Küçükken anneannem sordu, 'Büyüyünce ne olacaksın pedi mou (çocuğum)?'
Hiç düşünmeden bağırdım: 'Dansöz olacağım anneanneciğim!' Anneannemin gözleri kocaman 'mana mou! (Anneciğim!’) :))' 'Ne yapacaksın dansöz olup? Doktor ol sen pedi mou, doktor ol!' Zannediyorum 2 ya da 3 yaşındaydım. Komşularımızdan bir tanesi anneannemin altın gününde diğer komşuların ısrarı üzerine dansöz kıyafetini giyip gelmişti. Kısa hayatımda gördüğüm en parlak kıyafetti giydiği. Pırıltılarla savrulan o şahane kıyafete hayran hayran bakarak ilk kez dans ettiğimi, dansın nasıl bir şey olduğunu ilk olarak orada öğrendiğimi ve pek tabi o an dansöz olmaya karar verdiğimi hala çok net hatırlıyorum. Sonra ortaokulda 4 yıl kadar halk oyunları oynadım. Türkiye’nin hemen her yöresini şöyle bir oynamışlığım vardır. 😊 Her ne kadar halk oyunları hocalarım konservatuar için ailemi ikna etmeye çalıştıysa da daha ciddi meslekler edinmem ve dansı hobi olarak yine yapmam konusunda aile meclisinden çıkan karar doğrultusunda üniversite hazırlığıydı, üniversiteydi, solculuktu, iş dünyasıydı falan derken dans, hayatımdan giderek uzaklaştı. Goa’da şöyle bir hatırlar gibi olduysam da yoganın başlamasıyla açılan bilinçaltımı seyre dalınca ben işler son birkaç senedir benim için biraz ciddileşti. Yani, dans ettim etmesine de öylesine, artık dans etmeden duramadığım anlarda vitamin alır gibi, az az… Zihnim bazen hayatı ne kadar ciddiye alıyor bir bilsen… Neyse, geçen ay gittiğim Almanya'daki New Healing Festival'in açılış seremonisine kadar dans benim için bir var bir yok ama hep kalbimin içinde bir yerlerde durdu öyle. Fransa’daki White Tantra deneyiminin hallaç pamuğu gibi attığı bilinçaltım bana kendimi bir bir anlatırken New Healing Festival'in ilk gününde ateşe minik bir odun attım ve evrenden minik bir dilekte bulundum. Dedim ki: 'Kendi özümü, özgün doğamı öğrenmek istiyorum. Öğrendiklerimi unuttuğumda ben kim olurdum işte o Nur'la tanışmak istiyorum.’ Evren durur mu? Valla masumiyetle istediğinde evren hiç durmaz :) 1 saat sonra kendimi harika bir çemberin içinde yüzlerce kadınla tüylerim diken diken şunları söylerken buldum 'Ben bir kadınım, ben bir şifacıyım, ben bir öykü anlatıcısıyım, ben gerçeğin kendisiyim!' Sonra çemberdaşlarım ellerine birer vurmalı çalgı aldılar ve başladılar ritim tutmaya. Gündüz vakti kendimi bir ritim çemberinin ortasında buluverdim. Ayaklarım ayakkabılarımı fırlatıp atalı bir zaman olmuştu zaten ama benden habersiz hareket etmeye başladıklarını ilk defa görüyordum :) Ayaklarımın aklına uydum ve başladım bedenimle ritim tutmaya. Ben ayaklarıma kibarca ritim tutmaları için mukayyet olmaya çalışadurayım çember ufak ufak ritimle delirmeye başladı. Benim kalçalarım, kollarım, omuzlarım durur mu? Onlar da zıpladılar ritimle! Bedenimin neşesi kalbime yayıldı. Bunu gören ciddi zihnim daha fazla dayanamadı o da katıldı ritmin ilahi kışkırtmasına. Ne kadar zaman sonra bilmiyorum çemberin ortasında yalın ayak, kalbimde de yüzümde de şekerden tatlı bir kahkaha, ayaklarımı yere vura vura dans ederken seyrettim kendimi. Evet, resmen bedenimin dışına çıkıp en ilkel halimle terden sırıl sıklam olana kadar dans ettiğimi keyifle izledim. Çembere ve benim bu neşeden topluma göre delirme bana göre kendi normalime dönme halime liderlik eden Gong ustası canım Matthias Wieck çemberi kapattığında birbirimize bakıp 'Az önce neler oldu?' diye sorduk gülerek. Sonra yanıt verdik 'Neşe oldu, evren oldu. Coşku oldu! Wahe guru!' Kalbimden anneanneme seslendim 'Anneannem ben doktor olamadım ama galiba gerçekten dansöz doğdum.' O zaman dans, o zaman renk! 🤗❤️ Fotoğraflar: (W)anderer Christian. Düsseldorf, Kuşadası, İstanbul 2017
0 Comments
Leave a Reply. |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |