Kundalini yogilerin bayıldığı kasları gevşetici, yoğun pratiklerden sonra bedeni ve sinir sistemini rahatlatan zerdeçallı Altın Süt tarifi şöyle:
Önce, Bir yemek kaşığı zerdeçalı suda 20 dakika kaynat. (Su, zerdeçalın 2,5 ya da 3 katı olabilir.) Suyunu çeksin. Bu kıvamlı pişmiş zerdeçalı 1 haftaya kadar buzdolabında tutabilirsin. . Ve bir litre süte (inek sütü, badem sütü, prinç, ceviz ya da kaju sütü de olabilir...) elde ettiğin pişmiş zerdeçal lapasından 1 yemek kaşığı ekle. Onun üzerine 1 yemek kaşığı yağ (zeytinyağı, hindistan cevizi yağı, ghee, badem yağı, tereyağı... sen ne yağını seviyorsan) ve 1 yemek kaşığı bal ya da pekmez (hemen servisten önce) ekle. . İçine biraz da niyet, dua ve mantra ekleyip karıştır. İster sıcacık iç, istersen de yağsız versiyonunu buzla karışıtırıp buz gibi iç :) Hmmm şifa olsun. :)
0 Yorumlar
Neden bu kadar zorlanıyorum?’ diye sormuştum bir gün Sat Hari'ye... Yine derinden bir sarsıntı çıkmıştı yüzeye doğru. (Ah sevgili biliyor musun? İyi ki çıkıyor o sarsıntılar, iyi ki 🙏🏻♥️ Yoksa yeniye yer nasıl açılacak?) . ‘Deneyimi yaşamayanın kime ne yardımı olur? En iyi şifaladığını şifalamayı öğretir bir öğretmen’ demişti. ‘Öyle bir zaman gelecek ki, yolda tanımadığın insanlar seni kolundan tutup, sana soru soracak’ diye eklemişti. . Öyle de oluyor... Bazen yolda biri çeviriyor, bazen takside, metroda, metrobüste, bazen de alışveriş yaparken anlatırken buluyorum kendimi. Ben özel olduğum için falan olmuyor bu, yaralarımı açtığım için daha çok, göstermeyi ya da saklamayı düşünmeden yaralarıma bakmayı ve onlara pansuman yapmayı sabırla kabul ettiğim için, öyle sanıyorum... . Dün ‘Sen kim olurdun?’ diye sorunca kalbim bana karşıma Yogi Bhajan’ın bu sözü çıktı. Paylaşıyorum... Hatırlamak güzel çünkü. ... Kova Çağı önümüzde uzanıyor. İnsanlar boşluk hissiyle, cinnetle ve acıyla uğraşacak. Nereye gidebileceklerini bulmak için kendilerini duvarlara vurmak isteyecek. Size gelecekler. Tüm cinnetleriyle hem de. Onların acısını almak yerine, yargılayarak karşılarında oturacak olursanız siz yanlış insansınız. Bu yüzden, bu disiplinden alabildiğine yoksun dünyada size nasıl disiplinli kalacağınızı öğretmek istedik. Nasıl büyüyeceğinizi, nasıl parlayacağınızı... Nasıl hizmet edip, nasıl ‘ol’abileceğinizi. Bizler, öncelikle kendimizi tanımlıyoruz: Biz, biziz. İkinci olarak sözlerimiz öyle bir nitelik taşımalı ki; her yangını söndürmeli, kişinin çaresizliğini, depresyonunu dindirmeli. Üçüncüsü, ruhu yükseltecek ve kişiye hizmet edecek, zarafetle duracak güce sahip olmalıyız. Ve son olarak da saflığımızı koruyarak ayaklarımızın üzerinde durmalıyız. ...Kaybınızı ya da kazancınızı sahiplenmekten vazgeçtiğiniz zaman hayat denilen oyunu başlatmış olacaksınız. Neden bunu yapamıyorsunuz? Yanıtı çok basit: Kendinizi güvende hissetmiyorsunuz... Yogi Bhajan'ın, Rahimde Oluşan Manyetik Tıkanıklığı Temizleme Kriyası dersinden alıntıdır. 31 Mart 1989 ...Aslına bakarsanız şu hayatta hiçbir sorunumuz yok. Bu dünyaya bir ahmak olarak geldik. Nasıl yürüyeceğimizi bilmiyorduk dolayısıyla önce emeklememiz gerekti. Yürümeyi başardığımızda bu kez de nasıl hızlanacağımızı bilemedik. Böylece arabalar ürettik. Ardından uçaklar ürettik. O da yetmedi jet hızına sahip uçaklar ürettik. Mekanik olarak dışsal hıza ilişkin gereksinimlerimizi karşıladık. İçsel olarak hızlanmak için de baharatlar, ilaçlar ve pek çok şey almaya başladık. Zira dışarıdaki hız ile içsel hızımızın eşit olması gerekiyordu. Hayatınızın içsel talepleri vardır. Dünyanın en aptalca şeylerinden birini yapıp bunun içsel talebiniz olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat bu taleplerinizden dolayı suçu bir başkasına atarsanız en büyük yalanı yaşarsınız. Hayır, içsel talepleriniz size aittir. Bunun sizden başka kimseyle bir ilgisi yoktur. İnsanlar önerilerde bulunabilir, görüşlerini sizinle paylaşabilir, sizinle konuşabilir. Ancak, içsel taleplerinizden siz sorumlusunuz. Size ait olan içsel talepleriniz, onlarla başa çıkmanızı sağlayacak yeterli enerjiyi size sunmak durumundadır. Sizin dışınızda olan bir şey ya da biri değil. Bunun dışında bir de dışsal talepler vardır. Bunlar sosyal, spritüel, ahlaki ve ekonomik sorumluluklarınızdır. Bu sorumluluklara daha pek çok ana başlık ekleyebilirsiniz. Dolayısıyla içsel talepleriniz içinizde taşıdığınız ve size ait olan enerjiyle yanıtlanmak durumundadır. Öte yandan dışsal talepler de aynı oranda ve aynı düzeyde karşılanmalıdır. Dışsal talepleri eşit oranda karşılayamıyorsanız içsel talepleriniz de karşılanamaz. Dışsal taleplerinizi değil de tüm içsel taleplerinizi karşıladığınızda ya da tüm içsel taleplerinizi değil de dışsal taleplerinizi karşıladığınızda ise işler sarpa sarar. Her seferinde bu sarpa saran konuları değerlendirmek zorunda kaldığınız için bir an bile duramazsınız. Hayata ara vermek diye bir şey yoktur; shastar yoktur, manana yani yarınlar yoktur. Bunların hiçbiri yoktur ve duramazsınız. Bazı insanları araba kullanırken izliyorum. Karşılarına devasa bir Dur işareti çıkmasına rağmen durmuyorlar. Frene basıp devam ediyorlar. Dur işareti orada durmalısın demektir. Bu onların hiç hoşuna gitmiyor çünkü hayatta durmayı bilmiyorlar. Durmanız gerektiği zaman durabilmeyi başarmak sanat, bilinç, akıl ve gerçeklik algısı gerektirir. Başlamanız gerektiğinde, başlamıyorsunuz; durmanız gerektiğinde durmuyorsunuz, gitmeniz gerektiğinde gitmiyorsunuz, kalmanız gerektiğinde gidiyorsunuz. Siz kimsiniz? Asıl sorulması gereken soru bu. İnsan hayatında neden böyle şeyler oluyor? Neden? Bizler Tanrı’nın tezahürleriyiz, bizler akıllı insanlarız, hatta bizim dinimiz bile var, öyle değil mi? Aslına bakarsanız din dediğimiz şey boğazımıza takılmış bir taş gibidir. Her köşe başında bir kilise, bir tapınak, bir peder, bir swami, bir yogi var artık. Hepsinin değeri birkaç milyonlarla ölçülüyor. Baktığınızda az bir rakam da değil. Din yüzyıllardır bizimleydi ve yüzyıllar boyunca bizimle olmaya devam edecek. KAZANDIĞINDA MUTLUSUN, KAYBETTİĞİNDE MUTSUZ Peki, sorun nedir? Neden bir türlü mutlu olamıyoruz? Aslında yanıt çok basit: Kazandığınızda mutlu oluyorsunuz; kaybettiğinizde ise mutsuz. Kaybettiğinizde mutsuzsunuz. Bir şeyleri elde ettiğinizde ise mutlu oluyorsunuz. Fakat anlamamız gereken bir şey var ki bu kazanıp kaybetme durumu devamlılık arz ediyor. Durum yalnızca birinin kaybettiği şeyi kazanmanız ya da birinin kazandığı şeyi kaybetmenizden ibaret olamaz. Öyleyse buradan neden bahsediyoruz? Bu kazanıp kaybetme konusunun üstesinden geldiğinizde hayatınızda attığınız ilk adıma benzer bir deneyim yaşayacaksınız. Kaybınızı ya da kazancınızı sahiplenmekten vazgeçtiğiniz zaman hayat denilen oyunu başlatmış olacaksınız. Neden bunu yapamıyorsunuz? Yanıtı çok basit: Kendinizi güvende hissetmiyorsunuz. Neden güvenemiyorsunuz? GÜVENSİZLİK NE DEMEKTİR? Güvensizlik ne demektir? Güvensizlik, içsel enerjinizin, dışsal enerjiyi ve içsel enerjinizi karşılamadığı zamanlarda; her iki talebi de, yani hem içsel talepleri (merkeze yönelik kuvvet) hem de dışsal talepleri (dışarıya yönelik kuvvet), tek bir kişi olarak yerine getirmek zorunda kalmanız durumudur. Buradan biraz fiziğe geçiş yapalım. Merkeze yönelik kuvvet ile dışarıya yönelik kuvvet her eşit bir denge sağladığında her şey normal seyrinde ilerler. Bu bir fizik kuralıdır. Merkeze yönelik kuvvet bir yana dışarıya yönelik kuvvet diğer yana gider. Bu anlattığım pek çok insan için bir anlam taşımayabilir. Fakat her şey bu kuvvetle birlikte içte ve dışta hareket eder. İçe dönük ve dışa dönük hareket dengeli olmalıdır. İçten dışa, dıştan içe harekette denge sağlanmazsa, dengeniz bozulur. Bu sürekli çek imzalamaya devam etmeniz halinde bir noktadan sonra yaşamınızı krediyle sürdürmek zorunda kalmanıza benzer. Hatta kısa süre içerisinde kredi limitinizi görünce çok da şaşırırsınız. Ekonomimiz de aynen bu sistemle çalışır. Size kredi veriyoruz ve kendinizi bugün için dört yüz bin dolarlık zengin hissediyorsunuz. Sizin bu ölçekte bir kredi limitiniz var. Bu kadar gururlandığınız ve böbürlendiğiniz o dört yüz bin dolarlık kredi limitinin üzerine yüzde on sekiz faiz ödeyeceğinizi ve paranın tümünü geri ödemek zorunda olduğunuzu anlıyorsunuz değil mi? Kredi sistemi öyle acımasız ki bu dünya üzerindeki kimse onun acımasızlığı karşısında duramaz. Kredilere dayanan bu ekonomide yaşanan gerilimlerle birlikte, evin güvenliği konusunda da tedirginlikler yaşanıyor. Cinsel hayattaki yasakların bir yansıması olarak cinsellikle ilgili yanlış anlamalardan kaynaklanan gerilimler yaşanıyor. Evlilik dışı ve cinselliğe dayanan hayatta gerilimler yaşanıyor. Sosyal hayatta yanılgılar yaşanıyor. Uluslararası arenada keskin bir korku yaşanıyor ve ‘Acaba III. Dünya Savaşı ne zaman başlayacak?’ diye soruyoruz. Atom enerjisi istasyonu acaba ne zaman patlayacak? Uçak ne zaman düşecek ve düştüğü yerdeki otuz ev ve iki apartmanı ne zaman yerle bir edecek? Acaba ne zaman biri uçakta kafayı sıyıracak ve ne zaman o uçağa binen dokuz kişi nereye gittiğini bilmeden o uçağa binmiş bulunacak? Acaba ne zaman bir uçak üst çatısı olmadan iniş yapacak? Kimse bilmiyor. Bunlar son derece teknik konular. Bazıları haberleri dahi izlemiyor. Tanrı’ya şükürler olsun ki haberler sırasında her on beş dakikada bir spor izliyoruz. CNN’i açın ve izleyin: Size on beş dakika boyunca dünyada olup bitenden bahsedecekler. O on beş dakika boyunca içinizi dışınıza çıkaran haberler duyacaksınız. Merak etmeyin, hemen ardından spor haberleri yayınlanacak. Ardından size dolarlardan ve sentlerden bahsedecekler. Bir anlam ifade etmese de dolar ve sentleri izleyeceksiniz. Bunların ardından sizi sakinleştirmek üzere güzel bir hikayeyle kapanışı yapacaklar. Tıpkı bir şeker, bir lolipop gibi. Aksi halde insanların televizyonu kapayacağını ve haberleri asla izlemeyeceklerini biliyorlar. Gazeteleri okuyorsunuz: altı yüz kişi silahlı saldırıda yaşamını yitirdi, üç yüz kişi atılan bomba sebebiyle can verdi, şurada bir araba patladı, şu kişi otuz milyon dolar kazanıyor. Bunların ne anlama geldiği hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Bizim otuz dolarımız bile yokken adamın biri çıkmış otuz milyon dolar mı kazanıyor? Bunun karşılığına ne yapıyor olabilir ki? Dünyanın her yanında parayla oynuyoruz ama burada, evimizde başımızın üzerinde çatı, gözümüzde bir damla uyku, tabağımızda ve midemizde bir kaşık yemek olmadan yaşıyoruz. Bunu nasıl savunabiliriz? Yaşananlar kafanızdakinin aksine pek de pembe ve şekerlemeli değil. Hem dış dünyadan hem de iç dünyadan kaynaklanan büyük baskıların altındayız. Bu baskıların, bu zımpara taşlarının arasında kendimizi güvende hissederek ve net bir şekilde yaşanması gerekiyor. İNSANLAR YOGAYI ANLAMIYOR İnsanlar yoga bilimini anlayamıyor. Yoga bilimini bacaklarınızı esnetip, egzersiz yapıp, kedi, inek pozisyonuna girip, ortalıkta zıplamaktan ibaret zannediyorsunuz. Bazıları yoganın iç huzur, sükunet ve iyi bir cinsel enerji verdiğini düşünüyor. Televizyonda yoga üzerine yapılan programları hiç seyrettiniz mi? Hepsi o kadar aptalca ki. Yoganın ne olduğu konusunda en ufak bir fikirleri bile yok. Onlar için yoga maymunlara özgü bir oyun ve bu oyunu da maymunlar olarak ekrana geçip anlatıyorlar. Yoga kişinin, evrenin içsel ve dışsal zımpara taşları arasında; kendi mükemmelliğinde büyüyerek deneyimlediği basit bir birlik halidir. Yoga bir bilimdir. Yoga bir sanattır. Dalavereyle hiçbir alakası yoktur. Bugün başıma komik bir şey geldi. Biri bana gelip ‘Bunu sen söylemiştin’ dedi. ‘Evet’ dedim. Sonra aynı şeyi başka şekilde söylediğimi bana anımsattı. ‘Hayır’ dedim. ‘Peki, neden?’ diye sordu. ‘Söylediğim şeyi öğretmen kimliğimle ifade ettim. İçimde üç ayrı kimlik taşıyorum: Bunlardan biri Bhajan, diğer Yogi Bhajan, bir diğeri ise Siri Singh Sahib. Yani söylemeye çalıştığım şeyi senin öğretmenin olarak bu şekilde ifade ettim. Şimdi bir baba olarak da bir takım şeyler söyleyebilirim ama şartlar ne olursa olsun asla yalan söylemem.’ Sonra şöyle dedim: ‘Farz et ki sana sinir hastası olduğunu ve bu gidişle kendini cehennemin dibini boylayacağını söyledim.’ Bunu söylersem öğretmenin olarak bu ifadeyi kullanmış olurum. Konuşmayı yapan kimliğim öğretmen kimliğimdir, ben değil. Bunu görüyorum, algılıyorum, sezgilerimle işliyorum, anlıyorum ve yalnızca açığa çıkarıyorum. Öte yandan bir baba olarak konuşuyor olsaydım ‘Şuna şunu sor ve yapmaya çalış. Kafanda neler olup bittiğini anla. Her şey yoluna girebilir. Mucizeler uzağımızda değildir. Mucizeler bizi her daim köşe başında bekler. Dünyadaki en iyi şey umut etmektir. Haydi, bunu birlikte yapalım, bununla birlikte başa çıkalım. Cesaretini kaybetme. Her şey yolunda. Önemli olan hayatta başımıza gelenler değil cesaretle onların üstesinden gelmektir’ diyebilirdim. ‘Aptalsın ve cehennemde yaşıyorsun’ dedikten sonra kullanabileceğim alt yüz farklı ifade biçimi var. Yanlış, yanlıştır. Bir şey yanlışsa yanlış olan şeyin etrafında dönüp bir şarkı tutturmalı ve yanlış giderilene, iyileştirilene kadar şarkıyı söylemeye devam etmelisiniz. Yapılan her yanlışın bir çözümü olduğuna inanıyorum. Zira yanlış uzun süre yaşayamaz ve güneş de balçıkla sıvanamaz. Bu ebedi bir kanundur. İnsanlar karşıma geçip benim bir baş belası, bir şarlatan olduğumu, kadınların peşinde koştuğumu, arızalı olduğumu, sol olduğumu, sağ olduğumu söyledi. Bu yirmi yıl boyunca işittiklerimi ancak Tanrı bilir. Ama bunların hiçbirinin bir önemi yok. Olumsuzluk beni etkileyemez, ölüm beni yeryüzünden silemez. İnsan olumsuzlukla yaşamaz ve öldüğünde de son bulmaz. İnsanın elinde yalnızca iki şey vardır: Daimi hafıza ve hafıza aracılığıyla yaratılan daimi zaman. O daimi hafıza ile yaşarsınız. O daimi hafıza ile doğdunuz. Akaşik kayıtlarda o daimi hafıza yazılmış olsa dahi kimse ölmez. Siz Batı’dakilerin anlayacağı bir örneği ele alalım. Otuz yedi yaşında Yesu adında bir marangoz vardı. Annesinin adıma Fatima’ydı. Siz onu Meryem olarak tanıyorsunuz. Bu marangozun ederi yaklaşık otuz iki altın parçasıydı. Bu bedel karşılığında satıldı. Bugünün fiyatıyla bir onsu altı dolar dolan otuz parça gümüş yaklaşık yirmi dolar diyelim. O parçalar öyle kalın da değildi; incecik parçalardı. Diyeceğim o ki marangoz Yesu’nun ederi yirmi dolardı. Hadi biraz da biz üzerine ekleyelim ve diyelim ki doksan dolardı ederi. Haydi biraz onun dedikodusunu yapalım ve bu ederi dokuz yüz dolar olarak belirleyelim. Önemli bir artış. İşte ederi buydu. Onu bir çarmıha gerdiler ve arkalarına bile bakmadılar. O bölgenin komutanı tarafından yazılan Roma kayıtlarında şöyle diyor: ‘Bu adam tam bir deli. Hiçbir şeyi dinlemek istemiyor. Kendisini kral zannediyor. Onu takip eden iki yüz yetmiş kişi var ve ayağının bastığı yere palmiye ağaçlarının dallarını seriyorlar. Onlarla konuştuğunda şallarını üzerine seriyorlar. Bugün onu serbest bırakmak bir hırsızı da çarmıha germek istedim. Fakat insanların büyük bir çoğunluğu hırsızın bırakılmasını ve onun çarmığa gerilmesini talep etti. Ben de bu yükten kurtulmuş oldum.’ Şimdi, bu o zamanın tarihi. Ama günümüzde bununla ilgili bir film yaptığınızda ya da yanlış bir şey telaffuz ettiğinizde karşılaşacağınız gösterileri aklınız hayaliniz almaz. Guru Nanak hiç ateşlendi mi? Onu hiç mi sivrisinek ısırmadı? Böyle şeyleri hatırlamıyorsunuz. Çünkü o zaman ve mekanın zımpara taşlarının ötesinde daimi yüksek frekanslı bir enerjidir. ‘BEN KAVRAMINI BIRAKIN’ Sergilediğiniz davranışlar öyle evrensel olmalıdır ki herkesi zaman ve mekanın ötesine geçecek şekilde içine çekebilsin. Peki, bunu ne engelliyor? Çok basit: ‘Ben kavramını bırakmanız gerekiyor. ‘Ben’ kavramına sıkı sıkı sarılan insanların Üçüncü Gözü yoktur. Yalnızca iki gözleri vardır ve hepsi budur. Her şeyi basite indirgiyorum çünkü gerçekten de her şey çok basit. Yani gözünüz ‘Ben’ olduğu müddetçe Üçüncü Gözünüz olamaz. Üçüncü Gözünüzü işin içine dahil ettiğiniz anda ‘Ben’ gider. Lüks bir yolcu gemisinde oturarak tatilinizi yaparken aynı anda okyanusta yüzüp, aynı anda köpek balıklarıyla oynayıp ve yine aynı anda balo salonunda dans edemezsiniz. Böyle bir şey mümkün değildir. Ama siz bunların tümü bir arada olsun istiyorsunuz. Her şey aynı anda olsun istiyorsunuz. *** Kadın ve erkek zaman ve mekanın ötesinde daimi hafızayı yaratmak üzere dünyaya gelmiştir. Fakat sorun yaşanan kısa devre ile ilgilidir. ...Zarafet söz konusu olduğunda, son derece zarif ve merhametli olmalısınız. Yeniden ve yine ve tekrar, tekrar, tekrar zarif olmalısınız. Bir zamanlar suya düşen bir akrep varmış. Suyun kenarında bir aziz oturuyormuş. Akrebi suyun dışına almak için parmağını uzatmış. Akrep dışarı çıkar çıkmaz azizin parmağını ısırmış. Tam kahkahalarla gülerken kendini tekrar suyun içinde bulmuş. Akrep suyun derinliklerine inerken aziz parmağını tekrar suya daldırmış ve akrebi dışarı çıkarmış. Akrep onu bir daha ısırıp tekrar suyu boylamış. Bu sahne aynen bu şekilde yaklaşık yirmi kere tekrarlanmış. Azizin öğrencisi ‘Ustam, size bir şey sorabilir miyim?’ demiş. ‘Efendim?’ ‘Size yardım edebilir miyim?’ ‘Parmağını suya daldırmak ister misin?’ ‘Aslında tam olarak böyle düşünmemiştim.’ ‘Peki ya ne düşünmüştün?’ ‘Bu bir akrep ve sizi ısırmak onun yapısında var.’ ‘Ben de bir azizim, akrebi suyun dışına çıkarmak da benim yapımda var. Akrep beni ısırmaktan nasıl vazgeçemiyorsa ben de onu kurtarmaktan vazgeçemem.’ ‘Bunun sonu nereye varacak böyle?’ ‘Onu ancak zaman gösterebilir.’ Bu öykü bizim daimi hafızamızda kayıtlı. Azizin kim olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Akrebin kim olduğunu da bilmiyoruz. Olayın nerede yaşandığı konusunda da bir bilgimiz yok. Ancak bu hikaye bize daimi hafızamız aracılığıyla ulaşıyor. Bu hikayeyi uzun süredir anlatıyoruz. Bu hikayeyi şarkılarla seslendiriyoruz. Bu hikayeyi baştan beri biliyoruz. İnsanın aynen bu hikayedeki gibi olduğunu her zaman hissediyoruz: İyiysen o zaman daha iyi olmalısın. Daha iyiysen, o zaman en iyisi olmalısın. En iyisi olduysan, dinlenme ve çalışmaya devam et. Kendinize dönük durduğunuz zamanlarda, kafanızı çevirin ve başkaları için var olun. Başkaları için var olmayı başardığınızda, bütünün hizmetine açın kollarınızı. Bütünün hizmetine açtığınızda kendinizi; bu kez de küçük olan için var olun. Küçükseniz, bütün sizin için birlik halini alır ve yaşamınız tarihe daimi zaman olarak geçer. Aksi taktirde siz etkinizi sürdürdükçe zaman tepki vermeye devam edecektir. Bugünkü dostlarınız, yarınki düşmanlarınız haline gelirken; bugünkü düşmanlarınız yarınki dostlarınız oluverir. Bir ileri, bir geri… İnsanların bu dünyanın zaman ve mekanı fethetmek için bir ortaklık zemini olduğunu anlaması gerekiyor. Dünya, insanın kendisini zaman ve mekana tabi tutacağı bir yer değildir. ANNE RAHMİNDE OLUŞAN KISA DEVRELER Anne rahminde oluşan daimi kısa devreler küçük şeyler değildir. Onların ne kadar küçük olduğunu size şöyle anlatacağım: Elinize bir plak alın ve plağın üzerinde bir göçük oluşturun. Ardından o plağı gramofona yerleştirin. Çıkardığı sese inanamayacaksınız. Hasar görmüş bölüme denk gelen şarkı ‘I love you/Seni Seviyorum’ çalmaya başladığında sanatçı ‘Seviyorum’ diyecekken plakta tekrarlanan ‘Sevi-Sevi-Sevi-Sevi’ sesinin kulaklarınızı acıtana kadar tekrarlandığını göreceksiniz. Ya gramofonu çıkarmak ya da plağı kırmak zorunda kalırsınız. Plak takıldığı noktadan bir gıdım ileri gidemez. İşte plak üzerinde açtığınız o küçük göçük bahsettiğimiz kısa devredir. İşte bu nedenle hayatınızda aynı şeyler tekrar, tekrar ve tekrar yaşanır. Sabah bir söz veriyorsunuz, akşam aynı şeyi yapmaya devam ediyorsunuz. Gece bir söz veriyorsunuz, sabah uyanınca aynı şeyleri yapmaya devam ediyorsunuz. Söz veriyorsunuz ve aynı şeyi daha öğleden sonra yeniden yapıyorsunuz. Tanrı’ya bir söz verdiniz ve o sözleri ezip geçiyorsunuz. Neden? Çünkü bu iş böyledir. Bana göre kaç kitap okuduğunuzun ve ne yaptığınızın hiçbir önemi yok. Sizi bir şekilde küçük kalıpları ve duvarları yıkmanızı sağlayacak noktaya getiremezsek yaptıklarımız hiçbir işe yaramaz. Yaşanmışlıklar tekrar ve tekrar aynen geçmişte yaşandıkları gibi yaşanmaya devam edecektir. Nasıl ki insan kendi gölgesi tarafından daima takip ediliyorsa; kişi de her daim bilinçaltı tarafından takip edilir. Bilinçaltı ile çalışan şarlatanların tümü bilinçaltına mesaj gönderdiklerini söyler. Burada onları suçlamak değil amacım ama nasıl bilinçaltına giriyorlar acaba çok merak ediyorum. Ses tellerinin birbirlerine bambu sopaları gibi çarptığını; sözleri ürettiğini, bunun ardından kulak zarının titreşimi algıladığını ve bilgiyi beyne ilettiğini söylüyorlar. Beyin tüm bunları deşifre ediyor; anladığımız ve bildiğimiz sözcük ve dillerle karşılaştırıyor. Bunun için kulak zarları bilinçaltı mesajlarını aldığında titreşir ve mesaj bilinçli zihnimiz yerine bilinçsiz ya da bilinçaltı zihnimize gider yorumunu yapıyorlar. Bu ne korkunç bir şeydir böyle. Buna inanabiliyor musunuz? Bu nasıl bir boş iştir? Bilinçaltınıza ulaşabilme gücünüz varsa bunu bilinçli şekilde yapmalı ve bu sürece bilinçle dahil olmalısınız. İşin bu kısmını verdikleri reklamların dışında tutuyorlar elbette. Bu bakış açısı ortada yok. Bir şeyleri tekrar etmek kolaydır. Bilinçli olarak tekrarladığınız her şeyle bütünleşirsiniz. O size, siz ona dönüşürsünüz. Bu asla değişmeyecek bir kuraldır. TEKRAR ETTİĞİNİZ ŞEY SİZE DÖNÜŞÜR: GÜCÜ TEKRAR EDİN Bilinçle tekrarladığınız her şey bir süre sonra size dönüşür. Yalnızca ‘Güç’ kelimesini, yani tek bir kelimeyi defalarca tekrarlayın. Bilinç düzeyinde güç haline gelirsiniz. Ekakshri mantraları tekrarlanmak üzere yazılmıştır. Jaap Sahip’te, Guru Gobind Singh tarafından kelimelere dökülen Guru Gaitri mantrası ‘Yüz otuz bin kişinin karşısında tek başımıza savaşmaktan yorulduk. Bu bizi aşıyor. Bunu yapamayız. Görmüyor musun Guru?’ diyen Sikhlere verilmiştir. Guru ‘Sorun nedir?’ diye sorar. ‘Yüz yirmi, yüz elli bin kişiye karşı tek kişi savaşıyor. Bazen biz kırk kişiysek; onlar yüz elli bin kişi oluyor. Bu nasıl bir mücadeledir?’ İşte o zaman Chacheri Chand’taki Guru onlara sekiz sözcük verdi: Gobinday Mukunday Udaaray Apaaray Hariang Kariang Nirnamay Akamay. Onlara ‘Bu sözcükleri tekrarlayın’ dedi. Tarihi kayıtlara da bu hadise aynen bu şekilde geçmiştir: Elitlerden oluşan kırk bin kişilik bir ordu otuz iki Sikhe saldırır. İmparatorun elitlerden oluşan kırk bin kişilik ordusu otuz iki Sikhe saldırır. Bu otuz iki Sikhin arasında mutfakta çalışan bir adam, bir seyis ve tesadüfen orada olan biri daha vardır. O otuz iki kişinin arasında yalnızca yirmi kişi kılıç kullanmayı ve kendisini savunmayı bilmektedir. Savaşın sabahın erken saatlerinde başladığı söylenir. Dua ritüellerinden sonra yola çıkmadan önce biraz kestirmek isterler. Ardından savaş başlar. O günlerde kural şafak vaktinden alacakaranlığa kadar cenk etmekti. O vakitten sonra ölüler ve cenk alanında kalanlar toplanırdı. O otuz iki kişinin koca bir orduyu yenip onları gerisin geriye gönderdiklerine inanabiliyor musunuz? Vakit akşam olduğunda toplanıp gelen Sikhlerin sayısı tam tamına otuz ikidir. Onların çevresinde ise binlerce ceset vardır. Ancak her şey bittikten sonra neler olup bittiğini anlayabilmişlerdir. Zira o günlerde üstün güçlerle ilgili yüksek beklentiler söz konusu olduğundan aynen şöyle demişlerdir: ‘Üstün güçler geldi ve bizi korudu.’ Bir insan tek bir noktaya odaklandığında, bütün enerjisi ahenkle bir bütün haline gelir ve böylece o kişi ölümsüz olur. Böyle bir insan ya fiziksel ya zihinsel ya da spiritüel olarak hareket halindedir ve asla ölmez. Bir insan ve bir hayvan arasındaki tek fark budur. İnsan, bütünlüğün ahengine sahiptir. Japa da tam manasıyla budur. Hail Mary de tam olarak budur. Yahudilerin de buna benzer bir şeyi var, Kabalah diyorlar. Bazı doğrulamaları tekrarlamak her dinin dayandığı bilimin temelinde mevcuttur. Doğrulama ne demektir? Doğrulama size sizden de öte bir güç verir. Sizin ötenizde ne var? Tanrı. Hayır, Tanrı sizin içinizde. Kendi içinizdeki enerji talepleri ve içinizde taşıdığınız güç dengeli hale geldiğinde bütün olursunuz ve Tanrı’da içinizde sizinle bir olur. Tanrı’yı bulmanın bir yolu yoktur. Bunun aksini iddia eden herkes acizdir. Bunun