Uzun, upuzun ve içindeyken yüzlerce kez deri değiştiğim bir ilişkiyi geride bıraktım. Aylar oldu, acısıyla daha yeni yeni yüzleşebiliyorum. Böyle zamanlarda önce hayatta kalmaya odaklanıyorum sanırım, bir yolunu bulmaya. Bu yazıyı da tam olarak o ‘Bir yolunu bulmak’ ifadesi üzerinde durmak için yazıyorum. İşte kendime notlarım… Birgün’de Dış Haberler’de çalışırken editörüm Ercan Güler bir gün bu yazdığıma benzer yazılar yazacağımı bana söylemişti ve ona bir hayli sinirlenmiştim. Nasıl yani dünya meselelerini değil böyle ‘kişisel gelişim’ temalı yazıları mı yazacaktım!? Iyyyyy! 😊 Kendime de spiritüelliğe de hayli mesafeliydim o zamanlar. ‘Alayına atar, topuna gider!’ şeklinde yaşıyordum 😊 Şimdi çok garip geliyor o kadar uzak olmak kendimden. Dünyayı değiştirmenin yolunun kendimi dönüştürmekten geçtiğini anlamam zaman aldı. Ne diyeyim, insan dediğin değişiyor. Dürüst olmak gerekirse ‘Hayatını olumsuz etkileyen bir konuyu çözmek üzerinde atılması gereken bilmem kaç adım’ içerikli yazılara bayılıyorum. 😊 Çocukluktan beri bol sınava maruz kalmış biri olarak hap bilgilere tabii ki eğilimim var. Öte yandan yine tabii ki hayat hap bilgilerle çalışmıyor. Çok daha kapsamlı ve mucizevi bir yapısı var. Bu yazıyı hiç bilimsel olmayan, hayatta bulunduğum şu noktada, kendi deneyimlerimden ve çevremdeki dostlarla paylaştıklarımızdan kendime çıkardığım özeti (hap bilgileri) yazdığım koca bir sübjektif yazı olarak okuyun lütfen. Zamanla buraya cümleler eklenir, zamanla buradan cümleler çıkartılır belki. Kim bilir? Neyse… Sadede geleyim. Uzun, upuzun ve içindeyken yüzlerce kez deri değiştiğim bir ilişkiyi geride bıraktım. Aylar oldu, acısıyla daha yeni yeni yüzleşebiliyorum. Böyle zamanlarda önce hayatta kalmaya odaklanıyorum sanırım. Ondan önce de uzun, upuzun ilişkileri geride bırakmıştım. Hepsi farklı acıttı içimi. En sonuncusu hep en çok acıtmış gibi geliyor. Belki de doğrudur, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da her dip ziyaretinden sonra tekrar sıçrayıp yüzeye doğru yüzmenin ‘bir yolunu’ buluyorum. Tam bir ‘survivor’ım anlayacağın. Hayatta kalmak en iyi becerdiğim şeylerden biri. Neyse ki. 😊 Bu yazıyı da tam olarak o ‘Bir yolunu bulmak’ ifadesi üzerinde durmak için yazıyorum. Belki sen de aynı süreçlerden geçiyorsun, belki benim deneyimim sana da yardımcı olur. Sanki böylece boşu boşuna yaşanmış olmaz bu acı. İçimden öyle geliyor… İşte kendime notlarım… 1- İlişki=Spiritüel Öğretmen İlişkiler, kalbini, en kırılmaya müsait haliyle, bir başkasına açtığın çok kıymetli öğretmenler. Zira, kendini tanıma yolunda yürüyen için gözünün değdiği herkes ayna. Hani derler ya ‘Elçiye zeval olmaz.’ İçinde bulunduğun ilişkiyi hayatında senin yarattığını öncelikle kabul et. Kendi yaratımında, kendi aynana bakarken neler öğrenmen gerektiğini kendine sor. Spiritüel öğretmenler yalnızca matlarda çıkmaz karşına. Sevgilin, en önemli öğretmenin. Öğrenmek için kalbinin kulaklarını sonuna kadar aç. Fransa’da aldığım Kundalini Yoga Eğitimi’nde Karta Singh bana ‘İlişki, en yüksek yogadır’ demişti. Çünkü en çok kırılgan olduğu yerde tepkisel hale geliyor insan. Verdiğin her tepki sana kendini yakından tanıtabilir, bunu hep aklının bir yanında tut. Bunu hep izle. İşin içinde duygular olmadığında bilgileri hatırlamak güzel. Koşulsuz sevgi, dürüst olmak, gerçeklerle yüzleşmek, kendine yaklaşmak, dönüşüm… Bunlar dile kolay da deneyimlerken nasıl? İlişki senin için ne demek ve sen kimsin ilişkinin içindeyken sor bakalım kalbine. Yanıtları yazarak ver kendine. Unutma ilişki=spiritüel öğretmen. 2- Ayrılığa da ilişkiye de karar verirken içindeki dengeleri yakından incele. Gerçek bir ilişkide, bal ayı aşaması geçtiğinde yukarıda bahsettiğim dile kolay tanımların tümünü hayatına uygulaman gereken duraklara geliyorsun. O duraklardan bazen doğru yerlere giden araçlara biniyorsun bazen de kayboluyorsun vardığın yerlerde. O zaman sor kendine, karşındakini suçlamadan, her bir sorunun yanıtını hayatla ilgili duruşunda arayarak: Kendin gibi olma alanın var mı ilişkide? (Ve tabi ilişkide kendin gibi olabilmek senin için ne demektir?) Hayatının merkezinde hanginiz duruyor? Sen mi? O mu? Alıp verme dengenizi sürekli kafana takıyor musun? Kendi içinde güvende misin, huzurlu musun ve bunun ilişkinle herhangi bir ilgisi var mı? Gelecek planları yaparken heyecan mı duyuyorsun yoksa korku mu? Ortak arzularınız var mı? Ortaklaşamadığınız yerlerde birbirinize alan tanıyabiliyor musunuz? Bunlar benim şu satırları yazarken uydurduğum sorular. Yaşadığın ve kalbini acıtan konulara göre, kendin için sorular yaz. Ve yanıtları verirken şunu hatırla: Önemli olan yaşadığın deneyimden kendini keşfederek çıkmak. Kendinin yanında olmak. Bu da deneyiminin kaynağını şifalamak için kendine karşı dürüst olmaktan geçiyor. Örneğin ‘Güvende hissediyor musun?’ sorusunun yanıtını araştırırken kendi içinde, çıkan yanıt aslında senin o insandan ziyade hayata güvenmediğin yönündeyse kendine: ‘Evet, ben hayata güvenmiyorum ve bunu ilişkime yansıtıyorum. Hayata güvenimi tazeleyeceğim’ demekten de bu konuda vazgeçmeden çalışmaktan da çekinme. Öte yandan kendini yakından incelediğinde ilişkide olduğun kişiyle uğradığınız duraklarda kayboluyorsan tekrar tekrar, ayrı ayrı yönlere doğru gidiyorsa hep otobüsleriniz ve hayat deneyimini açıklıkla, kalpten kalbe bağlanıp paylaşamıyorsan karşılıklı veda etmek özgürleştirici olabilir her ikiniz için de. Ne zaman veda etmen gerektiğini bil ve hatırla: Bazen başkalarına ‘Hayır’ demek, kendine ‘Evet’ demek anlamına geliyor. 3- Çivi çiviyi sökmez Ayrıldığında sana ‘Ya boşver ya çivi çiviyi söker’ diyen birileri varsa çevrende onlara kulak asma. Allah aşkına çivinin çiviyi söktüğü nerede görülmüş ki? Bir çivinin üzerine başka bir çivi çakılır mı dene de gör. Çakılmaz. Önce çiviyi olduğu yerden çıkarman gerekir. Çivi duvardan çıkınca ne olur? Boşluk kalır yerinde. O boşluğa çivi çakılır mı? Çakılmaz. Önce boşluğu sıva ile doldurmak gerekir. O sıvanın kurumasını beklemek gerekir. Bunun için sana zaman gerekir. Yani neymiş? Çivi çiviyi sökmezmiş. 4-Acını görmezden gelme. Ama acının kölesi de olma. Vedalar acıtabilir. Gerçek ilişkilerde vedalar acıtır da. Bundan daha doğal ne olabilir? Acına alan açmak, üzüntüne, öfkene ve bunlarla gelen tüm duygulara saygı göstermek senin görevin. Duygularını asla görmezden gelme. Onlarla kal, onların temeline in. Duyguların altında sana dair deniz derya bir bilgi hazinesi var. Duygular, sana seni tanıtabilir. Öte yandan ‘Acı kaçınılmaz fakat acı çekmek tercih meselesi.’ Bunu ‘Acını bir süre sonra bastırmalısın!’ anlamında söylemiyorum. Yoğun acı döneminden sonra acı çekmek konfor alanı haline gelebiliyor. O zamanlarda acıyı kesmek yerine zihnin dikkatini başka yönlere çekmek, acıyı üretime dönüştürmeyi denemek faydalı olabiliyor. Ben kalbimi acıtan duygularla şöyle ilgileniyorum:
5- Geçmişte acıtan ne varsa o anılarla helalleş. Eski ilişkinde deneyimlediğin ve ‘olumsuz’ iz bırakan anlarla uzlaşma noktasını bulmak ilerleyebilmek için çok gerekli. Bunun için o anlara giderek, o anların hislerini bütünüyle yaşamak ve orada sıkışıp kalmış duyguları açığa çıkarmak gerekiyor. Bunu kendini doldurmadan sadece serbest bırakma egzersizi olarak yap. Doğada yaparsan işin çok daha kolaylaşır. Bazen çok cool olmak adına kendini kendine bile ifade etmeme yoluna gidiyorsan bil ki bu kibirden başka bir şey değil ve bu duygular dönüp dolaşıp sana depresyon, nedeni belli olmayan iç daralmaları şeklinde geri dönecek. O anılara dön ve o anıların sana öğrettiklerini bulup kendinin ellerinden tut. Anılarınla helalleş. Oradaki acıdan öyle çok korkuyorsun ki bazen sırf o acıdan geçmemek için hayatı yaşamayı erteliyorsun. Her acı geçiyor. Her acı geçiyor. Her acı geçiyor. Kundalini Yoga’dan da bunu biliyorsun 😊 6- Kendi boşluğunun içinden geçerken kendini biraz daha tanı… Acı anlarından sonra boşluk alanı geliyor çoğu zaman. Kendini şifalama sürecine giriyorsun. O süreçte kendine şu soruları sor ve yanıtlarını yine kendine yazarak ver. Ardından nötr olarak sana alan tutabilecek biriyle karşılıklı olarak konuşup bu soruların üzerinden geçebilirsin: İlişki ne demektir? Hayatında neden bir ilişki istiyorsun? İlişkideyken sen kimsin? İlişkideyken kendi merkezinde misin sevgilini/eşini mi hayatının merkezine koyuyorsun? Birlikte yaşadığınız hayat seni yükseltiyor muydu aşağıya mı çekiyordu? Neden? Kabul görmek ve onay almak ilişkide nasıl bir rol oynuyordu? Onay ve kabul uğruna kendinden ödün verdin mi? Söz vermek, taahhütte bulunmak sana kendini nasıl hissettiriyor? Gelişme alanlarında desteklendin mi? Onu gelişme alanlarında destekleyebiliyor muydun? Başkalarıyla olan ilişkisi sana kendini nasıl hissettiriyor? Kendi yeterlilik ve değerlilik hislerin ne durumda? Terk edilmekten korkuyor musun? Ya tercih edilmemekten? Koşulsuz sevgi nedir senin için? Sınırların neler ve ne kadar esneksin, ne zaman esneyebiliyorsun? Neden? İlişkilerde seni en çok sıkan/en sevdiğin şeylerin listesini yapabilir misin? 7- İlişkilere inanmaktan vazgeçme, kalbine sahip çık Kendinin, düşünce kalıplarının izleyicisi olmaya devam et fakat geçmişin seni yönetmesini izin verme, ön yargılı olma. Her gün yeni, her gün bir diğerinden bambaşka. Hayata şans vermekten, aşka inanmaktan, kalbine sahip çıkmaktan vazgeçme. (Zaten çok romantiksin, istesen de vazgeçemezsin 😊) Kalbin başkasında kalmasın, kalbin senin evin. O hep sende kalsın ama paylaşmaktan korkma kırar biri yeniden diye. Hissedebilmek güzel çünkü. Hissedebilmek, hiçbir şey hissetmemekten yeğ. Hisset. Hisset. Hisset. Minik Bir Dilek Bir sonraki ilişkimin ders olarak değil bir kutsama olarak gelmesini diliyor içimdeki romantik yine de… Usulca, tatlı tatlı 😊 Bu dilek hem senin için bunu okuyan sevgili dostum, hem de benim için. O zaman yürümeye devam edelim. Daha bilge, daha güçlü ve kendimizi biraz daha tanımış olarak. Devam edelim. İstanbul, Mart 2018
0 Comments
Bugün kendime umut vermek gelmiyor içimden.
Özgürleşmek istedim eski ben zannettiğim ‘ben’lerden, İçimdeki zehirle birlikteyim bugün. Bugün zehri konuk ediyorum sahnelerimde. Perdeleri açtım, tüm zamanlarım sahnede yine. Acılı ezme gibiyim bugün. Kalbimde acıyan ve ezilen her şeye söz hakkı veriyorum. Söz söylendikçe derin bir acıyla eziliyor kalbimde bir yerler. Plak döndükçe dönüyor. Ona buna kızıyor gibi oluyorsa da egom, ruhum yansıtmaları gösteriyor yılmadan. Köklere iniyoruz hep birlikte, egom, ruhum, çocukluğum, kabullenemediklerim, acıya dönüşenler, güvensizlikler, yetersizlikler, ihanetler ve tüm pası küfü hayatımın. Dinlemeden geçemiyorum. Acının tünelinden geçiyorum. Tünelin sonunda bir ışık aramıyorum. Gözlerimi karanlığa alıştırıyorum. Bir süre sonra karanlık korkum geçiyor, biliyorum. Kendimi kendime emanet ediyorum. Emanete ihanet etmemeye ant içtim, bunu hiç unutmuyorum. Artık maske takmak yok demiştim. Maskeler yüzüme oturmuyor zaten. Eski maskeleri bilinçaltımla geri dönüşüme verdik, acı olarak geri döndüler. -Mış gibiler ellerimde ufalanıyor. Gerçek olmayan her şey kalbimi sıkıyor. Bugün güneş ve deniz bile ses etmedi acıma. Bugün ağacın dalında açan çiçek de ses etmedi. Bugün acılarım konuşuyor ben kalbimi açtım, onları dinliyorum. Yaranın bandajını söktüm kendi irinime bir neşter attım. Neşter operasyonunu bugün kendime uyguladım. Uyumuyorum, hayır. Tam uyanık da değilim. Bilinçaltımda bir yerlerdeyim. Kutsal yazıtlarda okudum: Ben aslında yokum. Varmışım gibi davranmayacağım. Dedim ya -mış gibiler elimde ufalanıyor. Bugün acıma dalacağım. Bugün ona söz hakkı vereceğim ki aksın artık damarlarımdan. Bu şehir daha nice acıları gördü, benimkini de kaldırır elbette, kaldırmaz diye korkmayacağım. Ben artık korkmayacağım bakmaktan karanlığa. Kör karanlıklarda merdivenim olacağım. Bugün bir arpa boyu bile ilerlemedin demeyeceğim kendime. Acıya bakmaya cesaret etmenin ilerleme olduğunu hatırlayacağım sadece. Gözlerimi kırpmadan tünelin karanlığına bakıyorum. Derim soyuluyor, ciğerlerim yanıyor. ‘Ölüyorum’ diyorum camdan dışarı bakıp. Bir kez daha ölüyorum. Ölüme itiraz etmiyorum. Kalbimde çalışmayan bir yer vardı, sözden bir kalemin sivri yanıyla oydum orayı. Acılı bir oyuk var şimdi kalbimde, boşluk. Eski erkek arkadaşım intihar etti. Yaşamdan vazgeçme isteğimi onunla birlikte gömdüm. Yaşamaya devam edeceğimi biliyorum, devam edebilmek için acılarımı sahneye alıyorum. Ah sen değilsin içimi acıtan, zihnimin kıvrımları. Dışarıdan gelmiyor hiçbir şey, hepsi anılarımın yansımaları. Bugün acılı ezmeyim. Öfkenin çarptığı, acının böldüğü, nefesin çıkardığı ve hayatın topladığı yerdeyim. Bugün kendime umut vermek gelmiyor içimden. Özgürleşmek istedim engellerimden ve içimdeki zehirle birlikteyim bugün. Mart 2018, İstanbul. ![]() ‘Kendimi olduğum gibi, her yönümle, yargılamadan kabul edip, sevemedikçe bir başkasını sevebilmemin; kendime (üst benliğime) hizmet etmedikçe, başkalarına hizmet edebilmemin ve sevgide kalabilmemin imkânı yok.’ Anneannem küçükken bana şöyle demişti: Bizim dinimiz insandır, insana hizmet etmektir. Bir cümleyle başlayan, eksik anlaşılmış bir inanç kalıbının rüzgarıyla hayatımın büyük bir kısmını saçımı süpürge etmek olarak tabir edebileceğim şekilde ‘diğerini’ önemsemeyi, ‘elalemin hatrını kendimden üstün tutmayı’, ‘Ne verirsen elinle o gider seninle’ diyerek anneannemin benimle gurur duyacağını hayal etmeyi seçerek yaşadım. Sanki böyle yaparsam daha ‘iyi insan’ olacaktım. Böyle olursam ‘herkes beni sevecekti’. Böyle olduğumda ‘herkesin onayını ve takdirini’ kazanacaktım. Ne yalan söyleyeyim Teraziliğimden mi sanatçı ruhumdan mı bilmiyorum uçlarda dolaşmadan dengede kalmayı öğrenmeyi henüz başaramadım. Bu konuda sınırlarımı bilemediğim için işi depresyona ve hasta olmaya kadar götürerek ve kendimi, isteklerimi görmezden gelmek halinde yine uçlara doğru giderek abarttım elbette. Ardından da ‘hiç kimseyi görmek istemiyorum’ noktasına işleri taşıyarak bambaşka bir ucu deneyimledim. Diğer yandan aslında hizmet etmeyi seviyorum. Fakat şimdilerde hizmet ederken kendi üst benliğimin rehberliğinde, dengede kalarak, karşılık beklemeden, kalpten yapmak şartıyla ve kendime şefkat göstererek hizmet ettiğimden emin olmayı öğreniyorum. Çünkü bu yolda yürümeye başladığımdan beri ‘kazanmakta olduğum’ en önemli farkındalıklardan biri şu: ‘Kendimi olduğum gibi, her yönümle, yargılamadan kabul edip, sevmedikçe bir başkasını sevebilmemin; kendime (üst benliğime) hizmet etmedikçe, başkalarına hizmet edebilmemin ve sevgide kalabilmemin imkanı yok.’ Spiritüelliğin ucundan kıyısından tutmuş herkesin neredeyse her an duyduğu bir cümle var: ‘Kendini sevmelisin.’ Kendini sevmenin, bencillikle karıştığı birçok deneyimin içinden geçtim. Kendini sevmekte olduğunu zannederek kabalaşan ve tepkiselleşen kişileri izledim. Kendini sevmek adına kendini koruma altına alan, kendini sevmeyi başkalarını sevmemek ve kalbini kapatmak zannedenleri gördüm. Bu arada öte yandan biliyorum ki gözümün değdiği herkes benim yansımam. Bu yüzden bu deneyimlerin içinden geçerken ben kendi karanlık yönlerimi de tanımış oldum. Ve melek olmadığımı yalnızca insan olduğumu (yavaş yavaş 😊) kabul etmeye başladım. Kabul etmeye başladıkça kendini sevmekten gelen neşe, coşku, ilham ve farkındalık kapılarının aralandığını, karanlıklarıma ışığın süzüldüğünü gördüm. Ve derinlere inmeye başladım. Kendimi sevmek ne demektir? Kalbimde kendime nasıl yer açarım? Şimdiye dek anlayabildiklerimi (ya da anladığımı sandıklarımı 😊) sizinle adım adım paylaşmak istiyorum. - Kendimi sevmek, fiziksel, psikolojik, spiritüel, zihinsel olarak kendimi destekleyen adımlar atmak ve adımlarımdan dolayı kendimi takdir etmekten geçiyor. - Kendimin yanında olmaktan vazgeçmemekten ve öncelikle bana ve sonra da bütüne ‘iyi’ gelen kararlar vermekten, bu kararları verirken egoyu değil kalbi dinlediğimden emin olmaktan. - Zayıflıklarımı, karanlık yönlerimi yakından inceleyip dönüştürmek için kendi ellerimi tutmaktan. - Suçluluk, utanç, öteleme, ötekileştirme, susturma, bastırma olmadan o karanlık sularda yürümekten. - Kendime başkalarına gösterebildiğim şefkati, affediciliği gösterebilmekten, durma ve yavaşlama iznini kendime verebilmekten. Peki bunlar için kendime yazdığım reçete nedir? 1-Hislerinin, Bedeninin, Zihninin ve Kalbinin Farkında Ol. Her sabah yatakta gözlerimi açtığımda ilk yaptığım şey kendime ‘Bugün kendini nasıl hissediyorsun?’ diye sormak. Hislerimi yargılamadan izlemenin ve ihtiyacıma göre bir sabah rutini oluşturmanın bana çok faydalı olduğunu gördüm zaman içinde. Dişlerimi ve dilimi fırçalamak, ardından sıcak bir su alıp elime ya yazı masama oturup serbest bir şekilde, yazı bittiğinde çöpe atacağım birkaç sayfaya ‘Bugün kendini nasıl hissediyorsun?’ yazarak zihnimin yanıtlarını dinlemek ya da mata oturup meditasyon yapmak, bunları istemiyorsa içim yürüyüşe çıkmak bana iyi gelen çözümler oldu. Bedenimi, zihnimi gün içerisinde izlemek ve ihtiyaçlarının farkında olmaya gayret etmek, bir deneyimin içinden geçerken öncelikle kendi duygularımı incelemeye almak, direnç anında, olumsuz diye tabir edilebilecek duygularımın içinden geçerken içimdeki tüm sesleri tek tek dinlemek ve kendimi iyileştirme yöntemlerimi yeniden uygulamak bu başlık altında dikkat etmeye çalıştığım unsurlar. 2-Beslenmene Dikkat Et. Kendi kendime iyi davranma yöntemlerimden biri de bedenimin ihtiyacı olan besinleri tüketmek. Neden yediğimin, nasıl yediğimin ve ne yediğimin bilincinde olmak. Eğer duygusal olarak çalkantı yaşıyorsam ve kendime bile itiraf edemeyecek durumdaysam hızlı ve bana pek de yaramayan yiyeceklere yönelebildiğimi gözlemledim örneğin. Canım çekiyor zannediyorum ama aslında amacım farklı 😊 Ezber yaşamaktansa anda kalıp ne yaptığıma odaklanarak yaşamayı bilinçli olarak başarabildiğimde nasıl beslendiğimin de daha fazla farkına varabiliyorum. O zaman yine kendimin yanında olarak yaşamakta olduğum sıkışıklığı yoga, dans, yazmak, üretmek ya da yürümek gibi aktivitelerle dönüştürmeye yöneliyorum. Bunu yaparken yediklerimden suçluluk ya da utanç duymaya değil, kendimi baskı altına almadan, kendime diktatörlük etmeden, neyi neden yaptığımı anlamaya çalışıyorum. Belirli dönemlerde beden için detokslar uygulamak, bedene hangi yiyeceklerin iyi geldiğini anlamak açısından faydalı. Eğer bunları uygulamakta zorlanıyorsanız temel alerjen içerikli glüten, paketli malzemeler, hazır yiyecekler, asitli içeceklerden kısmen uzak durmanız bedeninizi daha fazla hissetmenize yardımcı olabilir. Bol su her derde deva. Bunu yazmadan geçemem. 😊 3-Sınırlarını incele. Sınırlarımın farkında olmak ve sınırlarıma saygı göstermek. Bunu ‘Sınırlarımız, sınırlarımızdır ve asla yer değiştiremez!’ anlamında söylemiyorum. Tam tersi hayat her daim akışkan ve her şey ancak esnek olursa özgürleşebiliriz. Fakat bir deneyimin içerisindeyken neye, neden ‘evet’ dediğimi (onaylanmak, sevilmek, kabul edilmek kaygısıyla mı?) ve neden hayır dediğimi (kendimi mi engelliyorum, korkum mu buna sebep oluyor) bilmek çok önemli. Doğru ya da yanlış yok, her türlü öğrenme var ama neyi, neden yaptığımı bilebilirsem kendimi tanımak, sevmek ve yükseltmek yolunda bir adım daha atmış olurum. Başkalarının benden istediği şeyleri ancak kalpten verebileceksem, kendimle hizalı kalabileceksem, merkezimden, hayattaki değerlerimle ve inandıklarımla uyumluysa yapmak aksi halde HAYIR demeyi başarmak buradaki püf nokta. 4-Kendini Affet. Bazen farkında olmadan kendimize işkence ediyoruz. Hayatımızdan gitmesi gereken insanları hayatımızda tutarak, birinin gözümüzün içine bakıp yalan söylediğini bile bile hiçbir şey yokmuş gibi davranarak, sigara, alkol gibi bize zarar verdiğini bildiğimiz ama keyifle özdeşleştirdiğimiz için düzenli olarak aldığımız toksik maddelerle bedenimizi yorarak, kendi hislerimizi umursamayarak… Kendimize zarar verdiğimizi fark etmek kendimizi sevebilmenin en önemli basamaklarından biri. Bunun temelinde genel olarak kendimizi gerçekçi olsun ya da olmasın bir şeyden dolayı suçlamamız yatıyor. Belki anneniz ve babanız ayrıldı ve bu durumdan kendinizi suçlu buluyorsunuz ama farkında bile değilsiniz. Belki tacize uğradınız küçükken ve bundan dolayı kendinizi suçluyor ve farkında olmadan hayatınızı sabote ediyorsunuz. Belki sevgiliniz bir başkasına aşık oldu ve suçu kendinizde arıyorsunuz. Neden ne olursa olsun ‘size olumsuz gelen’ bir deneyim yaşadığınızda gözlerinizi kapatın ve kendinizle bağlantıya geçip sorun: Bunu neyi anlamak ve görmek için yaratmış olabilirim?’ Yanıt ne olursa olsun kendi ellerinizden tutun, kendinize sarılın ve yaranın şifalanmasına izin verin. 5-Maskelerini at gitsin. Ağlamaktan, ses çıkarmaktan, kendi gerçeğinizi ifade etmekten çekinmemek. Ağlamak istiyorsanız ağlayın, gülmek istiyorsanız gülün, birine gıcık olduysanız kendinize itiraf edin ve yansımalarına bakın. Hareketlerinizde dürüst olun. Maske takma ihtiyacı duymadığınız ölçüde kendinizi kabul etmiş oluyorsunuz. Maskelerinizi sıyırıp atın ve bırakın sizi maskesiz kabul edecek insanlar kalsın hayatınızda ya da bu insanlar gelsin hayatınıza. Ünlü şair Tarkan’ın da dediği gibi ‘Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin!’ 😊 6-Kendine söz ver. Taylandlı Budist bir rahibi dinlemeye gitmiştim bir gün. Konuşurken şöyle sordu: Ağlayan bir çocuk görsen tokat mı atarsın yoksa ona sarılır mısın? Herkes kendinden emin ‘Sarılırım elbette!’ diye yanıt verdi. O zaman rahip sordu: Peki sıkıntıda olduğunda, için ağladığında kendine neden tokat atıyorsun? Soru bu… Sıkıştığında neden kendine tokat atıyorsun? Kendine sarılman için binlerce sebep varken üstelik. O zaman bugün kendine bir söz ver: Bulunduğum anda ve noktada kendimi her yönümle kabul ediyorum. Şartlar ne olursa olsun kendimin yanındayım. Yaşadığım her şey yükselmem için bir fırsat ve bu yolculukta kendi elimi bir an bile bırakmayacağım. Çünkü bu hayat benim hayatım. …Ve böylece kalbinde kendin için bir yer aç. Büyük, yumuşacık ve kucaklayıcı olsun. Sat nam. İstanbul, Mart 2018 |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |