Bu mesajı okuyan sevgili dostum, Ailemdeki kadınlar gerçekten çok güçlü ve bir o kadar da komik karakterler. Hepsinin kendine göre hayatla ilgili önemsedikleri ‘disiplin noktaları’ var. Fakat mutfak ve temizlik bu disiplin noktalarından en vazgeçilmezi, en önemlisi. Ev işleri konusunda rahatlıkla sıra dışı olarak nitelendirebileceğim bir disiplinle yetiştirildim. Çocukluk yıllarıma baktığımda yazlarımı ve baharlarımı ev işlerini etüt ederek geçirdiğimi görüyorum. Ergenlik dönemimde feminizmin etkisinin beni şöyle bir sarsmasının ardından uzun süre ev işlerine, kadına yüklenen bu temel ‘göreve’ ciddi tepki duyduğumu da. Hani bir reklam vardı zamanında ‘Benim annem hem aşçı, hem mühendis, hem doktor’ diye... İşte benim anneannem de, annem de, teyzem de öyleydi. Beni büyüten bu üç kadın her şeyi bilir, her şeyin en iyisini yaparlardı bana göre. Anneannem temizlik konusunda çok hassastı. Her hafta mutfağını kireçle boyamasını hayretle hatırlıyorum. Yıkadığı çamaşırdan, fırçalanmaktan bembeyaz olmuş ve tahtalığını unutmuş rabıtalarına kadar evin her detayı askeri nizam içinde içindeydi. Sonra akıl almaz bir aşçıydı anneannem. Mutfakta Halil İbrahim bereketi için Giritlice dua ederek yaptığı yemekler sanki hiç bitmez, o yemeklerden herkes bir tabak mutlaka yerdi o günkü nasibine göre. Sevgiyle yaptığı o muhteşem dolmaların, çulamaların, yuvarlamaların tadı hala damağımdadır. Aydın’daki evimizde hemen yaşadığı yerin üst dairesinde oturduğumuzdan anne ve babamın yatak odasından onun ocağının üzerini gözleyip bizim ocağın üzerindekinden daha güzel bir yemek varsa kendimi davet ettirirdim ki bu da aile içinde hala gülümseten bir dalga konusudur :D Salı günleri evimizin kapısının önünde pazar kurulurdu. Oradaki pazarcılara su, yemek ve mevsimlerden yazsa soğutulmuş karpuz götürmek benim görevimdi. Kapısı herkese her daim açıktı ve gelenler asla yemek yemeden gönderilmezdi. Önce kolonya ile konukları karşılardık. Ardından hemen ikramlar başlar, kahveler, çaylar içilirken eşzamanlı olarak gelen konuğa öğle ya da akşam yemeğine kalması için ısrar edilirdi. :) Anneannem öldüğü gün babamın ‘Kimse bizden para almak istemedi herkes bir kap yemeğini yedik dedi’ demesini unutamıyorum. Çocukluğumda tüm yazları anneannemin yazlığında Kuşadası’nda geçirirdim. Her yazın başlamasıyla yeni bir iş listesi yapardı anneannem. Bamyalar, dolmalık biberler, patlıcanlar dizilecek, erişte ve tarhana yapılacak, salçalar, şişe domatesleri hazırlanacak, bahçeye börülce, fasulye, biberler ekilecek, aşureler pişirelecek, mantılar kapatılacak... Temizlik konusu zaten çok hassas dediğim gibi :))) Yani çalışılacak da çalışılacak. Bunu neden yaptığımızı sorduğumda Giritli olduğumuz için geleneğimizin böyle olduğunu bana açıklamıştı. O aklımla sıkılıyordum bu işlerden. Söyleniyordum da :D Hatta ergenliğimden geçtiğimiz yıla kadar bu disipline planlı bir şekilde kendimi frenleyerek başkaldırdığımı da rahatlıkla söyleyebilirim. Oysa şimdi anlıyorum ki bu bilgiler bana minnetle şükrettiğim birçok yeti kazandırmış. Kadın olduğum ve evi çekip çevirmek için gerekenlere hem genetik hem de zihinsel olarak sahip olduğum için değil, hayır. Kundalini Yoga eğitmeni olmaya yani insan olma yolunda mütevazi bir öğrenci olmaya daha o zamandan tam teşkilat hazırlandığım için... RAHATLAMA ve BESLENMEYİ ÖĞRENME Temizlik konusunu evime ilk kedimi aldığımda büyük ölçüde rahatlatmıştım. Evin derli toplu olması bana güven hissi veriyor, bu bir gerçek. Ama artık askeri nizamın hiçbir türü içinde sürüklenerek yaşamamaya gayret gösteriyorum. Yogilik öğretisi hariç tabi. :D Yemek ve beslenme konusuyla sınavım daha uzun sürdü. Süreç önce kendimi tıka basa beslemeye çalışmam, ardından da bundan 5-6 yıl önce kendimi beslemeyi red etmeye başlamamla enteresen bir hal aldı zira. Mutfakta geçirilen her an bana zulüm gibi geliyordu. Yemek yemek zorunda olmak beni resmen çileden çıkarıyordu. Nasıl bir zaman kaybıydı o Tanrım! Pişirmek için o kadar uğraş sonra ye ve bitsin. Bulaşığı, tenceresi, alışverişi... Tek bir hapla bedenin tüm gereksinimlerini karşılayabileceğim gelecekteki günlerin hayalini kuruyordum sık sık :))) Böyle düşünceler içinde yuvarlanıp, hayatta kalmaya 'bir şekilde' devam ederken, yemek ve beslenmekle ilgili tüm bağımı, dünya ile, köklerimle bağımı kopardığımın farkında bile olmadan kesmiştim. Beslenmenin yerine kahveyi, sigarayı ve bolca çalışmayı koymuştum. Giderek zayıflamaya başladım. 65 üstü kilolardan 40 kiloya kadar düştüğümde kurumsal işimden ayrılmış, Goa’ya varmıştım ve evet depresyonun zırt dediği noktaya gelmiştim. Beslenmek o günlerde en son düşündüğüm şeydi artık. ‘Tesadüf’ bu ya (:D) Goa’da yaşadığım enteresan gelişmeler sayesinde oradaki 2. haftamda bir restoranda çalışmaya başladım. Şifa öğretmenim sevgili Patrick’in Goa’da Samarpan Derneği’nin dünyanın pek çok yerindeki ihtiyaç sahiplerine destek olmak üzere gerçekleştirdiği projelere gelir kaynağı olması için açtığı restorandı bu üstelik :) Ve böylece yemekle yeniden tanıştım hem de anneannemin yöntemleriyle. Şöyle ki, gündüz yine kahveyle yaşamaya devam ederken geceleri restorana geldiğimde bildiğiniz beslenmek zorunda kalıyordum. Restoranın işletmeciliğini yapan çok sevdiğim dostum Girish her gün yılmadan meyve, sebze sularıyla, çeşitli yemeklerle beslendiğimden emin olmak için tepemdeydi zira :D O günlerde hayatıma zerdeçal ve spiriluna girdi. Kısa sürede kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Yemekle bağım hala güçlü değildi fakat hiçbir şey yememe noktasından 'gerçek besinle beslenme' noktasına bir anda geçince besinlerin bedende yarattığı etkileri anlama sürecine girdim. Meğerse zerdeçal beni depresyondan çıkarabilir, spiriluna tükettiğimde günlük protein ihtiyacımı büyük ölçüde karşılayabilirmişim. Meğerse havuç, pancar, kereviz karışımı bir smootie ile güne başlamak bana bambaşka bir dengelilik hali ve enerji kazandırabiliyormuş. İşte bunu anlamak benim için gerçek bir devrim olmuştu! ENDİŞE BOZUKLUĞU ve ÇIKIŞ 17 yaşımdayken, yani üniversiteye hazırlandığım yıl, 140 kalp atışıyla hastaneye kaldırıldım. İlk kez diazemle ve endişe bozukluğu tanımı ile tanışmam o güne denk gelir. 17-29 yaşları arası anti depresanlar hayatımın uzun vadeli vazgeçilmezi haline geldi. Sürekli depresyona girip girip çıkıyordum. :)) Sonra bir kırılma noktası oldu ve ben sırasıyla yogayla, hayallerin gücüyle, Hindistan’la, Patrick aracılığıyla şifayla, şifacılarla, zerdeçallı, spirilunalı, smootieli bir ‘süper beslenme’ tanımıyla karşılaştım. Adım adım önce antidepresanlar silindi hayatımdan. Bedenimde 40 kilo olduğum dönemde erimiş olan kaslar yoganın ve beslenmenin desteğiyle yeniden yapılanmaya başladı. Kundalini Yoga eğitmenliği için aldığım eğitimde yogik beslenmenin sihirli bilgilerine sahip kapıdan adımımı attım. Ve geçen yıl hayatıma aynı eğitimde tanıştığım Nilay Alacalı girdi. Evren beni Nilay’ın sevgi dolu, bilgelik dolu, samimi mutfağına davet etti. Nilay’la Fonksiyonel Tıp, yogik beslenme, yemek yaparken yemeğe dua etmenin önemi üzerine konuşarak ve onun ya da sevgili annesi Ayten Teyzemin muhteşem yükseltici yemeklerini yiyerek aylarımızı geçirdik. Nilay’ın bebeği WhitePoint’in hayallerini gerçekleştirmek için yoldaşlık etme kararı aldık. Geçtiğimiz Kasım ve Mart aylarında Nilay’ın liderliğinde WhitePoint olarak gerçekleştirdiğimiz Bütünsel Arınma Programı’na katıldım. Bedenime alerjik etkisi olan besinleri ayrıntılarıyla tanımaya başlamış olmam bir yana bedensel olarak sıra dışı şekilde iyileştim. Yemek ve yaşam kalitesinin bu iç içe haline hayran kaldım. Kendim ve dostlarım için yemek yapmaya, yemek yaparken tencerenin içine mantralar fısıldamaya, yemek yemeden önce durup şükretmeye, yemeklerin bedenimi beslemesine izin vermeye başladım. Hemen ardından Nepal’e gittim. Kaldığım Budist Rahiplere ait okulda bir rahip gibi beslenmenin beden üzerinde yarattığı etkiyi deneyimledim. Ardından yol beni Çin’de, Yunnan Dağı’nın karnındaki bir mutfağa götürdü. Orada aldığım Kundalini Yoga eğitiminde bana verilen seva (hizmet alanı) elbette mutfaktaydı :))) Ki o mutfakta şimdi size yazdığım tüm bu bilgileri nedenleri ve nasıllarıyla idrak etmekle (lütfen mütevazilikle ve itinayla bu kelimeyi kullandığımı not etmeme izin verin) ‘kutsandım’. O mutfak sayesinde size bunları yazıyorum ve yine o mutfak sayesinde çocukluğumdan beri aldığım bu disiplinin beni yogik yaşama hazırlamak için olduğunu anlamış bulunuyorum. Eğitimin staj yaptığım ilk haftasında Satmukh ‘Bir Kundalini Yoga eğitmeni öğrencilerine yemek pişirebilmeli, öğretiyi besinler aracılığı ile de, ruhundan her zerreye bir parça katarak aktarabilmelidir. Bunun için mutfakla barışman çok önemli. Kimse kibirli bir insanın pişirdiği yemeği sindiremez. Aynı yemek mantralarla, ışıklı bir ruh tarafından yapılırsa da tadına doyulmaz’ demişti. Gerçekten varlığına şükrediyorum. Öğrencisini yükselten her öğretmenin önünde saygıyla eğiliyorum. Satmukh’un bu sözünün doğruluğu tüm hücrelerimce onaylandıktan sonra Çin’de muhteşem iki insanın eşliğinde eğitimimin seva kısmı mutfakta devam etti. Anneanneciğime, anneme, teyzeme her an ama her an şükran duyarak mutfakta dans edercesine yaptım sevamı. Pişirmeyi, paylaşmayı, yemekle sevgi dağıtmanın ne demek olduğunu öğrendim, hatırladım. Şimdilerde mutfakta çok vakit geçiriyorum. Yemekle ve pişirmekle olan tüm ilişkim evrim geçirmiş durumda. Bir kere yemek pişirmenin hayatıma kattığı deneyim olağanüstü. Zamanında (çok geçmişteymiş gibi geliyor) almaya, ayıklamaya üşendiğim besinlerle her gün bir meditasyon olarak vakit geçirmek, yediğim yemeğin kendisine ve içindeki tüm malzemelerin hikayesine saygı göstermeyi öğrenmek kendimi bambaşka hissetmemi sağlıyor. Yemek pişirirken mantralar fısıldamak tencerenin içine beni çocukluğumla bir araya getiriyor. O pişirdiklerimi birilerine yedirmek ise en büyük keyiflerimden. Yılda iki kez mutlaka Bütünsel Arınma’ya dahil oluyorum. Her sabah uyanır uyanmaz dişlerimi ve dilimi fırçalıyor, hemen akabinde sıcak limonlu bir suyla günü açıyorum. Gluten hayatımdan (simitsel yükselişler haricinde) çıktı. Şeker de. Kendimi daha üretken, daha odaklı, çok daha sağlıklı hissediyorum. Üstelik endişe bozukluğu da son derece stabil durumda. ;) Yemekle ve çok alakalı olarak hayatla ilişkim böyle böyle düzeldi işte. Soframa oturmak isteyen her dostuma davetlerim ve hayatımdaki tüm meleklere teşekkürlerimle. İstanbul, Ekim 2016
0 Comments
Leave a Reply. |
Yazar'Benim gibi kendisini azıcık da olsa garip hisseden birileri varsa bu satırları okuyan bilmeli ki: Ben, Ben'im, Biz, Bir'iz ve hayatın tek anlamı Ol'duğum(uz) gibi Ol'abilmek. Arşivler
Mayıs 2020
Kategoriler |