Dün gece Güneşli Ev’deki dersten önce son 2 aydır daldığım ve çocukluğuma uzanan kuyuda kesfettiklerimi çemberde paylaşırken kalbim, kulaklarım işitti ağzımdan çıkanları... Şöyleydi dökülenler, duyduktan sonra kendimi anladım: . Hayattan keyif almama, şımarmama, yüksek sesle kahkaha atmama, oyun oynamama izin vermeyen, her davranışımı uç bulan, kadınlığımı ifade etmemi ve yaşamamı utanç verici zanneden, talep etme hakkını bana vermeyen, değersiz olduğumu, ancak işe yararsam, başarılı olursam değerli olabileceğimi düşünen, öfkelenmemi, kıskanmamı zayıf bulan, hata yapmamdan olağanüstü korkan, rahatlayınca öleceğimi ya da tembelleşeceğimi sanan bir yönüm var. Adı içimdeki yargıç ve ben onu senelerdir ‘iyileştirmeye’, ‘uysallaştırmaya’ çalışıyorum. Ve her seferinde iyileştiremediğimi görüp kahroluyorum. ‘Geç kalıyorum’ hissine giriyorum olur olmaz vakitlerde bu yüzden. Mesela gece uyandığımda, yatağımda. Ya da ‘Yaptığım hiçbir şey işe yaramıyor’ diye kendimi yemeye başladığımı görüyorum. Çok yoruluyorum uzun zamandır bundan ama yine uzun zamandır gözlemliyorum. . Bu kez kendi kuyumun derinine indiğimde başka bir ışık buluyorum elimde. Bu kez, anlıyorum ki içimdeki yargıcın iyileştirilmeye değil ‘kabul edilmeye’ ihtiyacı var. Sadece olduğu gibi görülmeye... Yargılarımla bastırılmadan kendini ifade edeceği, yasını tutabileceği güvenli bir alana ihtiyacı var. Ve ona bu güvenli alanı ‘önce benim’ sağlamam gerekiyor. Ona, kendini muhtaç hissettiği sevgiyi, kabulü önce benim vermem gerekiyor. . Bütünlüğüm bulunduğum noktayı kucaklamakla başlıyor. . İçimdeki yargıca soruyorum ‘Bu güvenli alanı sana nasıl sağlayabilirim?’ ‘Kendimi göstermeme izin ver ve yanımda kal’ diyor. Kendi görmek istemediğim yanımın elinden tutarken, içimin karanlığı, bana şefkatte kalmayı öğretiyor. Bedenimdeki hislere odaklı, duygulara olduğu gibi izin vererek gözlemci kalmayı öğreniyorum. Kargaşanın içinde nefes alıp vermek garip bir mütevazilik ve teslimiyet getiriyor. Karanlık ve aydınlığın birlikte çalışmasını izlerken ben bir yandan ‘Ben yanındayken her duyguyu yaşaman güvenli. Seni görüyorum. Korktuğunu görebiliyorum. Seni her halinle kabul ediyor ve seviyorum’ diyerek bedenimin, zihnimin ve ruhumun ihtiyaçlarını karşılamanın öz bakım olduğunu öğreniyorum sonra. Yumuşacık bir dönüşüm geliyor bununla. İçimdeki fırtına sakinleşiyor. . Tüm bunlar olurken acının yangını içinde kendimden daha büyük olana, Kaynak’a teslim olmanın, güvenmenin ve korkmama rağmen, kırılganlığımla kalarak ve kapanmamayı göze alarak kalbimin yakınına sevdiğimi almaya ‘cesaret etmenin’, gücümü, başkasının üzerinde kullanmak için değil, kendi içimde büyütmek için geri almanın tadını alıyorum. . Ve yine tüm bunlar olurken kimliklerimden ibaret olmadığımı anlıyorum ve bir kez daha çıplak kalıyorum. Kim olduğumu bilmeme alanında... Hayattaki her kimliğimi bırakabileceğimi ve yine de kendimi bırakmayacağımı anlıyorum, yeniden. . Ve bilginin değil deneyimin karşımdakini dönüştüreceğini tabi bir de. Bilgiyi karşımdakine vermektense kendi deneyimimi kalpten paylaşmanın dönüştürücülüğünü. . Sonra dostların şifasının vazgeçilmezliğini ve birlikte hareket etmenin sonsuz gücünü. ‘Biri yükseltildiğinde herkes yükselir’in ne anlama geldiğini... . Ve kitabımın artık son doğumunu yapmaya hazır olduğumu. Dokunan herkesin şifalanması, şefkati hissetmesi ve yükselmesi niyetlerimle. Bütünün en yüksek hayrına 🙏🏻☀️ . Bunların hepsi son 2 ayda oluyor. Devranı döndüren güç hayatıma öyle bir parmak ucuyla dokunuyor. Eli kalbimden hiç eksik olmasın. . Yolun her zerresine binlerce şükür. Sat nam.
0 Comments
Varlığımı, isteklerimi, ihtiyaçlarımı görmezden gelmekten vazgeçmeye, hissettiklerimi, gördüklerimi aktarmaya, sınır koyup, ‘hayır’ ya da ‘evet’ demeye ve kendimi ifade etmeye başladığımda ‘fazlasıyla hassas’ davrandığımı söyleyenler oldu hayatımda. Ne zaman kırıldığımı, endişelendiğimi, korktuğumu paylaşsam çok hassas olduğumu duymanın bende suçluluk ve utanç duygusu yarattığını fark ettim sonra. Kırılganlıkla kalbimdekini paylaştığımda karşımdakinin çeşitli nedenlerle bundan rahatsız olabileceğini görmeye başladım çünkü. Bu da bende karşımdakine zarar verdiğim düşüncesiyle suçluluk ve utanç yaratıyordu. Sonra şöyle derken buldum kendimi: ‘Evet, bu kadar hassas olmak bu dünyada zayıflık. Bu kadar kırılgan olursam hayatta kalmam ve birilerinin benimle olabilmesi çok zor. O yüzden biraz duyarsız davranmaya, görmezden gelmeye çalışmalıyım. Bu kadarı normal değil...’ . Dün Nazlı (Doğuoğlu) ile konuşurken içimde uzun süredir dönüp duran şöyle bir şey yüzeye çıktı: Ben normal olmak istiyorum! Sonra ağzımdan çıkanı kulağım duydu: Ben, yaşadıklarımı, başkalarının yorumları, beni çok hassas bulmaları ve eleştirmeleri dolayısıyla anormal görmeye başlamıştım... YİNE! ‘Bir dakika!’ dedim kendime. ‘Ben buradan geçmiştim. Benim normalim ve hatta öğrettiğim şey bu! Daha fazla hissetmek. Her şeyi. Hayatı buradan kavramak ve canlanmak! Her duyguyu, hissi kucaklamak. Özgün olmak için bundan başka yol yok... Ben buyum ve bu sayede ben, ben olabiliyorum. Bu hassasiyetim olmasaydı şu an şükrettiğim hiçbir adımı atamayacaktım. Hassasiyet benim en kıymetli pusulam!’ Kırılganlığımın, kendimi ifade etmemin (burada tepkisel bir bağırıp çağırmadan değil kalpten ifadeden bahsediyorum) başkasında yarattığı etkiden ben sorumlu değilim. Kendimi bütünlemek nasıl benim sorumluluğumsa; o etkiyi şifalamak da onların sorumluluğu. Ve genişleme, kendi özgün bütünlüğünü deneyimlemeyi, yaşamayı hak ettiğini, kendi değerini kucaklamayı öğrenme sürecinde ve tabii hayatın her adımında en temel ihtiyaç: Şefkatle, nötrden şahitlikle ve sevgiyle çevremizde güven alanı yaratabilecek insanlar. Ve elbette o insanın kendisi olabilmek... Ne dersin bu işe? Sat nam. Ağzımda hala patlayan bir şekerleme tadı var, Çocuk gibi attığım kahkahaları kar biliyorum acı çöktüğü zaman üzerime, Keyif ihtimali olan hiçbir anı kaçırmıyorum ondan, Kabullenemediğimi kabullenmeme, göremediğimi görmeme yardım et. Çok korku geldi bir anda, Çok keder, çok yorgunluk, yılgınlık geldi kalbimin kapısına. Eskilerin son tortularıyla birleşti hepsi, Dayanamadım, Eski kalkanımı geriye taktım. İçime kaçtım, dünyadan kaçtım. Yok sevgilim, bu eski kalkan üzerime dar geliyor artık. Kalbimin kasları kalkanımdan daha geniş, hissedebiliyorum. Söküyorum bu vidalarını teker teker. Senelerdir göğüs kafesimde bir inşaat var, Ellerimle toprağımı kazıyorum, Unuttuğum koşulsuz kabule ulaşmak için. Bazen bir arpa boyu ilerleyemediğimi sanıyorum sonra bir bakıyorum ki bambaşka bir tepeye tırmanmışım... Ben kendimi olduğum gibi kabul ediyorum sevgilim. İstersem ağlarım kendi omzumda, İstersem çırılçıplak kalıp; yazarım tüm duygularımı, İstersem hata yaparım yeniden yeniden. Ellerimi kendime sarılma nöbetine koydum, Ölçtüm, kollarımla sırtıma kadar sarabiliyorum kendimi. Ve dedim ki: O kalkan göğüs kafesime bir daha yerleşmeyecek. Gücümü geri alıyorum. Gücümü kalbime veriyorum. Sat nam. ✨ Sevgilim, 10 sene önce, ben, bu ben olduğumu unutmuşken, ‘Hayattan bir türlü tatmin olamıyorum’ demiştim. ‘Ne yapsam olmuyor. Çocukluktan beri soruyorum bunu. Benim hayat amacım ne?’ Sonra olaylar gelişmişti hızla... . Şimdiye geldiğimde... Hayatı, cesaretle (yani zaman zaman zorlanmama ve korkmama rağmen) ruhumun çağrısı doğrultusunda yürümek ve her an kendimi yeniden coşkuyla keşfetmek üzere yaşıyorum. Benim hayata verdiğim anlam bu. . Derinden ettiğim bir dua var: Deneyimlerime nötrden ve ruhumun istediği şekilde şefkatle yaklaşabilmek ve hayattan özgürce keyif almak... Bunun için ruhumla bağımı (yöntemi herkes için bambaşka olabilir) her gün yeniden hatırlamak. . Olay anladığım kadarıyla şöyle: Bir öz benliğimiz yani ruhumuz var. Bir de temelde 5 yaşına kadar, bazısı sonradan edindiğimiz kimliklerimiz. Hep tutunduğumuz kimliklerden (evet, yoga eğitmenliği, spiritüel, sevgili, eş, anne, baba vs. kimliğinden de) özgürleşip, ruhun çağrısını duymak, birilerine benzemek zorunda hissetmeden (buna kendi rehberlerimiz ve öğretmenlerimiz de dahil), çevremizdeki her şeyin guru (karanlıktan aydınlığa taşıyan öğretmen) olduğunu bilerek özümüzle hizalanmak, özümüzü işitir ve duyduklarımızı uygular hale gelebilmek... Bu yolculuğun ana çerçevesi böyle gibi geliyor bana... . Bilincin uygulanması ve sende somutlaşması... . Kendi özüne bağlı, özgünlükle ruhunun çağrısını yaşayabilmek. . Peki ruhun çağrısının ne olduğunu nasıl bileceğiz? Sat Dharam bugün bununla ilgili formülünü paylaştı: ‘Ruhunun çağrısı sana neşe veren, hayatına anlam ve tatmin duygusu kazandıran, yetenek ve kabiliyetlerini kullandığın eylemleri takip etmektir’ dedi... . Yogi Bhajan şöyle soruyor: ‘Ruhunun çağrısı nedir? Çağrının, bulunduğun noktaya mesafesi nedir ve bu mesafeyi nasıl yürümeyi düşünüyorsun? . Peki sen? :) Seni neşelendiren, anlamlı bulduğun, yeteneklerini kullandığın ve bu üçünü buluşturduğun alanlar ne olabilir? Ruhun seni nereye davet ediyor? . Güzel bir Pazar sorgusu. 😊☀️ Sevgimle, Sat nam. |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |