Zihnimde pinpon topu gibi iki cümle dönüp duruyor günlerdir. Yogi Bhajan'dan 'Önemli olan yaşamak değil, hayatı ne kadar cesaretle deneyimlediğin' sözü zihnimin bir duvarına; Osho'nun 'Bu çağın azizleri ve ermişleri dağın tepesinde inzivaya çekilip meditasyon yapanlar değil hayat deneyiminin içine cesaretle dahil olanlardır' sözü zihnimin diğer duvarına çarpıyor.
Bir ona bir buna bakıyorum ve zihnimi izliyorum. Cesaret, bu hayatta öğrenmekte olduğum en önemli ders. Bazen sırf bunu öğrenmek için bu ülkede doğduğumu bile düşünüyorum inan. Cesaret, bu ülkede kadınlığını kabul etmekten tut, özgün olabilmeye, toplum tarafından kabul edilmemeyi göze almaktan tut, ‘barış’ diyebilmeye, evrensel bolluk berekete bağlı olduğunu anlamaya, sonu mutlu biten masallara inanmayı sürdürmeye kadar uzanan çok boyutlu, çok katmanlı bir öğreti. Ama bu öğretinin en derini bana göre içine bakma cesaretini göstermek… Hayatımdaki en büyük cesaret eğitimini içimdeki araziye bakarken alıyorum kesinlikle. Geçtiğimiz günlerde Mine Türkili ve altın kadınlar korosu ile yaptığımız mini aile diziminde öfkelerim, kaçışlarım pastadan çıkan tavşan misali göz bebeklerime far tutarken, cesaret kulağıma fısıldadı ‘Derin nefes al ve kabul et.’ Gafil avlanan egom can havliyle bedenime hızlı hızlı kan pompalarken, kalbimdeki cesaret tekrar tekrar ‘Öfkenin gözlerinin içine bak, kaçırma gözlerini. Onu serbest bırakabilirsin, kendini hafifletebilirsin’ diyordu. Mata neredeyse her oturuşumda benzer şeyler yaşıyorum aslında. Kundalini Yoga’yı deneyimleyenler biliyor. Biz derslerimizden sonra her zaman yüksek bir ruh hali vaat etmiyoruz. Biz, mattan kalkıp hayata karışmaya hazırlanan yoginin egosunu görecek ve dönüştürecek cesareti ve farkındalığı edinmesi için ‘yükselme hali’nin öğretilerle geleceğini deneyimleyerek ders vermeye başlıyoruz. Bir Kundalini Yoga eğitmeni olarak artık anlıyorum ki buna alan tutan, kanal olan yalnızca bedenim. Benim yapmam gereken tek şey aradan çekilmek… Hayatta kendi önünden çekilmek Bunu gözlemlediğimden bu yana kendime sormadan edemiyorum: ‘Hayatta da kendi önümden çekilebilir miyim acaba?’ diye. Karta Singh 2 yıl önce bana ‘Sıfır noktasına geçersen her şeyi kapsayabilirsin’ demişti. Sıfır noktasına geçecek cesareti gösterebilecek miyim? Kalbim herkesi ama istisnasız herkesi ve her şeyi kucaklayacak kadar genişleyebilecek mi? Kundalini Yoga Eğitmen Eğitimi'nden sonra yaptığı atölyede Fateh bir şey söylemişti onu çalıyor bak şimdi kalbim: Acıdan o kadar korkuyorsun ki hayatı yaşamıyorsun. Kalbimi tam manasıyla açarsam kırılacağından, canımın fena acıyacağından korkuyorum. Bu yüzden belki de hayatla arama bir koruma kalkanı olarak giriyorum. (Bunu söyleyebiliyorsam ya da gözlemleyebiliyorsam demek ben, hayatla arama giren beni izleyebiliyorsam yani, ben o benden farklıyım… O zaman kim bu benler? E bu başka bir yazının konusu tabi 😊) Geçmişimden, yaşanmışlıklarımdan, yaşayamadıklarımdan, takılıp kaldıklarımdan, atalarımdan her günüme sürükleyerek taşıdığım öğrenmişliklerim var, anladım. Ağırlaşıyorum, aksaklaşıyorum bu bilgiler yüzünden bir deneyime adım atmaya meylettiğimde. Kendimi bir tanımlamışım: Ben böyleyim… Geçmişte ‘Ben böyleyim’ dediğim hiçbir tanıma sığmıyor içim şimdi oysa. Küçük fanuslarım, ben şöyleyimdir, ben böyleyimdir kalıplarım, temkinli tavırlarım, türlü maskelerim ve acil çıkış kapılarım var. Hepsi aman acı çekmeyeyim diye. Hepsi ya başıma bir şey gelirse korkusu yüzünden. Bastırıyorum, yok sayıyorum, görmezden geliyorum kendi gerçeğimi onlara bakıp kaldığımda. Hepsi acı çekmekten korktuğum için. Peki ya bunu göze alırsam? Neydi? 'Önemli olan yaşamak değil, hayatı ne kadar cesaretle deneyimlediğin…’ Acıyı da hayatın parçası olarak kabul edip durmaksızın sürdürdüğüm bu kaçışa bir son verip acının içinde kalmayı denesem? O bastırdığım duyguları serbest bırakıp kendilerini ifade etmelerine izin versem? Gerçekten bana anlatmaya çalıştıkları ne onu bir dinleyebilsem de özgür kalsalar sıkıştıkları yerden? Yine Kundalini Yoga yapanlar bilir. Bazı meditasyonlarda acıyı deneyimleriz. Acının içinde her şeye rağmen kaldığımızda, örnek veriyorum White Tantra gibi bir çalışmada kollarımızı 62 dakika havada tutarak bir meditasyonu deneyimlediğimizde acının bir yerden sonra zihnin ürettiği bir his olduğunu anlıyoruz. Acının içinde durmayı kabul edip direnmekten vazgeçtiğimizde 'ötesi'ni deneyimliyoruz. Çünkü acının ötesinde Cesaret yatıyor. Sınırsız olduğunu, Yaratım ve Yaratıcı'nın sende Bir olduğunu ve korkularından ötede sonsuzlukla bütün olduğunu anlamak yatıyor. Bunu anlamak için cesaret gerekiyor, bunu anladığında daha fazla cesaret kendiliğinden geliyor. Çünkü Osho çok haklı 'Bu çağın azizleri ve ermişleri dağın tepesinde inzivaya çekilip meditasyon yapanlar değil hayat deneyiminin içine cesaretle dahil olanlar’. Açıyorum kalbimi sonuna dek, bir cesaret. Hayat, seni olduğun gibi kucaklıyorum, bir cesaret. https://www.youtube.com/watch?v=58SWsFTGNkw İstanbul, Eylül 2017
0 Comments
Küçükken anneannem sordu, 'Büyüyünce ne olacaksın pedi mou (çocuğum)?'
Hiç düşünmeden bağırdım: 'Dansöz olacağım anneanneciğim!' Anneannemin gözleri kocaman 'mana mou! (Anneciğim!’) :))' 'Ne yapacaksın dansöz olup? Doktor ol sen pedi mou, doktor ol!' Zannediyorum 2 ya da 3 yaşındaydım. Komşularımızdan bir tanesi anneannemin altın gününde diğer komşuların ısrarı üzerine dansöz kıyafetini giyip gelmişti. Kısa hayatımda gördüğüm en parlak kıyafetti giydiği. Pırıltılarla savrulan o şahane kıyafete hayran hayran bakarak ilk kez dans ettiğimi, dansın nasıl bir şey olduğunu ilk olarak orada öğrendiğimi ve pek tabi o an dansöz olmaya karar verdiğimi hala çok net hatırlıyorum. Sonra ortaokulda 4 yıl kadar halk oyunları oynadım. Türkiye’nin hemen her yöresini şöyle bir oynamışlığım vardır. 😊 Her ne kadar halk oyunları hocalarım konservatuar için ailemi ikna etmeye çalıştıysa da daha ciddi meslekler edinmem ve dansı hobi olarak yine yapmam konusunda aile meclisinden çıkan karar doğrultusunda üniversite hazırlığıydı, üniversiteydi, solculuktu, iş dünyasıydı falan derken dans, hayatımdan giderek uzaklaştı. Goa’da şöyle bir hatırlar gibi olduysam da yoganın başlamasıyla açılan bilinçaltımı seyre dalınca ben işler son birkaç senedir benim için biraz ciddileşti. Yani, dans ettim etmesine de öylesine, artık dans etmeden duramadığım anlarda vitamin alır gibi, az az… Zihnim bazen hayatı ne kadar ciddiye alıyor bir bilsen… Neyse, geçen ay gittiğim Almanya'daki New Healing Festival'in açılış seremonisine kadar dans benim için bir var bir yok ama hep kalbimin içinde bir yerlerde durdu öyle. Fransa’daki White Tantra deneyiminin hallaç pamuğu gibi attığı bilinçaltım bana kendimi bir bir anlatırken New Healing Festival'in ilk gününde ateşe minik bir odun attım ve evrenden minik bir dilekte bulundum. Dedim ki: 'Kendi özümü, özgün doğamı öğrenmek istiyorum. Öğrendiklerimi unuttuğumda ben kim olurdum işte o Nur'la tanışmak istiyorum.’ Evren durur mu? Valla masumiyetle istediğinde evren hiç durmaz :) 1 saat sonra kendimi harika bir çemberin içinde yüzlerce kadınla tüylerim diken diken şunları söylerken buldum 'Ben bir kadınım, ben bir şifacıyım, ben bir öykü anlatıcısıyım, ben gerçeğin kendisiyim!' Sonra çemberdaşlarım ellerine birer vurmalı çalgı aldılar ve başladılar ritim tutmaya. Gündüz vakti kendimi bir ritim çemberinin ortasında buluverdim. Ayaklarım ayakkabılarımı fırlatıp atalı bir zaman olmuştu zaten ama benden habersiz hareket etmeye başladıklarını ilk defa görüyordum :) Ayaklarımın aklına uydum ve başladım bedenimle ritim tutmaya. Ben ayaklarıma kibarca ritim tutmaları için mukayyet olmaya çalışadurayım çember ufak ufak ritimle delirmeye başladı. Benim kalçalarım, kollarım, omuzlarım durur mu? Onlar da zıpladılar ritimle! Bedenimin neşesi kalbime yayıldı. Bunu gören ciddi zihnim daha fazla dayanamadı o da katıldı ritmin ilahi kışkırtmasına. Ne kadar zaman sonra bilmiyorum çemberin ortasında yalın ayak, kalbimde de yüzümde de şekerden tatlı bir kahkaha, ayaklarımı yere vura vura dans ederken seyrettim kendimi. Evet, resmen bedenimin dışına çıkıp en ilkel halimle terden sırıl sıklam olana kadar dans ettiğimi keyifle izledim. Çembere ve benim bu neşeden topluma göre delirme bana göre kendi normalime dönme halime liderlik eden Gong ustası canım Matthias Wieck çemberi kapattığında birbirimize bakıp 'Az önce neler oldu?' diye sorduk gülerek. Sonra yanıt verdik 'Neşe oldu, evren oldu. Coşku oldu! Wahe guru!' Kalbimden anneanneme seslendim 'Anneannem ben doktor olamadım ama galiba gerçekten dansöz doğdum.' O zaman dans, o zaman renk! 🤗❤️ Fotoğraflar: (W)anderer Christian. Düsseldorf, Kuşadası, İstanbul 2017 |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |