KENDİN OLMA SANATI Doğru, yanlış, iyi, kötü ve tüm tanımlamalar üzerine bir deneme. Bu mesajı okuyan sevgili dostum, İnsan, farklı olduğu için değil kendi doğasına aykırı davrandığı için acı çeker. Acının son bulmasının tek yolu kendi doğanı bütünüyle tanımaktan geçer. ‘Ben kimim?’ sorusu felsefe doğduğundan beri defaen soruluyor. İnsan, her şeyi tanımlayarak anlıyor. Fakat bazen yapılan tanımlar öylesine genel geçer bir hal alıyor ki özgünlük kavramı tamamen unutuluyor. Yuval Noah Harrari tarafından kaleme alınan Saphiens kitabını okuyorum bir süredir. Bu sıra dışı bilgilerle donanmış kitapta, son dönemde yapılan arkeolojik antropoloji araştırmaları sonucunda dünyada ‘insan’ olarak tanımladığımız türün yalnızca Saphiens olmadığı, Saphiens ile birlikte başka türler olan Neandartal ve Homo Erektus kalıntılarının da bugünün insan nüfusunda genetik farklılıklar doğurduğunu söyleniyor. Örneğin, modern Ortadoğu ve Avrupa dünyasının DNA’sının yüzde 1 ila 4’ünün Neandartal DNA’sı olduğuna ilişkin tahminler bana göre bugün yaşanan savaşların, yıkımların ve kaosun tercümanı niteliğinde. Buna göre, tek bir insan ‘türünden’ dahi bahsedemiyorsak nasıl genel geçer tanımlarla insanları (ya da kendimizi) kategorize edip, ‘insanlık hastalıklarının tümünü’ (ya da kendimizi) ‘sayısal olarak doğru görünen’ tedavi yöntemleriyle 'iyi'leştirebileceğimizi söyleyebiliriz? Peki ‘Ben kimim?’ gibi varoluşsal soruları genel geçer şekilde yanıtlayabilir miyiz? Ben de pek çok filozof gibi bunun mümkün olmadığı sonucuna varıyorum. Her insan kendine özgüdür. Kendi olma sanatını öğrenmek isteyen ‘kahramanın’ varoluşuna ve varlığına ilişkin genel geçer soruları ve bunların yanıtlarından doğan tanımlamaları gözden geçirmesi birincil aşamadır. Doğru, Yanlış, İyi ve Kötü Üzerine Bir başka sorunsal da doğruyu, yanlışı, iyiyi ve kötüyü tanımlamak... Kime göre ve neye göre doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü? Bunu ancak mümkün olduğunca, tarafsız yani nötr bir zihinle, farklı görüşleri okuyup, dinleyip, takip edip, titizlikle bir potada toplayıp tüm bu aşamaların ardından kendi analizini yaptıktan ve üzerine kendi deneyimini yaşadıktan sonra anlamak mümkündür. Bu çıkarımın bir sonraki deneyimde doğruluğunun ya da yanlışlığının aynı şekilde kalacağına ‘emin olmak’ ise her zaman mümkün değildir. Çünkü önce soru gelir. Yanıtın ne olduğuna karar vermeden önce çok boyutlu, bol katmanlı şekilde bilgiye ulaşmak gerekir. Bilgi işe yarar ve yaramaz diye zihin tarafından süzgeçten geçirilir. Mantık, süreci onaylarsa karar davranışa yansır. Davranış, kalpte sıkıntı değil ferahlık yarattıysa (burada sezgiler önemli bir rol oynuyor) verilen karar o an için ‘doğru’dur. O an için ama. Çünkü bambaşka bir deneyimde aynı bilgiyi kullanmanın yanlış olabileceği konusunda sezgin seni uyaracaktır. Ne güçlü bir öğretmendir şu sezgi :) Kalp ferahlığı ve kalp sıkıntısıyla kendine ait bir dili vardır. Böylece hayatın her anında, her daim, anda her ne oluyorsa ona yüzde 100’ünle odaklanma ve doğrunun, yanlışın tanımsız gözlemini yapma evresi başlar. Bu evre son nefese kadar devam eder ve bilgelik kazanmak dediğimiz evrenin ta kendisidir. Fakat eşzamanlı olarak, malum hayat akmakta olduğundan, bu gözlemler belli bir birikim kazanır. İşte o vakit bir sonraki aşamaya geçilir: Artık kendi tanımını bulmak üzere içine doğru yolculuğa çıkmanın zamanı gelmiştir. Bu yolculukta doğru, yanlış, iyi, kötü kavramları yeniden oluşacak ve kişi aslında bu hayatta gerçekten yapmak istediği her neyse onu yapmaya yönelecektir. Bu deneyimler bütünü onu ‘kendisi gibi olmaya’ doğru özgürleştirecektir. Ne dedik? İnsan kendi doğasına aykırı yaşadığı için acı çeker... Acı çektiğin her yer seni kendi olma sanatına götüren bir köprü gibidir. İnsan, ancak yaralarına bakarak onları iyileştirebilir. İçine mikroskopla bakmak Acılarına mikroskopla bakarken ya da basitçe hayatın rutininde verdiğin tepkilerin derinlerine inip kendi doğanı anlayabilirsin. Bunu yine tarafsız gözle yapabilmek için tüm dikkatini verdiğin tepkilere odaklamak vazgeçilmez bir gerekliliktir. Kendini akışın dışında, yani anın gerisinde ya da ilerisinde, başka bir deyişle kafanı başka bir yerde, geçmişte ya da gelecekte bulursan bil ki bir hazine yakaladın. Hemen ‘Nasıl hissediyorsun?’ diye sor kendine. ‘Kendini şu an nasıl hissediyorsun?’ Evet aynen bir dostuna sorar gibi. Şayet masumiyetle ve en saf haliyle görmek üzere sorarsan orada bir duygu küresi bulacaksın. Diyelim ki en yakın dostunla birliktesin ve sana yaşadığı aşkı heyecanlı heyecanlı anlatıyor. Aklın bir anda başka yerlere kaymaya başladı. Yine diyelim ki ‘Sen böylesi heyecanlı aşkı yaşamayalı ne kadar oldu?’ diye düşünmeye başladın. Hemen bu düşünceni al ve kendine sor: ‘Nasıl hissediyorsun?’ Yüzeylerden ‘Bilmem. (bu bilmem de ne önemli bir kelimedir. Adeta egoya giriş kapısı :))) ‘Üzülüyorum işte’ gibi bir yanıt alabilirsin. Tebrikler! ‘Kendini Kurbanlaştırma’ kalıbının ilk katmanına daha ilk adımda ulaştın! İşte bu senin öğrenilmiş kimliğinin bir katmanı. Kendini kurbanlaştırma. Kötülüklerin anası gibi geliyor kulağa :) Bu kalıbı (ya da benzerlerini) yakaladığında benim son dönemde sürekli uyguladığım bir yöntemi sen de deneyebilirsin. Örneğin kendimde kıskançlık yakaladım. Öncelikle bunu reddetmemeye çalışıyorum. :))) Bunu başardığım an durumu olduğu gibi kabul ediyorum ve hemen derin nefesler alıyorum. Duygumu iyice inceleyerek ‘Bu duygu ve düşünce kalıbıyla ilgili tüm negatif bağımı kesiyorum, yerine sevgiyi koyuyorum’ diyorum. Ve zihnimde kıskançlıkla ile ilgili tüm bağımın benden uzaklaştığını canlandırıyorum. Acı çekmek iyi midir? Yoksa kötü mü? Burada bunu yakaladıysan işte iyi ve kötü kavramını da sorgulamanın zamanı geldi demektir. ‘Bende bunun olması iyi mi kötü mü?’ İkisi de değil. Bu benim öğrenilmiş kimliğimdeki bir bilgiydi yalnızca. Belki genetik olarak aldım, belki bir yerde böylesinin doğru olduğuna karar verdim, belki kolektif bilinç böylesini emretti. Ne önemi var? Kendimi kurbanlaştırdığım her an empati kurmayı da öğrendim. Çünkü acı çektim. Bu acı çekmemi iyi mi yapar kötü mü? Her durum yalnızca ‘var’. Bunu iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış yapan bizim kararlarımız. Böylesi bir güçteyiz aslında. Her şeyi dilediğimiz gibi yaşama gücü. Çünkü özünde o arkadaşının yaşadığı deneyime tanıklık etmek, hislerini samimiyetle onunla paylaşmak, birbirini yükseltmek, Yogi Bhajan’ın deyimiyle, birbirine kaldıraç olmak var. Bu düşünce kalıbıyla bağını kesip özgür kalmak istemez misin? Desteklemek ve destek görmek, sevmek, paylaşmak, yükselmek ve yükseltmek, öfkeyi şefkatle şifalamak, korkuların yerine büyük kanatlar takmak ve kanatlananlara şahit olmak... İnsanın gerçeği, asıl doğası budur. 'İnsan en yıkıcı cinstir’ diyen dostlarım var. Yıkıcı olan insanın evrim geçirmediğine inanıyorum. Hala genlerden gelen eski kodları bir kere olsun sorgulamamış olan bir insanın ilerleme kaydedebilmesi (ki bu evrimsel bir iç güdüdür aynı zamanda), önce insan sonra kendi olma sanatını öğrenebilmesi için sorgulamayı da öğrenmesi gerekir. Sorgu, evrimin temelidir. Yogi Bhajan dersten önce yaptığı bir konuşmasında ‘Buraya bildiklerinizi unutmaya ve gerçekleri hatırlamaya geldiniz’ der. Gerçekleri hatırlamak için, sana öğretilmiş her şeyin toplamı olan sınırlı kimliğini önce en çıplak haliyle görmen, ‘eksiksiz’ kabul etmen, özünün yönlendirdiği şekilde kendine şefkat göstererek yeniden yapılandırman gerekir. Tüm bunlar için de cesaretle sorgulaman gerekir. O zaman gerçek nedir, senin gerçeğin nedir bunu hatırlayabilirsin. Alınan eğitimler, yapılan pratikler yalnızca basamaklardır. Varılacak bir yer yoktur. İçinde kalınacak bir hal vardır: O hal, yalnızca kendin olarak kabul edildiğin cennetin ta kendisidir. İstanbul, Ekim-Kasım 2016 Güneşli Ev. https://soundcloud.com/whitesunmusic/01-trinity
1 Comment
Merhabalar,
Reply
Leave a Reply. |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |