Dolunayla sıkışan zihnimi, yürüyerek açmaya karar vermişken bir mantra düştü kalbime. Kalbim dedi ki gücünü idrak et ve ağırlıklarını bırakmak acı verse de bırak gitsin. Çünkü, feda diye bir şey yok. Çünkü, sen sonsuzsun ve biçimlerin ötesindesin. Çünkü, bu hayat senin yaratımın.
Son iki gündür bedenim artık bana ‘Dur lütfen!’ dedi. Kendime dair fark ettiklerimi hazmetmeden ya da görmezden gelerek koşmaya devam ettiğimde bedenim kendince beni uyarıyor. Duyabilirsem, ileri gitmesi gerekmiyor, duyamazsam bir tık artırıyor mesajının tonunu. Bu hafta sonu, sırtımdaki el dolunayın da etkisiyle biraz daha sesini yükselten bedenimi dinlemek üzere kendime kapandım. Beslenmek, dinlenmek, dinlemek, hazmetmek, açtığım kapıların ardındakileri daha yakından izlemek için. Yavaşlamak, zihni düzene sokmak açısından çok gerekli. Her yavaşlamayı başardığımda bunu bir kez daha fark ediyorum. Böyle zamanlarda yürüyüş meditasyonları ya da yaptığım her neyse onu meditasyon gibi, yüzde yüzümle o alanda kalmaya çalışarak uygulamak bana çok iyi geliyor. Bedende var olmak, bedene dönmek açısından olduğu kadar mata oturamayacak kadar dirençte olduğumda da bu çalışmalar çok işe yarıyor. Yürüyüşlerde ayak tabanlarımı, bedenimi, nefesimi hissederek, izleyerek yürüyorum ve bilinçli bir şekilde duygularımı izliyorum. Öfkeliysem ağzımdan derin nefesler alıp, yine ağzımdan derin nefesler veriyorum. Bazen ‘aaa!’ sesiyle nefesimi uzun uzun serbest bırakıyorum. Bazen bedenimin daha hızlı hareket etmek istediğini gözlemliyorum ve her adımımı bilinçli ve daha yavaş bir şekilde atmaya çalışarak, bedenimle el ele zihnimi yavaşlatıyorum. Bazen her adımımda bir mantra ekiyorum toprağa. 4 kerede nefes alıp (Sa, Ta, Na, Ma); 4 kerede nefes verdiğim (Sa, Ta, Na, Ma) meditasyon bunlardan biri örneğin. Ellerimi kollarımı sallayarak ve bedende sıkışık kalmış enerjiyi serbest bırakmak açısından ayakkabılarımı çıkarıp, toprağa yalın ayak basıp zıplamak ve aynı zamanda bedenimin monoton seslerle kendisini iyileştirmesine alan tanımak yine kullandığım yöntemler arasında. Anlayacağın, kalbim o gün neyi istiyorsa onu yapıyorum. Bazen sessizliği tercih etsem de bu meditasyon-yürüyüşler esnasında yaptığım şeylerden biri de yeni müzikler, mantralar keşfetmek. Kundalini Yoga’yla tanıştığımdan beri Naad Yoga, yani mantralar ve sesle şifa beni en fazla etkileyen alanlardan biri. Bazen rüyalarımda, bazen uyandığım anda, bazen youtube’da tesadüfen açılan bir videoda, işte hayat o anda nasıl istiyorsa öyle bir mantra gelip konuyor kalbime. Genelde souncloud’ta daha önce tespit ettiğim bir mantradan ya da setten başlıyorum dinlemeye ve akışta yeni parçaları keşfediyorum böyle adım adım. Bu iki gündür, yine böyle bir keşifle ve keşfimin mesajıyla bir farkındalıktan diğerine koşuyorum 😊 Geçen yıl Almanya Kundalini Yoga Festivali’nde tanıştığım, mütevaziliği, ışığı, derinliğiyle kalpten kalbe bağlandığım Simrit Kaur’un seslendirdiği Kudrat Kavan mantrası ve bendeki yansıması son birkaç haftanın özeti niteliğinde kalbime düştüğünden içimden geçenleri sizinle de paylaşmak istedim. Mantra