Rahatladığında, zihnin seni değil, sen zihnini yönetiyorsun. Düşünce akışını ya da bedenindeki hisleri engellemek yerine onların akmasına ‘izin verdiğinde’ ve yargısız alanda, bir nehir gibi akışına yalnızca şahitlik ettiğinde o nötr alana geçiş yapabiliyorsun.
Rahatladığında, acıların seni yönetmesindense acıları serbestleştirmek üzere bir alan açıyorsun kendine ve şifa da tam burada gerçekleşiyor... Kundalini Yoga Eğitmen Eğitimi’nden kendime notlarım... Geçen hafta 6 gün boyunca her biri ayrı ayrı ışık taşıyıcısı muhteşem bir grupla, sihirli bir akıştaydım. AAA Uluslararası Kundalini Yoga Okulu’nun 1. Seviye Eğitmen Eğitimi’nin son modülünde can yoldaşlarının karşısında çeviri yaparken ağzımdan çıkan her sözün kalbime dantel gibi işlediği bir hafta geride kaldı. Bu hafta boyunca seninle paylaşmak istediğim ve beni uyandıran sayısız deneyim yaşadım. Keşke deneyimimi birebir aktarabileceğim bir araç olsa elimde. Konu Kundalini Yoga olunca kelimeler bazen çok yüzeysel kalıyor maalesef. Çocukluğumda herkesin her deneyimi benim gibi yaşadığını zannederdim. Sonra anladım ki kimi kokusunu yaşıyor deneyimin, kimi görselliğini, kimi ötesini, kimi ise hepsini… Sana yazıyorum bunları ama bil ki deneyimlediklerimin bazılarını henüz sindiremedim ve tam manasıyla anlayamadım. Belki de seneler sonra anlayacağım dönüşümler oldu derinlerde. Fakat fark ettiğim bir şey var ki; sangatın (yani yogilerden oluşan topluluğun) içindeyken bambaşka bir boyutta algılıyorum her şeyi. Ve buna aşık olduğum da bir gerçek. Nasıl desem? Sanki, içime mercek tutuyorum, derinlerimde görmediğim, göremediğim ya da o zamana dek görmeye çekindiğim ne varsa hepsini görmeye cesaret ediyorum. Ondan biliyorum ki sevgi, gerçek sevgi, tüm diğer gündemleri bir kenara bırakıp sadece sevmek için açılan kalp şifalanıyor ve kesinlikle şifalandırıyor. Şu an dönüşüm beni yakıp kül etse de o ateşin her türlüsüne bin şükür, bin şükür, bin şükür. Bilinçaltımdaki Baloncuklar Eğitimde konuşurken, yaptığımız meditasyonlarda, bilinçaltının ateşini harlamaktan, meditasyonla o ateşe odun atmaktan ve yukarıya çıkan baloncukları izleyip, serbest bırakmaktan bahsetmiştik. Meditasyon yaparken hissettiğimiz tüm o kaşıntılar, uyuşmalar, rahatsızlık hisleri, öfke, üzüntü, kahkaha vs. bu baloncukların hislere dönüşmüş halleri bir yerde. Bu eğitimde öyle balonlar gördüm ki yukarıya doğru süzülen şimdi bu satırları yazarken hala şaşırıyorum bunları taşıyarak nasıl yaşamayı başarmışım diye. Yandım, kül oldum, duman oldum, hafifledim, iyi ki. Tohum ektim, toprağa döndüm yüzümü, suladım gözlerimle, iyi ki. Yeşermesi için suluyorum o tohumu şimdi. Çiçek açmak için. Çiçeğimi paylaşmak için. İyi ki. Ve yine şimdi, İstanbul’un ortasında içimde açılmış bir sürü kapının ortasında yeni bir rüzgarla kalbimi havalandırıyorum. Ve rüzgarımı üflüyorum kalbine doğru. İyi ki. Merhaba, Ben Sach Dhyan-Rahatlamayı Öğreniyorum Spiritüel ismim, bazılarının da bildiği gibi Sach Dhyan. Gerçek meditasyon, gerçek Zen, rahatladığında çevresini aydınlatan anlamına geliyor. İsmim ilk geldiğinde bedenime ağır gelen bir zihinle bana nasıl bir görev verildiğini uzun süre anlayamadım. İsmimi anlamam, ya da anladığımı sanmam, bu eğitimde kısmen mümkün oldu. İsmimi aldığımdan beri de bir şekilde rahatlamak üzerinde çalışıyorum. Rahatlamak üzerinde çalışmak demek adım adım bana stres veren, gerilmeme neden olan tüm kalıpların, yani en başta beni rahatsız alana geçiren ne varsa her birinin içinden geçmek anlamına geliyor. Rahatlamak bir sanat. Rahatlamak, hayat amacım, en sevdiğim şey rahatlamak! 😊 Zihnini Fetheden Dünyayı Fetheder Guru Nanak, Japji’de ‘Zihnini fetheden, dünyayı fetheder’ diyor. Rahatladığında zihnin seni değil, sen zihnini yönetiyorsun. Düşünce akışını ya da bedenindeki hisleri engellemek yerine akmasına ‘izin verdiğinde’ ve yargısız alanda, bir nehir gibi akışına yalnızca şahitlik ettiğinde o nötr alana geçiş yapabiliyorsun. Rahatladığında acıların seni yönetmesindense acıları serbestleştirmek üzere bir alan açıyorsun ve şifa da tam burada gerçekleşiyor. Durmaksızın çalışan zihnimi ışığın kelimelerini aktarmak üzere kullandığımda, zihnimin sadık hizmetkarım haline dönüştüğünü görmek, çeviriyi bir meditasyon biçimi olarak deneyimlemek ve bu akışın içinde rahatlamayı öğrenmek de geçtiğimiz haftanın verdiği armağanlardan biri oldu. Bunun için gerçekten çok minnettarım. Kazı Çalışmaları Eğitimin daha önceki modüllerinde hocalarla birlikte çeviri yapmak üzere sahnede dururken ve belli ki derslerimde ve hatta daha ileri gideceğim çocukluktan beri, elimde olmadan, bulunduğum ya da bulunmasam da bilgisini bir şekilde aldığım her yerde, her anda hissettiğim acıyı, bana ait olsun ya da olmasın sahiplendiğimi fark ettim. Eğitim süreci boyunca, karşımda matlarda oturan ve her birine ayrı ayrı bağlı olduğum eğitmen adaylarının içinden geçtiği tüm süreçleri kalbimin en derininde hissettim. Özellikle ışığı engelleyen blokajlar üzerinde çalıştığımızdan gerçekten çok derin deneyimlerden hep birlikte geçtik. Derslerimde yeniden doğum çalışmaları, korkuyu, öfkeyi, derin bilinçaltı blokajlarını serbest bırakmak üzerine çalışıyorum elbette fakat ardı ardına 1 hafta boyunca bu enerjileri deneyimlemek bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak titreşimimi olağanüstü şekilde etkiledi. Ursula Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü’nü okuyanlarınız vardır belki. Orada Ged karanlıktan bir süre kaçtıktan sonra karanlığın peşine düşmeye karar verir. Bizim eğitimlerde de süreç aynen böyle işliyor işte. Derslerde bunun küçük bir parçasını görüyoruz. Fakat direnç geliştiğinde, yani aslında tam açılım yakalanacakken derse gelenler gelmekten