeye şükürler olsun. Sat nam. İstanbul, Nisan 2018 |
Nur Taran
|