dinlemek isteyenler için burada: https://soundcloud.com/simrit-kaur-music/kudrat-kavan-live-master-mp3-320 Olağanüstü bulduğum, ruhumu ince ince kanatlandıran müziği, bırakıyorum uzmanları değerlendirsin. Ben mantrayı ele almak istiyorum. Mantra, Kundalini Yoga pratiğinin ve sabah sadhanalarımızın bel kemiği Japji’den bir Pauri. (Japji’nin Türkçe çevirisini okumak isteyenler için link burada: (http://www.nurtaran.com/japjiguru-nanak.html) Mantra ve çevirisi şu şekilde: kudrat kavan kahaa veechaar. - Senin Yaratım Gücün nasıl söze dökülebilir? vaari-aa na jaavaa ayk vaar.-Senin için kendimi bir kez bile feda edemiyorum. jo tuDh bhaavai saa-ee bhalee kaar.- Yalnızca Seni memnun eden teşebbüsler iyilikle doludur. too sadaa salaamat nirankaar. - Ey Sonsuz ve Biçimlerin Ötesinde Olan! Mantranın bendeki yansımalarını yazmadan önce bir Japji uzmanı olmadığımı fakat son 3 yıldır hem çevirilerim hem de pratiğim esnasında Japji’ye dair içimde derin bir bağ olduğunu not etmek istiyorum. Kundalini Yoga’nın felsefesinde, tıpkı tasavvufta olduğu gibi Tanrı ve insanın bir olduğu anlayışı var. O yüzden Tanrı, O, Bir gibi ifadelerin geçtiği her yere, ben, evreni, üst benliğimi, bütünü yerleştiriyorum. kudrat kavan kahaa veechaar. - Senin Yaratım Gücün nasıl söze dökülebilir? Üstteki notumdan da hareketle Tanrısal özelliklerden biri olan ‘yaratım gücü’ kişinin üst benliğine ait bir özellik. Bu, hayatımızdaki her detayı bizim yarattığımız, ya da bütünün bir parçası olarak bu detayların da bir parçası olmayı bizim seçtiğimiz anlamına geliyor. Bu, bizim sözün ötesindeki gücümüz. Sayısız karmaşık denklemle karşımıza çıkan, bize ‘Dünya küçük’ dedirten ve söze dökülemeyen yaratım gücü, kolektif yaratımımız bizim sorumluluğumuzda yani. Guru Nanak diyor ki ‘Hayatının, bu düzenin, yaratımın tümü, sayısız yansımanla, hayatına girmiş her insanla, gözünün değdiği her şeyle senin yaratımın. Öncelikle bunu sahiplen çünkü bu sözün ötesinde bir güç. Kendi gücünün farkına var. Bu gücü zihinle anlaman mümkün değil çünkü zihin ancak sözle ifade edileni, mantıkla açıklanabileni anlar. Bu anlamların ötesinde bir güç ve bu nedenle karşılaştığın her şeyi olduğu gibi gör, gözlemle, kabul et. Güç, burada gizli ve bu gizi söze dökmek mümkün değil. vaari-aa na jaavaa ayk vaar.-Senin için kendimi bir kez bile feda edemiyorum. Feda, özellikle Türkiye’deki anlamıyla kulağa biraz kurbanlaştırma gibi geliyor. Fakat burada bambaşka bir anlamı var aslında. Ölmeden ölmek, küllerinden doğmak, hamken pişmek, sana hizmet etmeyen ne varsa onunla bağını kesmek burada kastedilen feda… Bazen gelen e-maillerle, bazen mesajlarla ve derslerde her daim açıkça paylaşıyorum. Kendime dair edindiğim bazı farkındalıklar istesem de istemesem de acı veriyor, canımı yakıyor. Kabul etmekte zorlandığım yönlerim, tanımlarken cam kırıkları halinde kalbime batan duygularım, kıskançlıklar, kibir, kendini sevme-sevememe halleri, öfkeler, geleceğe takılıp kalma, kendine, başkasına, hayata yetememe, yetişememe, mükemmel olmadığını fark etme, kabul