vazgeçebildiği için böyle bir sürekliliği görmek mümkün olmayabiliyor. Bu eğitimde gördüğüm, devam ettikçe katmanların açıldığı ve bastırılmış bilinçaltı kalıplarının şifalanmak üzere bir bir açığa çıktığı oldu... Öğretiye güvenim sarsılmaz şekilde perçinlendi. Rahatlayarak Şifalamak: Sat Nam Rasayan Acıyla olan bu münasebetim, Fateh’in aktardığı Kundalini Yoga’nın şifa öğretisi Sat Nam Rasayan bilgisi ile bambaşka bir şekil aldı. Kelimeler çok kısır kalıyor bu şifa yöntemini anlatmak için fakat en yüzeysel haliyle, anladığım kadarıyla, Sat Nam Rasayan’da hasta uzanıyor ve şifacı hastanın yanında meditatif bir alana giriyor, hastanın bedenini, bedenindeki tıkanıklıkları, acıyı, gerginliği hissetmek üzere kendini açıyor. Kendi bedeninde bu titreşimleri hissederken o alanda ‘rahatlıyor’. Yani, şifacı, hastanın bedenindeki sorunu kendi içinde rahatlayarak çözümlüyor. Yani şifa, olmakta olana izin verip, rahatlayarak akıyor. Bu deneyimle, önce acıyı hissetmeyi olumlu ya da olumsuz olarak yargılamamayı ve bedenimde yarattığı gerilme hissine izin vermeyi denedim. Ardından da o his içerisinde rahatlamayı. Çünkü gördüm ki rahatladığımda ve acıyı görüp ona izin verdiğimde acının serbest kalmasını da mümkün hale getirebiliyordum. Yoğun kriyalarda matlarda ter dökerken ve kendi karanlıklarına ışık olmak üzere blokajlarını yakarken eğitmen adayları canlarım, sahnedeyken aynı şekilde onlara bağlanıp bu kez rahatlamayı denedim. İşe yaradı 😊 Kalbimde acı değil, ışığın kocaman alevi harladı. Eğitimin en unutulmaz anlarındandı ve kesinlikle kendi eğitmenlik anlayışıma da bambaşka bir boyut kazandırdı. Yaratım, Devamlılık ve Yıkım Bütünün Vazgeçilmez Parçaları Bu arada daha eğitime gitmeden bir gün önce kalbim yine JapJi’den bir Pauri söylemeye başladı. aykaa maa-ee jugat vi-aa-ee tin chaylay parvaan. İlahi Ana üç tanrıya hamile kalmış ve onları doğurmuştur. Yani doğanın devamlılığını sağlayan üç hal vardır. ik sansaaree ik bhandaaree ik laa-ay deebaan. Bunların biri Dünya’nın Yaratıcısı, diğeri dünyayı Ayakta Tutan, bir diğeri de Yıkımdan Sorumlu Olan’dır. Yani doğa kendini yaratır, sürdürür ve sonunda yok eder. Tıpkı bir ağacın yaprak ve çiçekle kendini donatması, meyve vermesi ve meyvelerini, yapraklarını dökmesi gibi. jiv tis bhaavai tivai chalaavai jiv hovai furmaan. Her şeyi İradesi doğrultusunda gerçekleştirir. Tüm bunlar onun Göksel Hükmü’dür. oh vaykhai onaa nadar na aavai bahutaa ayhu vidaan. Ne muhteşemdir ki O herkesi ve her şeyi izler ama kimse O’nu göremez. aadays tisai aadays. Önünde eğiliyorum, önünde tevazuyla eğiliyorum. aad aneel anaad anaahat jug jug ayko vays. ||30|| Esas Olan, Saf Işık, başlangıcı ve sonu olmayan. Tüm çağlar boyunca O Bir’dir ve Değişmemiştir. ||30|| Ve eğitim boyunca da zihinden bol bol bahsettiğimiz için üçlü dengenin önemini defaen anlattı kalbim bana. Yaratan, sürdüren ve yıkan, bir. Bunların herhangi birine verdiğim her tepki beni yargı alanına taşıyor ve oradaki asıl resmi kaçırıyorum. Döngünün asıl manasını kaçırıyorum. Bir blokajın içinden geçerken süreci yargılamamak, acının, kederin ya da gelen his her neyse o hissin akmasına izin vermek, o acının içinde rahatlayabilmek ve tüm bu akışa şahitlik etmek kaynağı şifalamak için şart. Dediğim gibi blogtan da paylaştım, son dönemde içimde bir kapak açıldı ve derinden kabaran bir acı dalgasının içindeyim bir süredir. Bu eğitimde acıya hem izin verip hem de bu acının içinde rahatlamanın, anı geldiğinde göz yaşlarımla onu serbest bırakmanın ve sevginin, can yoldaşlığının, kalpten kalbe bağlanmanın, sabrın, genişlemenin, kabulün, yargısızlığın, saygının... cennetin yeryüzündeki halinin yani nasıl şifa verdiğini an be an şükürlerle deneyimledim. Çok derinlerde bir yerlerde, ismine kaynak, evren, O, Işık ya da ne dersem diyeyim işte O'nun dokunuşlarını buldum. Bana dokunduğunu hissettim ve özgürlüğün, o sıcak aromanın, o öteden gelen hafifleme hissinin kokusunu, tadını bir kez daha içime çektim. Özgürlüğü bir kez gerçekten içine çektiğinde içinde tutsak olan bir yerler ölüyor. Yas tutmuyorum arkasından, yangına izin veriyorum, alevlerimin içinde mantraları tekrar ediyorum, aydınlığı çağırmaya devam ediyorum. Nereye gideceğimi bilmiyorum ama hangi yolda olduğum konusunda en ufak bir şüphe kırıntısı bile yok içimde. Fateh, ‘Burada kapıyı biraz araladınız. Gördüklerinizden kaçabilirsiniz ama gördüklerinizi bir daha unutamazsınız’ dedi haftayı kapatırken. Gördüklerimi hayatımın her anında bana hatırlatan kalbimin her atışına şükran doluyum. İçimden hep geçen dua ‘Kendimi bırakmama, Ben ve Sen olmama, Bir olmama yardım et’ Ve öyle de oldu. Sat nam. İstanbul, Mart 2018.
1 Comment
Selin Peker ile 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’ne Özel Sohbet ve Meditasyon
Sat nam, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne özel olarak sevgili Selin Peker yaptığımız yayını Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz. Yayında, iki kadın, kendi deneyimlerimizi, hayata dair gözlemlerimizi ve gücümüzü geri almak, hayatta kaybettiğimiz ilham ve canlılığı geri kazanmak ya da artırmak üzere yapabileceğimiz Adi Shakti meditasyonunu sizlerle paylaştık. Meditasyon için detayları bir de buradan yazmak istiyorum. Çünkü meditasyon aslında 2 parçadan oluşuyor ve biz sizlerle ilk parçasını paylaştık. Meditasyonun ayrıntıları aşağıdaki gibi… AÇILIŞ MANTRASI: Meditasyona başlamadan önce açılış mantrasını 3 kere söyleyin: Ong Namo Guru Dev Namo (İçimdeki ve evrendeki yüce, ilahi bilgeliğin önünde eğiliyorum, yüce bilgeliği selamlıyorum.) MANTRA: Adi Shakti, Adi Shakti, Adi Shakti, Namo Namo Sarab Shakti, Sarab Shakti, Sarab Shakti, Namo Namo Pritham Bhagvati, Pritham Bhagvati, Pritham Bhagvati, Namo Namo Kundalini Mata Shakti, Mata Shakti, Namo Namo *Gurudass Kaur tarafından seslendirilen versiyonu dinleyebilirsiniz. ÇEVİRİSİ: Esas, ilksel gücün önünde eğiliyorum (ya da o gücü selamlıyorum.) Her yanı saran gücün ve enerjinin önünde eğiliyorum (ya da o gücü ve enerjiyi selamlıyorum.) Evrenin yaratırken kullandığı gücün önünde eğiliyorum (ya da o gücü selamlıyorum.) Kundalini’nin yaratım gücünün, İlahi Anne’nin Gücü’nün önünde eğiliyorum (ya da o gücü selamlıyorum.) Daha Fazla Bilgi: Adi Shakti Mantrası, evrendeki koruyucu ve üretken enerji ile yani ilahi annenin frekansı ile uyumlanmanızı sağlar. Bu mantrayı söylemek korkuları uzaklaştırır ve kişiyi hayat amacına yaklaştırır. POSTÜR: 1. Omurganızı mümkün olduğunca dik tutun ve bağdaş kurun. Dizlerinizde sorun varsa yine omurganız dik olacak şekilde bir sandalyede ya da bir koltukta oturabilirsiniz. Çenenizi hafif geriye alın, yüz kaslarınız ve omuzlarınız tamamen rahat olsun. BİRİNCİ BÖLÜM: 2. Dirseklerinizi bükün ve bedeninizin iki yanına doğru getirin. 3. Baş parmağınız ile yüzük parmağınızı birleştirin ve diğer parmaklarınızı dik konumda tutun. Avuç içlerinizi karşıya doğru çevirin. 4. El bileklerinizin omuzlarınızın ve kulaklarınızın hizasında olduğundan emin olun. GÖZLER: Kapalı. ZAMANLAMA: 31 dakika. BİTİRİRKEN: Derin nefes alın, nefesinizi serbest bırakın ve postürü kıpırdamadan koruyun. Ardından ara vermeden meditasyonun ikinci kısmına geçin. İKİNCİ BÖLÜM: MUDRA ve MANTRA: Aynı mudrayı koruyun. (Baş parmağınız ile yüzük parmağınız birleşik ve diğer parmaklarınız dik konumda, avuç içlerinizi karşıya bakıyor.) Karnınızı içeri doğru hareket ettirip, dilinizi her R’de damağınıza değdirerek HAR mantrasını yüksek sesle söylemeye başlayın. *Tantrik Har’ı kullanabilirsiniz. ZAMANLAMA: 4 dakika. BİTİRİRKEN: Derin nefes alın, nefesinizi 15-20 saniye kadar tutun ve nefesinizi ağzınızdan, ıslık çalarak serbest bırakın. Postürü kıpırdamadan koruyun. Bir kez daha çok derin nefes alın, nefesinizi 15-20 saniye kadar tutun ve yine ağzınızdan, ıslık çalarak tamamen serbest bırakın. Üçüncü kez derin nefes alın, nefesinizi tutun ve 15-20 saniye kadar bedeninizi, kaslarınızı sıkabildiğiniz kadar sıkın. Ağzınızı O şekline getirerek (gülle nefesi) hızlıca nefesinizi serbest bırakın. Ardından rahatlayın ve ihtiyaç duyduğunuz kadar sessizlikte, hareket etmeden kalın. Omurganızı esnetin ve birkaç derin nefes alın. Rahatlayın. Ardından 3 kere 'Sat Nam' (Gerçek Benim Kimliğimdir) mantrasını tekrar ederek meditasyonunuzu kapatın. Şifa olsun. Sat nam. Dolunayla sıkışan zihnimi, yürüyerek açmaya karar vermişken bir mantra düştü kalbime. Kalbim dedi ki gücünü idrak et ve ağırlıklarını bırakmak acı verse de bırak gitsin. Çünkü, feda diye bir şey yok. Çünkü, sen sonsuzsun ve biçimlerin ötesindesin. Çünkü, bu hayat senin yaratımın.
Son iki gündür bedenim artık bana ‘Dur lütfen!’ dedi. Kendime dair fark ettiklerimi hazmetmeden ya da görmezden gelerek koşmaya devam ettiğimde bedenim kendince beni uyarıyor. Duyabilirsem, ileri gitmesi gerekmiyor, duyamazsam bir tık artırıyor mesajının tonunu. Bu hafta sonu, sırtımdaki el dolunayın da etkisiyle biraz daha sesini yükselten bedenimi dinlemek üzere kendime kapandım. Beslenmek, dinlenmek, dinlemek, hazmetmek, açtığım kapıların ardındakileri daha yakından izlemek için. Yavaşlamak, zihni düzene sokmak açısından çok gerekli. Her yavaşlamayı başardığımda bunu bir kez daha fark ediyorum. Böyle zamanlarda yürüyüş meditasyonları ya da yaptığım her neyse onu meditasyon gibi, yüzde yüzümle o alanda kalmaya çalışarak uygulamak bana çok iyi geliyor. Bedende var olmak, bedene dönmek açısından olduğu kadar mata oturamayacak kadar dirençte olduğumda da bu çalışmalar çok işe yarıyor. Yürüyüşlerde ayak tabanlarımı, bedenimi, nefesimi hissederek, izleyerek yürüyorum ve bilinçli bir şekilde duygularımı izliyorum. Öfkeliysem ağzımdan derin nefesler alıp, yine ağzımdan derin nefesler veriyorum. Bazen ‘aaa!’ sesiyle nefesimi uzun uzun serbest bırakıyorum. Bazen bedenimin daha hızlı hareket etmek istediğini gözlemliyorum ve her adımımı bilinçli ve daha yavaş bir şekilde atmaya çalışarak, bedenimle el ele zihnimi yavaşlatıyorum. Bazen her adımımda bir mantra ekiyorum toprağa. 4 kerede nefes alıp (Sa, Ta, Na, Ma); 4 kerede nefes verdiğim (Sa, Ta, Na, Ma) meditasyon bunlardan biri örneğin. Ellerimi kollarımı sallayarak ve bedende sıkışık kalmış enerjiyi serbest bırakmak açısından ayakkabılarımı çıkarıp, toprağa yalın ayak basıp zıplamak ve aynı zamanda bedenimin monoton seslerle kendisini iyileştirmesine alan tanımak yine kullandığım yöntemler arasında. Anlayacağın, kalbim o gün neyi istiyorsa onu yapıyorum. Bazen sessizliği tercih etsem de bu meditasyon-yürüyüşler esnasında yaptığım şeylerden biri de yeni müzikler, mantralar keşfetmek. Kundalini Yoga’yla tanıştığımdan beri Naad Yoga, yani mantralar ve sesle şifa beni en fazla etkileyen alanlardan biri. Bazen rüyalarımda, bazen uyandığım anda, bazen youtube’da tesadüfen açılan bir videoda, işte hayat o anda nasıl istiyorsa öyle bir mantra gelip konuyor kalbime. Genelde souncloud’ta daha önce tespit ettiğim bir mantradan ya da setten başlıyorum dinlemeye ve akışta yeni parçaları keşfediyorum böyle adım adım. Bu iki gündür, yine böyle bir keşifle ve keşfimin mesajıyla bir farkındalıktan diğerine koşuyorum 😊 Geçen yıl Almanya Kundalini Yoga Festivali’nde tanıştığım, mütevaziliği, ışığı, derinliğiyle kalpten kalbe bağlandığım Simrit Kaur’un seslendirdiği Kudrat Kavan mantrası ve bendeki yansıması son birkaç haftanın özeti niteliğinde kalbime düştüğünden içimden geçenleri sizinle de paylaşmak istedim. Mantra dinlemek isteyenler için burada: https://soundcloud.com/simrit-kaur-music/kudrat-kavan-live-master-mp3-320 Olağanüstü bulduğum, ruhumu ince ince kanatlandıran müziği, bırakıyorum uzmanları değerlendirsin. Ben mantrayı ele almak istiyorum. Mantra, Kundalini Yoga pratiğinin ve sabah sadhanalarımızın bel kemiği Japji’den bir Pauri. (Japji’nin Türkçe çevirisini okumak isteyenler için link burada: (http://www.nurtaran.com/japjiguru-nanak.html) Mantra ve çevirisi şu şekilde: kudrat kavan kahaa veechaar. - Senin Yaratım Gücün nasıl söze dökülebilir? vaari-aa na jaavaa ayk vaar.