...Kaybınızı ya da kazancınızı sahiplenmekten vazgeçtiğiniz zaman hayat denilen oyunu başlatmış olacaksınız. Neden bunu yapamıyorsunuz? Yanıtı çok basit: Kendinizi güvende hissetmiyorsunuz... Yogi Bhajan'ın, Rahimde Oluşan Manyetik Tıkanıklığı Temizleme Kriyası dersinden alıntıdır. 31 Mart 1989 ...Aslına bakarsanız şu hayatta hiçbir sorunumuz yok. Bu dünyaya bir ahmak olarak geldik. Nasıl yürüyeceğimizi bilmiyorduk dolayısıyla önce emeklememiz gerekti. Yürümeyi başardığımızda bu kez de nasıl hızlanacağımızı bilemedik. Böylece arabalar ürettik. Ardından uçaklar ürettik. O da yetmedi jet hızına sahip uçaklar ürettik. Mekanik olarak dışsal hıza ilişkin gereksinimlerimizi karşıladık. İçsel olarak hızlanmak için de baharatlar, ilaçlar ve pek çok şey almaya başladık. Zira dışarıdaki hız ile içsel hızımızın eşit olması gerekiyordu. Hayatınızın içsel talepleri vardır. Dünyanın en aptalca şeylerinden birini yapıp bunun içsel talebiniz olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat bu taleplerinizden dolayı suçu bir başkasına atarsanız en büyük yalanı yaşarsınız. Hayır, içsel talepleriniz size aittir. Bunun sizden başka kimseyle bir ilgisi yoktur. İnsanlar önerilerde bulunabilir, görüşlerini sizinle paylaşabilir, sizinle konuşabilir. Ancak, içsel taleplerinizden siz sorumlusunuz. Size ait olan içsel talepleriniz, onlarla başa çıkmanızı sağlayacak yeterli enerjiyi size sunmak durumundadır. Sizin dışınızda olan bir şey ya da biri değil. Bunun dışında bir de dışsal talepler vardır. Bunlar sosyal, spritüel, ahlaki ve ekonomik sorumluluklarınızdır. Bu sorumluluklara daha pek çok ana başlık ekleyebilirsiniz. Dolayısıyla içsel talepleriniz içinizde taşıdığınız ve size ait olan enerjiyle yanıtlanmak durumundadır. Öte yandan dışsal talepler de aynı oranda ve aynı düzeyde karşılanmalıdır. Dışsal talepleri eşit oranda karşılayamıyorsanız içsel talepleriniz de karşılanamaz. Dışsal taleplerinizi değil de tüm içsel taleplerinizi karşıladığınızda ya da tüm içsel taleplerinizi değil de dışsal taleplerinizi karşıladığınızda ise işler sarpa sarar. Her seferinde bu sarpa saran konuları değerlendirmek zorunda kaldığınız için bir an bile duramazsınız. Hayata ara vermek diye bir şey yoktur; shastar yoktur, manana yani yarınlar yoktur. Bunların hiçbiri yoktur ve duramazsınız. Bazı insanları araba kullanırken izliyorum. Karşılarına devasa bir Dur işareti çıkmasına rağmen durmuyorlar. Frene basıp devam ediyorlar. Dur işareti orada durmalısın demektir. Bu onların hiç hoşuna gitmiyor çünkü hayatta durmayı bilmiyorlar. Durmanız gerektiği zaman durabilmeyi başarmak sanat, bilinç, akıl ve gerçeklik algısı gerektirir. Başlamanız gerektiğinde, başlamıyorsunuz; durmanız gerektiğinde durmuyorsunuz, gitmeniz gerektiğinde gitmiyorsunuz, kalmanız gerektiğinde gidiyorsunuz. Siz kimsiniz? Asıl sorulması gereken soru bu. İnsan hayatında neden böyle şeyler oluyor? Neden? Bizler Tanrı’nın tezahürleriyiz, bizler akıllı insanlarız, hatta bizim dinimiz bile var, öyle değil mi? Aslına bakarsanız din dediğimiz şey boğazımıza takılmış bir taş gibidir. Her köşe başında bir kilise, bir tapınak, bir peder, bir swami, bir yogi var artık. Hepsinin değeri birkaç milyonlarla ölçülüyor. Baktığınızda az bir rakam da değil. Din yüzyıllardır bizimleydi ve yüzyıllar boyunca bizimle olmaya devam edecek. KAZANDIĞINDA MUTLUSUN, KAYBETTİĞİNDE MUTSUZ Peki, sorun nedir? Neden bir türlü mutlu olamıyoruz? Aslında yanıt çok basit: Kazandığınızda mutlu oluyorsunuz; kaybettiğinizde ise mutsuz. Kaybettiğinizde mutsuzsunuz. Bir şeyleri elde ettiğinizde ise mutlu oluyorsunuz. Fakat anlamamız gereken bir şey var ki bu kazanıp kaybetme durumu devamlılık arz ediyor. Durum yalnızca birinin kaybettiği şeyi kazanmanız ya da birinin kazandığı şeyi kaybetmenizden ibaret olamaz. Öyleyse buradan neden bahsediyoruz? Bu kazanıp kaybetme konusunun üstesinden geldiğinizde hayatınızda attığınız ilk adıma benzer bir deneyim yaşayacaksınız. Kaybınızı ya da kazancınızı sahiplenmekten vazgeçtiğiniz zaman hayat denilen oyunu başlatmış olacaksınız. Neden bunu yapamıyorsunuz? Yanıtı çok basit: Kendinizi güvende hissetmiyorsunuz. Neden güvenemiyorsunuz? GÜVENSİZLİK NE DEMEKTİR? Güvensizlik ne demektir? Güvensizlik, içsel enerjinizin, dışsal enerjiyi ve içsel enerjinizi karşılamadığı zamanlarda; her iki talebi de, yani hem içsel talepleri (merkeze yönelik kuvvet) hem de dışsal talepleri (dışarıya yönelik kuvvet), tek bir kişi olarak yerine getirmek zorunda kalmanız durumudur. Buradan biraz fiziğe geçiş yapalım. Merkeze yönelik kuvvet ile dışarıya yönelik kuvvet her eşit bir denge sağladığında her şey normal seyrinde ilerler. Bu bir fizik kuralıdır. Merkeze yönelik kuvvet bir yana dışarıya yönelik kuvvet diğer yana gider. Bu anlattığım pek çok insan için bir anlam taşımayabilir. Fakat her şey bu kuvvetle birlikte içte ve dışta hareket eder. İçe dönük ve dışa dönük hareket dengeli olmalıdır. İçten dışa, dıştan içe harekette denge sağlanmazsa, dengeniz bozulur. Bu sürekli çek imzalamaya devam etmeniz halinde bir noktadan sonra yaşamınızı krediyle sürdürmek zorunda kalmanıza benzer. Hatta kısa süre içerisinde kredi limitinizi görünce çok da şaşırırsınız. Ekonomimiz de aynen bu sistemle çalışır. Size kredi veriyoruz ve kendinizi bugün için dört yüz bin dolarlık zengin hissediyorsunuz. Sizin bu ölçekte bir kredi limitiniz var. Bu kadar gururlandığınız ve böbürlendiğiniz o dört yüz bin dolarlık kredi limitinin üzerine yüzde on sekiz faiz ödeyeceğinizi ve paranın tümünü geri ödemek zorunda olduğunuzu anlıyorsunuz değil mi? Kredi sistemi öyle acımasız ki bu dünya üzerindeki kimse onun acımasızlığı karşısında duramaz. Kredilere dayanan bu ekonomide yaşanan gerilimlerle birlikte, evin güvenliği konusunda da tedirginlikler yaşanıyor. Cinsel hayattaki yasakların bir yansıması olarak cinsellikle ilgili yanlış anlamalardan kaynaklanan gerilimler yaşanıyor. Evlilik dışı ve cinselliğe dayanan hayatta gerilimler yaşanıyor. Sosyal hayatta yanılgılar yaşanıyor. Uluslararası arenada keskin bir korku yaşanıyor ve ‘Acaba III. Dünya Savaşı ne zaman başlayacak?’ diye soruyoruz. Atom enerjisi istasyonu acaba ne zaman patlayacak? Uçak ne zaman düşecek ve düştüğü yerdeki otuz ev ve iki apartmanı ne zaman yerle bir edecek? Acaba ne zaman biri uçakta kafayı sıyıracak ve ne zaman o uçağa binen dokuz kişi nereye gittiğini bilmeden o uçağa binmiş bulunacak? Acaba ne zaman bir uçak üst çatısı olmadan iniş yapacak? Kimse bilmiyor. Bunlar son derece teknik konular. Bazıları haberleri dahi izlemiyor. Tanrı’ya şükürler olsun ki haberler sırasında her on beş dakikada bir spor izliyoruz. CNN’i açın ve izleyin: Size on beş dakika boyunca dünyada olup bitenden bahsedecekler. O on beş dakika boyunca içinizi dışınıza çıkaran haberler duyacaksınız. Merak etmeyin, hemen ardından spor haberleri yayınlanacak. Ardından size dolarlardan ve sentlerden bahsedecekler. Bir anlam ifade etmese de dolar ve sentleri izleyeceksiniz. Bunların ardından sizi sakinleştirmek üzere güzel bir hikayeyle kapanışı yapacaklar. Tıpkı bir şeker, bir lolipop gibi. Aksi halde insanların televizyonu kapayacağını ve haberleri asla izlemeyeceklerini biliyorlar. Gazeteleri okuyorsunuz: altı yüz kişi silahlı saldırıda yaşamını yitirdi, üç yüz kişi atılan bomba sebebiyle can verdi, şurada bir araba patladı, şu kişi otuz milyon dolar kazanıyor. Bunların ne anlama geldiği hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Bizim otuz dolarımız bile yokken adamın biri çıkmış otuz milyon dolar mı kazanıyor? Bunun karşılığına ne yapıyor olabilir ki? Dünyanın her yanında parayla oynuyoruz ama burada, evimizde başımızın üzerinde çatı, gözümüzde bir damla uyku, tabağımızda ve midemizde bir kaşık yemek olmadan yaşıyoruz. Bunu nasıl savunabiliriz? Yaşananlar kafanızdakinin aksine pek de pembe ve şekerlemeli değil. Hem dış dünyadan hem de iç dünyadan kaynaklanan büyük baskıların altındayız. Bu baskıların, bu zımpara taşlarının arasında kendimizi güvende hissederek ve net bir şekilde yaşanması gerekiyor. İNSANLAR YOGAYI ANLAMIYOR İnsanlar yoga bilimini anlayamıyor. Yoga bilimini bacaklarınızı esnetip, egzersiz yapıp, kedi, inek pozisyonuna girip, ortalıkta zıplamaktan ibaret zannediyorsunuz. Bazıları yoganın iç huzur, sükunet ve iyi bir cinsel enerji verdiğini düşünüyor. Televizyonda yoga üzerine yapılan programları hiç seyrettiniz mi? Hepsi o kadar aptalca ki. Yoganın ne olduğu konusunda en ufak bir fikirleri bile yok. Onlar için yoga maymunlara özgü bir oyun ve bu oyunu da maymunlar olarak ekrana geçip anlatıyorlar. Yoga kişinin, evrenin içsel ve dışsal zımpara taşları arasında; kendi mükemmelliğinde büyüyerek deneyimlediği basit bir birlik halidir. Yoga bir bilimdir. Yoga bir sanattır. Dalavereyle hiçbir alakası yoktur. Bugün başıma komik bir şey geldi. Biri bana gelip ‘Bunu sen söylemiştin’ dedi. ‘Evet’ dedim. Sonra aynı şeyi başka şekilde söylediğimi bana anımsattı. ‘Hayır’ dedim. ‘Peki, neden?’ diye sordu. ‘Söylediğim şeyi öğretmen kimliğimle ifade ettim. İçimde üç ayrı kimlik taşıyorum: Bunlardan biri Bhajan, diğer Yogi Bhajan, bir diğeri ise Siri Singh Sahib. Yani söylemeye çalıştığım şeyi senin öğretmenin olarak bu şekilde ifade ettim. Şimdi bir baba olarak da bir takım şeyler söyleyebilirim ama şartlar ne olursa olsun asla yalan söylemem.’ Sonra şöyle dedim: ‘Farz et ki sana sinir hastası olduğunu ve bu gidişle kendini cehennemin dibini boylayacağını söyledim.’ Bunu söylersem öğretmenin olarak bu ifadeyi kullanmış olurum. Konuşmayı yapan kimliğim öğretmen kimliğimdir, ben değil. Bunu görüyorum, algılıyorum, sezgilerimle işliyorum, anlıyorum ve yalnızca açığa çıkarıyorum. Öte yandan bir baba olarak konuşuyor olsaydım ‘Şuna şunu sor ve yapmaya çalış. Kafanda neler olup bittiğini anla. Her şey yoluna girebilir. Mucizeler uzağımızda değildir. Mucizeler bizi her daim köşe başında bekler. Dünyadaki en iyi şey umut etmektir. Haydi, bunu birlikte yapalım, bununla birlikte başa çıkalım. Cesaretini kaybetme. Her şey yolunda. Önemli olan hayatta başımıza gelenler değil cesaretle onların üstesinden gelmektir’ diyebilirdim. ‘Aptalsın ve cehennemde yaşıyorsun’ dedikten sonra kullanabileceğim alt yüz farklı ifade biçimi var. Yanlış, yanlıştır. Bir şey yanlışsa yanlış olan şeyin etrafında dönüp bir şarkı tutturmalı ve yanlış giderilene, iyileştirilene kadar şarkıyı söylemeye devam etmelisiniz. Yapılan her yanlışın bir çözümü olduğuna inanıyorum. Zira yanlış uzun süre yaşayamaz ve güneş de balçıkla sıvanamaz. Bu ebedi bir kanundur. İnsanlar karşıma geçip benim bir baş belası, bir şarlatan olduğumu, kadınların peşinde koştuğumu, arızalı olduğumu, sol olduğumu, sağ olduğumu söyledi. Bu yirmi yıl boyunca işittiklerimi ancak Tanrı bilir. Ama bunların hiçbirinin bir önemi yok. Olumsuzluk beni etkileyemez, ölüm beni yeryüzünden silemez. İnsan olumsuzlukla yaşamaz ve öldüğünde de son bulmaz. İnsanın elinde yalnızca iki şey vardır: Daimi hafıza ve hafıza aracılığıyla yaratılan daimi zaman. O daimi hafıza ile yaşarsınız. O daimi hafıza ile doğdunuz. Akaşik kayıtlarda o daimi hafıza yazılmış olsa dahi kimse ölmez. Siz Batı’dakilerin anlayacağı bir örneği ele alalım. Otuz yedi yaşında Yesu adında bir marangoz vardı. Annesinin adıma Fatima’ydı. Siz onu Meryem olarak tanıyorsunuz. Bu marangozun ederi yaklaşık otuz iki altın parçasıydı. Bu bedel karşılığında satıldı. Bugünün fiyatıyla bir onsu altı dolar dolan otuz parça gümüş yaklaşık yirmi dolar diyelim. O parçalar öyle kalın da değildi; incecik parçalardı. Diyeceğim o ki marangoz Yesu’nun ederi yirmi dolardı. Hadi biraz da biz üzerine ekleyelim ve diyelim ki doksan dolardı ederi. Haydi biraz onun dedikodusunu yapalım ve bu ederi dokuz yüz dolar olarak belirleyelim. Önemli bir artış. İşte ederi buydu. Onu bir çarmıha gerdiler ve arkalarına bile bakmadılar. O bölgenin komutanı tarafından yazılan Roma kayıtlarında şöyle diyor: ‘Bu adam tam bir deli. Hiçbir şeyi dinlemek istemiyor. Kendisini kral zannediyor. Onu takip eden iki yüz yetmiş kişi var ve ayağının bastığı yere palmiye ağaçlarının dallarını seriyorlar. Onlarla konuştuğunda şallarını üzerine seriyorlar. Bugün onu serbest bırakmak bir hırsızı da çarmıha germek istedim. Fakat insanların büyük bir çoğunluğu hırsızın bırakılmasını ve onun çarmığa gerilmesini talep etti. Ben de bu yükten kurtulmuş oldum.’ Şimdi, bu o zamanın tarihi. Ama günümüzde bununla ilgili bir film yaptığınızda ya da yanlış bir şey telaffuz ettiğinizde karşılaşacağınız gösterileri aklınız hayaliniz almaz. Guru Nanak hiç ateşlendi mi? Onu hiç mi sivrisinek ısırmadı? Böyle şeyleri hatırlamıyorsunuz. Çünkü o zaman ve mekanın zımpara taşlarının ötesinde daimi yüksek frekanslı bir enerjidir. ‘BEN KAVRAMINI BIRAKIN’ Sergilediğiniz davranışlar öyle evrensel olmalıdır ki herkesi zaman ve mekanın ötesine geçecek şekilde içine çekebilsin. Peki, bunu ne engelliyor? Çok basit: ‘Ben kavramını bırakmanız gerekiyor. ‘Ben’ kavramına sıkı sıkı sarılan insanların Üçüncü Gözü yoktur. Yalnızca iki gözleri vardır ve hepsi budur. Her şeyi basite indirgiyorum çünkü gerçekten de her şey çok basit. Yani gözünüz ‘Ben’ olduğu müddetçe Üçüncü Gözünüz olamaz. Üçüncü Gözünüzü işin içine dahil ettiğiniz anda ‘Ben’ gider. Lüks bir yolcu gemisinde oturarak tatilinizi yaparken aynı anda okyanusta yüzüp, aynı anda köpek balıklarıyla oynayıp ve yine aynı anda balo salonunda dans edemezsiniz. Böyle bir şey mümkün değildir. Ama siz bunların tümü bir arada olsun istiyorsunuz. Her şey aynı anda olsun istiyorsunuz. *** Kadın ve erkek zaman ve mekanın ötesinde daimi hafızayı yaratmak üzere dünyaya gelmiştir. Fakat sorun yaşanan kısa devre ile ilgilidir. ...Zarafet söz konusu olduğunda, son derece zarif ve merhametli olmalısınız. Yeniden ve yine ve tekrar, tekrar, tekrar zarif olmalısınız. Bir zamanlar suya düşen bir akrep varmış. Suyun kenarında bir aziz oturuyormuş. Akrebi suyun dışına almak için parmağını uzatmış. Akrep dışarı çıkar çıkmaz azizin parmağını ısırmış. Tam kahkahalarla gülerken kendini tekrar suyun içinde bulmuş. Akrep suyun derinliklerine inerken aziz parmağını tekrar suya daldırmış ve akrebi dışarı çıkarmış. Akrep onu bir daha ısırıp tekrar suyu boylamış. Bu sahne aynen bu şekilde yaklaşık yirmi kere tekrarlanmış. Azizin öğrencisi ‘Ustam, size bir şey sorabilir miyim?’ demiş. ‘Efendim?’ ‘Size yardım edebilir miyim?’ ‘Parmağını suya daldırmak ister misin?’ ‘Aslında tam olarak böyle düşünmemiştim.’ ‘Peki ya ne düşünmüştün?’ ‘Bu bir akrep ve sizi ısırmak onun yapısında var.’ ‘Ben de bir azizim, akrebi suyun dışına çıkarmak da benim yapımda var. Akrep beni ısırmaktan nasıl vazgeçemiyorsa ben de onu kurtarmaktan vazgeçemem.’ ‘Bunun sonu nereye varacak böyle?’ ‘Onu ancak zaman gösterebilir.’ Bu öykü bizim daimi hafızamızda kayıtlı. Azizin kim olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Akrebin kim olduğunu da bilmiyoruz. Olayın nerede yaşandığı konusunda da bir bilgimiz yok. Ancak bu hikaye bize daimi hafızamız aracılığıyla ulaşıyor. Bu hikayeyi uzun süredir anlatıyoruz. Bu hikayeyi şarkılarla seslendiriyoruz. Bu hikayeyi baştan beri biliyoruz. İnsanın aynen bu hikayedeki gibi olduğunu her zaman hissediyoruz: İyiysen o zaman daha iyi olmalısın. Daha iyiysen, o zaman en iyisi olmalısın. En iyisi olduysan, dinlenme ve çalışmaya devam et. Kendinize dönük durduğunuz zamanlarda, kafanızı çevirin ve başkaları için var olun. Başkaları için var olmayı başardığınızda, bütünün hizmetine açın kollarınızı. Bütünün hizmetine açtığınızda kendinizi; bu kez de küçük olan için var olun. Küçükseniz, bütün sizin için birlik halini alır ve yaşamınız tarihe daimi zaman olarak geçer. Aksi taktirde siz etkinizi sürdürdükçe zaman tepki vermeye devam edecektir. Bugünkü dostlarınız, yarınki düşmanlarınız haline gelirken; bugünkü düşmanlarınız yarınki dostlarınız oluverir. Bir ileri, bir geri… İnsanların bu dünyanın zaman ve mekanı fethetmek için bir ortaklık zemini olduğunu anlaması gerekiyor. Dünya, insanın kendisini zaman ve mekana tabi tutacağı bir yer değildir. ANNE RAHMİNDE OLUŞAN KISA DEVRELER Anne rahminde oluşan daimi kısa devreler küçük şeyler değildir. Onların ne kadar küçük olduğunu size şöyle anlatacağım: Elinize bir plak alın ve plağın üzerinde bir göçük oluşturun. Ardından o plağı gramofona yerleştirin. Çıkardığı sese inanamayacaksınız. Hasar görmüş bölüme denk gelen şarkı ‘I love you/Seni Seviyorum’ çalmaya başladığında sanatçı ‘Seviyorum’ diyecekken plakta tekrarlanan ‘Sevi-Sevi-Sevi-Sevi’ sesinin kulaklarınızı acıtana kadar tekrarlandığını göreceksiniz. Ya gramofonu çıkarmak ya da plağı kırmak zorunda kalırsınız. Plak takıldığı noktadan bir gıdım ileri gidemez. İşte plak üzerinde açtığınız o küçük göçük bahsettiğimiz kısa devredir. İşte bu nedenle hayatınızda aynı şeyler tekrar, tekrar ve tekrar yaşanır. Sabah bir söz veriyorsunuz, akşam aynı şeyi yapmaya devam ediyorsunuz. Gece bir söz veriyorsunuz, sabah uyanınca aynı şeyleri yapmaya devam ediyorsunuz. Söz veriyorsunuz ve aynı şeyi daha öğleden sonra yeniden yapıyorsunuz. Tanrı’ya bir söz verdiniz ve o sözleri ezip geçiyorsunuz. Neden? Çünkü bu iş böyledir. Bana göre kaç kitap okuduğunuzun ve ne yaptığınızın hiçbir önemi yok. Sizi bir şekilde küçük kalıpları ve duvarları yıkmanızı sağlayacak noktaya getiremezsek yaptıklarımız hiçbir işe yaramaz. Yaşanmışlıklar tekrar ve tekrar aynen geçmişte yaşandıkları gibi yaşanmaya devam edecektir. Nasıl ki insan kendi gölgesi tarafından daima takip ediliyorsa; kişi de her daim bilinçaltı tarafından takip edilir. Bilinçaltı ile çalışan şarlatanların tümü bilinçaltına mesaj gönderdiklerini söyler. Burada onları suçlamak değil amacım ama nasıl bilinçaltına giriyorlar acaba çok merak ediyorum. Ses tellerinin birbirlerine bambu sopaları gibi çarptığını; sözleri ürettiğini, bunun ardından kulak zarının titreşimi algıladığını ve bilgiyi beyne ilettiğini söylüyorlar. Beyin tüm bunları deşifre ediyor; anladığımız ve bildiğimiz sözcük ve dillerle karşılaştırıyor. Bunun için kulak zarları bilinçaltı mesajlarını aldığında titreşir ve mesaj bilinçli zihnimiz yerine bilinçsiz ya da bilinçaltı zihnimize gider yorumunu yapıyorlar. Bu ne korkunç bir şeydir böyle. Buna inanabiliyor musunuz? Bu nasıl bir boş iştir? Bilinçaltınıza ulaşabilme gücünüz varsa bunu bilinçli şekilde yapmalı ve bu sürece bilinçle dahil olmalısınız. İşin bu kısmını verdikleri reklamların dışında tutuyorlar elbette. Bu bakış açısı ortada yok. Bir şeyleri tekrar etmek kolaydır. Bilinçli olarak tekrarladığınız her şeyle bütünleşirsiniz. O size, siz ona dönüşürsünüz. Bu asla değişmeyecek bir kuraldır. TEKRAR ETTİĞİNİZ ŞEY SİZE DÖNÜŞÜR: GÜCÜ TEKRAR EDİN Bilinçle tekrarladığınız her şey bir süre sonra size dönüşür. Yalnızca ‘Güç’ kelimesini, yani tek bir kelimeyi defalarca tekrarlayın. Bilinç düzeyinde güç haline gelirsiniz. Ekakshri mantraları tekrarlanmak üzere yazılmıştır. Jaap Sahip’te, Guru Gobind Singh tarafından kelimelere dökülen Guru Gaitri mantrası ‘Yüz otuz bin kişinin karşısında tek başımıza savaşmaktan yorulduk. Bu bizi aşıyor. Bunu yapamayız. Görmüyor musun Guru?’ diyen Sikhlere verilmiştir. Guru ‘Sorun nedir?’ diye sorar. ‘Yüz yirmi, yüz elli bin kişiye karşı tek kişi savaşıyor. Bazen biz kırk kişiysek; onlar yüz elli bin kişi oluyor. Bu nasıl bir mücadeledir?’ İşte o zaman Chacheri Chand’taki Guru onlara sekiz sözcük verdi: Gobinday Mukunday Udaaray Apaaray Hariang Kariang Nirnamay Akamay. Onlara ‘Bu sözcükleri tekrarlayın’ dedi. Tarihi kayıtlara da bu hadise aynen bu şekilde geçmiştir: Elitlerden oluşan kırk bin kişilik bir ordu otuz iki Sikhe saldırır. İmparatorun elitlerden oluşan kırk bin kişilik ordusu otuz iki Sikhe saldırır. Bu otuz iki Sikhin arasında mutfakta çalışan bir adam, bir seyis ve tesadüfen orada olan biri daha vardır. O otuz iki kişinin arasında yalnızca yirmi kişi kılıç kullanmayı ve kendisini savunmayı bilmektedir. Savaşın sabahın erken saatlerinde başladığı söylenir. Dua ritüellerinden sonra yola çıkmadan önce biraz kestirmek isterler. Ardından savaş başlar. O günlerde kural şafak vaktinden alacakaranlığa kadar cenk etmekti. O vakitten sonra ölüler ve cenk alanında kalanlar toplanırdı. O otuz iki kişinin koca bir orduyu yenip onları gerisin geriye gönderdiklerine inanabiliyor musunuz? Vakit akşam olduğunda toplanıp gelen Sikhlerin sayısı tam tamına otuz ikidir. Onların çevresinde ise binlerce ceset vardır. Ancak her şey bittikten sonra neler olup bittiğini anlayabilmişlerdir. Zira o günlerde üstün güçlerle ilgili yüksek beklentiler söz konusu olduğundan aynen şöyle demişlerdir: ‘Üstün güçler geldi ve bizi korudu.’ Bir insan tek bir noktaya odaklandığında, bütün enerjisi ahenkle bir bütün haline gelir ve böylece o kişi ölümsüz olur. Böyle bir insan ya fiziksel ya zihinsel ya da spiritüel olarak hareket halindedir ve asla ölmez. Bir insan ve bir hayvan arasındaki tek fark budur. İnsan, bütünlüğün ahengine sahiptir. Japa da tam manasıyla budur. Hail Mary de tam olarak budur. Yahudilerin de buna benzer bir şeyi var, Kabalah diyorlar. Bazı doğrulamaları tekrarlamak her dinin dayandığı bilimin temelinde mevcuttur. Doğrulama ne demektir? Doğrulama size sizden de öte bir güç verir. Sizin ötenizde ne var? Tanrı. Hayır, Tanrı sizin içinizde. Kendi içinizdeki enerji talepleri ve içinizde taşıdığınız güç dengeli hale geldiğinde bütün olursunuz ve Tanrı’da içinizde sizinle bir olur. Tanrı’yı bulmanın bir yolu yoktur. Bunun aksini iddia eden herkes acizdir. Bunun aksini iddia etmek ihanettir, yalan söylemektir ve bunu yapmaktaki tek amaç sizden para toplamaktır. İşin gerçeği içinizde talep ve arz bir olduğunda, dışarıdaki her şey yerli yerine oturur ve bir anda işe yarar biri haline gelirsiniz. Ancak burada da bir bit yeniği vardır: Şayet içiniz bir olursa; yani o büyük Birlik’ten bahsediyorum, bu herkesi rahatsız eder. Çünkü sizden başka kimse içsel olarak nasıl birlik olunabileceğini bilmez ya da böyle bir şey olabileceğine inanmaz. İÇİNİ O'NA AÇ Bunu çözmek için son derece basit bir yöntem vardır. Guru Nanak şöyle der: ‘İçini O’na aç; O dışındakilerin çaresine bir şekilde bakar bu yüzden unut gitsin.’ Daha basit bir ifadeyle ‘İçinize hiçbir şeyi dert etmeyin, dertlerinizi O’na teslim edin. Dışarıda olanlarla ilgilenme konusunda size zaten bir söz verdi. Bu yüzden rahatlayın.’ Ama her şey bu kadar basitse neden hala güvenemiyoruz? Çünkü hiçbir şeye güvenmiyoruz. Özellikle de içimizdekilere. İd ve ego arasındaki fark, egonun her şeyi içimizde tutmamızı söylemesi id’in ise her şeyi olduğu gibi ortaya dökmesidir. Binlerce ve yüz binlerce yıl boyunca insan id ve egoyu aynı noktada buluşturma sorununu çözemedi. Başka bir deyişle Ben ve Sen’i aynı noktada nasıl birleştirebilirim? İçinize baktığınızda dışa dair hiçbir şey göremezsiniz, dışarıda olan biten ne varsa hepsiyle ilgilenilecektir, bu verilmiş bir sözdür. Çünkü dışarıda gözün gördüğü ne varsa O’nun yaratımıdır. Ancak içinize baktığınızda gördüğünüz sizin küçük dünyanızdır. Size ait olan o küçük dünya dengelendiğinde dışınızdakiler de dengeye oturacaktır. …. SİZ HATALI DEĞİLSİNİZ Siz, hatalı değilsiniz. Yanıltıldınız ve şimdi tüm bu yanılgıların bedelini ödüyorsunuz. Tanrı, Kusursuz Olan asla kusurlu üretim yapmaz. Tanrı’nın güvendiği kişiler yani aileniz, mükemmel ile kusurluyu alıp başka bir şey yarattı ve paylarına düşeni layıkıyla yerine getiremedi. Siz asla hatalı değilsiniz ve asla bizi yanıltan kişilerden biri olamazsınız. Bu nedenle bizim adımıza yapılan hataları düzeltmek zorundayız. Zira bu hataların kimseye bir faydası olmaz. İyi niyet başkaları için değildir. İyi niyet bizzat kendinizin iyiliği içindir.
1 Comment
Evrim
19/3/2020 12:06:26 am
Tesadüfen denk geldiğim sayfanızı incelerken , şubat 2020 notlarına bakmak istedim, gobinde mukande.. mantrasının olduğu anlatıya gözüm ilişti. Bu mantra 1 yıl önce yine tesadüfen beni buldu , nerdeyse hergün mırıldanıyorum, gücünü bilmiyordum ama beni çekmesini ilginç bulmuştum.
Reply
Leave a Reply. |
Nur Taran
|