etme, depresyon, tıkanıklık, acelecilik, sabırsızlık, yalnızlık, desteklenmeme, sevgisizlik, bencillik, suçluluk, utanç duygusu… O kadar uzun bir liste yazabilirim ki buraya. Bu yolda, kendime doğru yaklaşmak için attığım her adımda içinden geçmek zorunda kaldığım korkular, kalıplar, sıkışıklıklar, sınırlar. Bu, özellikle deneyimlerken kötücül, karanlık, olumsuz olarak tanımlanan duygulardan, hislerden ve farkındalıklardan geçerken inanç kalıplarımı yıkmam, egomun bir kısmını yakmam, kül etmem, vazgeçmem, bırakmam, bağ koparmam gerekiyor. İşte feda zannettiğim şey bunu yaparken duyduğum acı. Ayrılık acısı. Güvenli alanıma, o bildik kalıplara veda etmenin, bilinmeze doğru açılmanın acısı. Karşı kıyıya geçerken geride bıraktıklarımın acısı. Oysa ki feda diye bir şey yok çünkü o geride bıraktıklarımın her biri beni özgürleştirmek için benim yarattığım deneyim içinde kapımı çalan ziyaretçiler. Kapıyı açıp dertlerini dinlediğimde ve kendime, deneyime nazik davranıp onları göndermeye cesaret edebildiğimde feda zannettiğim bana kanat oluyor. O zaman, deneyimlerin bana getirdiği, kendi kaderimi gerçekleştirmek için yürürken ağırlık bıraktırmaksa; kendi sınırlarımı yine kendim için feda ediyorum. O zaman feda diye bir şey olabilir mi? Şu durumda yapmam gereken tek şey fark etmeye ve serbest bırakmaya devam etmek. Kendimle el ele. Kendimin yanında olarak. Hiçbir şeyi suçlamadan, beklentisizce, varsayımlardan uzaktaki o nötr alanda. Çünkü feda diye bir şey yok. Hep genişlemek var, hep büyümek var, hep yükselmek var. jo tuDh bhaavai saa-ee bhalee kaar.- Yalnızca Seni memnun eden teşebbüsler iyilikle doludur. Öyleyse atmam gereken adımları anlamak için yapmam gereken tek şey ruhumla hizalanmak. Eğer adımım O’nun bir parçası ve O’nun ta kendisi olan ‘Ben’i memnun ediyorsa ‘iyi’, ‘doğru’, ‘gereken’ adımı atmış oluyorum. Eğer attığım adım bana neşe, coşku, keyif, ilham veriyorsa ancak o adımı atmalıyım. Kendi kaderimi algılamamın tek yolu da bu. too sadaa salaamat nirankaar. - Ey Sonsuz ve Biçimlerin Ötesinde Olan! Çünkü ben, içimde taşıdığım Tanrı parçacığı ile aslında sonsuzum ve biçim, şekil, söz, mantık, kalıplarla tanımlanamayacak bir varlığım. Sat nam derken de bunu kastediyoruz işte. Gerçek, benim kimliğimdir. Gerçek olarak nitelendirdiğimiz sonsuz ve biçimlerin ötesindeki benliğimiz ve biz aslında o benliğin ete kemiğe bürünmüş haliyiz. **** Tek bir dörtlük ile günlerdir yaptığım korku çalışmalarının özeti kalbime böyle akıverdi işte. Zihnimle bazen her şey tekrarlanıyor zannetsem de; kalp, bana yolun yatay değil dikey olduğunu, kanat takmanın, cesaretle, deneyimini, kendi gerçeğini görmekten geçtiğini gösteriyor. Sonunda dönüp dolaşıp ‘Yaşadığım her şeye ama istisnasız her şeye binlerce şükürler olsun’ noktasına geliyorum ya buna da şükürler olsun. Çünkü feda diye bir şey yok. Çünkü ben sonsuzum. Çünkü yavaşladığımda kalbim hep söylüyor, ben de dinliyorum. Çünkü o hep en doğrusunu biliyor. Çünkü güveniyorum. Güveniyorum. Güveniyorum. Çünkü kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Sat nam. İstanbul, 3 Mart 2018
0 Comments
Leave a Reply. |
Nur Taran
|