-Senin için kendimi bir kez bile feda edemiyorum. jo tuDh bhaavai saa-ee bhalee kaar.- Yalnızca Seni memnun eden teşebbüsler iyilikle doludur. too sadaa salaamat nirankaar. - Ey Sonsuz ve Biçimlerin Ötesinde Olan! Mantranın bendeki yansımalarını yazmadan önce bir Japji uzmanı olmadığımı fakat son 3 yıldır hem çevirilerim hem de pratiğim esnasında Japji’ye dair içimde derin bir bağ olduğunu not etmek istiyorum. Kundalini Yoga’nın felsefesinde, tıpkı tasavvufta olduğu gibi Tanrı ve insanın bir olduğu anlayışı var. O yüzden Tanrı, O, Bir gibi ifadelerin geçtiği her yere, ben, evreni, üst benliğimi, bütünü yerleştiriyorum. kudrat kavan kahaa veechaar. - Senin Yaratım Gücün nasıl söze dökülebilir? Üstteki notumdan da hareketle Tanrısal özelliklerden biri olan ‘yaratım gücü’ kişinin üst benliğine ait bir özellik. Bu, hayatımızdaki her detayı bizim yarattığımız, ya da bütünün bir parçası olarak bu detayların da bir parçası olmayı bizim seçtiğimiz anlamına geliyor. Bu, bizim sözün ötesindeki gücümüz. Sayısız karmaşık denklemle karşımıza çıkan, bize ‘Dünya küçük’ dedirten ve söze dökülemeyen yaratım gücü, kolektif yaratımımız bizim sorumluluğumuzda yani. Guru Nanak diyor ki ‘Hayatının, bu düzenin, yaratımın tümü, sayısız yansımanla, hayatına girmiş her insanla, gözünün değdiği her şeyle senin yaratımın. Öncelikle bunu sahiplen çünkü bu sözün ötesinde bir güç. Kendi gücünün farkına var. Bu gücü zihinle anlaman mümkün değil çünkü zihin ancak sözle ifade edileni, mantıkla açıklanabileni anlar. Bu anlamların ötesinde bir güç ve bu nedenle karşılaştığın her şeyi olduğu gibi gör, gözlemle, kabul et. Güç, burada gizli ve bu gizi söze dökmek mümkün değil. vaari-aa na jaavaa ayk vaar.-Senin için kendimi bir kez bile feda edemiyorum. Feda, özellikle Türkiye’deki anlamıyla kulağa biraz kurbanlaştırma gibi geliyor. Fakat burada bambaşka bir anlamı var aslında. Ölmeden ölmek, küllerinden doğmak, hamken pişmek, sana hizmet etmeyen ne varsa onunla bağını kesmek burada kastedilen feda… Bazen gelen e-maillerle, bazen mesajlarla ve derslerde her daim açıkça paylaşıyorum. Kendime dair edindiğim bazı farkındalıklar istesem de istemesem de acı veriyor, canımı yakıyor. Kabul etmekte zorlandığım yönlerim, tanımlarken cam kırıkları halinde kalbime batan duygularım, kıskançlıklar, kibir, kendini sevme-sevememe halleri, öfkeler, geleceğe takılıp kalma, kendine, başkasına, hayata yetememe, yetişememe, mükemmel olmadığını fark etme, kabul etme, depresyon, tıkanıklık, acelecilik, sabırsızlık, yalnızlık, desteklenmeme, sevgisizlik, bencillik, suçluluk, utanç duygusu… O kadar uzun bir liste yazabilirim ki buraya. Bu yolda, kendime doğru yaklaşmak için attığım her adımda içinden geçmek zorunda kaldığım korkular, kalıplar, sıkışıklıklar, sınırlar. Bu, özellikle deneyimlerken kötücül, karanlık, olumsuz olarak tanımlanan duygulardan, hislerden ve farkındalıklardan geçerken inanç kalıplarımı yıkmam, egomun bir kısmını yakmam, kül etmem, vazgeçmem, bırakmam, bağ koparmam gerekiyor. İşte feda zannettiğim şey bunu yaparken duyduğum acı. Ayrılık acısı. Güvenli alanıma, o bildik kalıplara veda etmenin, bilinmeze doğru açılmanın acısı. Karşı kıyıya geçerken geride bıraktıklarımın acısı. Oysa ki feda diye bir şey yok çünkü o geride bıraktıklarımın her biri beni özgürleştirmek için benim yarattığım deneyim içinde kapımı çalan ziyaretçiler. Kapıyı açıp dertlerini dinlediğimde ve kendime, deneyime nazik davranıp onları göndermeye cesaret edebildiğimde feda zannettiğim bana kanat oluyor. O zaman, deneyimlerin bana getirdiği, kendi kaderimi gerçekleştirmek için yürürken ağırlık bıraktırmaksa; kendi sınırlarımı yine kendim için feda ediyorum. O zaman feda diye bir şey olabilir mi? Şu durumda yapmam gereken tek şey fark etmeye ve serbest bırakmaya devam etmek. Kendimle el ele. Kendimin yanında olarak. Hiçbir şeyi suçlamadan, beklentisizce, varsayımlardan uzaktaki o nötr alanda. Çünkü feda diye bir şey yok. Hep genişlemek var, hep büyümek var, hep yükselmek var. jo tuDh bhaavai saa-ee bhalee kaar.- Yalnızca Seni memnun eden teşebbüsler iyilikle doludur. Öyleyse atmam gereken adımları anlamak için yapmam gereken tek şey ruhumla hizalanmak. Eğer adımım O’nun bir parçası ve O’nun ta kendisi olan ‘Ben’i memnun ediyorsa ‘iyi’, ‘doğru’, ‘gereken’ adımı atmış oluyorum. Eğer attığım adım bana neşe, coşku, keyif, ilham veriyorsa ancak o adımı atmalıyım. Kendi kaderimi algılamamın tek yolu da bu. too sadaa salaamat nirankaar. - Ey Sonsuz ve Biçimlerin Ötesinde Olan! Çünkü ben, içimde taşıdığım Tanrı parçacığı ile aslında sonsuzum ve biçim, şekil, söz, mantık, kalıplarla tanımlanamayacak bir varlığım. Sat nam derken de bunu kastediyoruz işte. Gerçek, benim kimliğimdir. Gerçek olarak nitelendirdiğimiz sonsuz ve biçimlerin ötesindeki benliğimiz ve biz aslında o benliğin ete kemiğe bürünmüş haliyiz. **** Tek bir dörtlük ile günlerdir yaptığım korku çalışmalarının özeti kalbime böyle akıverdi işte. Zihnimle bazen her şey tekrarlanıyor zannetsem de; kalp, bana yolun yatay değil dikey olduğunu, kanat takmanın, cesaretle, deneyimini, kendi gerçeğini görmekten geçtiğini gösteriyor. Sonunda dönüp dolaşıp ‘Yaşadığım her şeye ama istisnasız her şeye binlerce şükürler olsun’ noktasına geliyorum ya buna da şükürler olsun. Çünkü feda diye bir şey yok. Çünkü ben sonsuzum. Çünkü yavaşladığımda kalbim hep söylüyor, ben de dinliyorum. Çünkü o hep en doğrusunu biliyor. Çünkü güveniyorum. Güveniyorum. Güveniyorum. Çünkü kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Sat nam. İstanbul, 3 Mart 2018 |
Nur Taran
|