aksini iddia etmek ihanettir, yalan söylemektir ve bunu yapmaktaki tek amaç sizden para toplamaktır. İşin gerçeği içinizde talep ve arz bir olduğunda, dışarıdaki her şey yerli yerine oturur ve bir anda işe yarar biri haline gelirsiniz. Ancak burada da bir bit yeniği vardır: Şayet içiniz bir olursa; yani o büyük Birlik’ten bahsediyorum, bu herkesi rahatsız eder. Çünkü sizden başka kimse içsel olarak nasıl birlik olunabileceğini bilmez ya da böyle bir şey olabileceğine inanmaz. İÇİNİ O'NA AÇ Bunu çözmek için son derece basit bir yöntem vardır. Guru Nanak şöyle der: ‘İçini O’na aç; O dışındakilerin çaresine bir şekilde bakar bu yüzden unut gitsin.’ Daha basit bir ifadeyle ‘İçinize hiçbir şeyi dert etmeyin, dertlerinizi O’na teslim edin. Dışarıda olanlarla ilgilenme konusunda size zaten bir söz verdi. Bu yüzden rahatlayın.’ Ama her şey bu kadar basitse neden hala güvenemiyoruz? Çünkü hiçbir şeye güvenmiyoruz. Özellikle de içimizdekilere. İd ve ego arasındaki fark, egonun her şeyi içimizde tutmamızı söylemesi id’in ise her şeyi olduğu gibi ortaya dökmesidir. Binlerce ve yüz binlerce yıl boyunca insan id ve egoyu aynı noktada buluşturma sorununu çözemedi. Başka bir deyişle Ben ve Sen’i aynı noktada nasıl birleştirebilirim? İçinize baktığınızda dışa dair hiçbir şey göremezsiniz, dışarıda olan biten ne varsa hepsiyle ilgilenilecektir, bu verilmiş bir sözdür. Çünkü dışarıda gözün gördüğü ne varsa O’nun yaratımıdır. Ancak içinize baktığınızda gördüğünüz sizin küçük dünyanızdır. Size ait olan o küçük dünya dengelendiğinde dışınızdakiler de dengeye oturacaktır. …. SİZ HATALI DEĞİLSİNİZ Siz, hatalı değilsiniz. Yanıltıldınız ve şimdi tüm bu yanılgıların bedelini ödüyorsunuz. Tanrı, Kusursuz Olan asla kusurlu üretim yapmaz. Tanrı’nın güvendiği kişiler yani aileniz, mükemmel ile kusurluyu alıp başka bir şey yarattı ve paylarına düşeni layıkıyla yerine getiremedi. Siz asla hatalı değilsiniz ve asla bizi yanıltan kişilerden biri olamazsınız. Bu nedenle bizim adımıza yapılan hataları düzeltmek zorundayız. Zira bu hataların kimseye bir faydası olmaz. İyi niyet başkaları için değildir. İyi niyet bizzat kendinizin iyiliği içindir. Sat nam sevgililer, Kundalini Yoga ve Meditasyon seanslarında kavuştukça sıklıkla tekrar ediyorum, biliyorsunuz, verdiğimiz derslerin temel amacı sizin evde kendi başınıza pratik yapabilmenizi sağlamak... Yani öğretmene bağımlı olmadan kendi pratiğinizi uygulayabilmeniz. Yogi Bhajan, Kundalini Yoga'yı öğretirken kendi inisiyasyonunuzu kendinizin yapmanız gerektiğinin altını defalarca çiziyor. Herkes kendi özgürleşme sürecinden sorumlu yani :) Bu anlamda meditasyonların ve pratiklerin hayatımızın bir parçası olması ve tekrar tekrar uygulanması çok önemli. Nasıl ki bir ilacı her gün aynı saatte aldığımızda o ilaçtan faydalanabiliyorsak aynısı bunun için de geçerli. Çünkü bu da bir nevi ilaç aslında. Hormonları, sinir sistemini, beyin fonksiyonlarını düzenleyen ve bilinçaltını temizleyen bir çalışma meditasyon dediğimiz en nihayetinde. Dolayısıyla... Sizin için hazırladığım bu rehberde, hem bugüne dek aldığım sorulara yanıt vermeye çalıştım hem de evdeki meditasyon pratiğinize Kundalini Yoga stilinde destek olmayı istedim. Sevgimle, MEDİTASYON ALANI: Kendinize evinizde pratik yapacağınız temiz ve sessiz bir köşe oluşturun. Bu köşeye sizin için anlam ifade eden ve size hayatla ilgili ilham verecek unsurların bir araya geldiği bir sunak da ekleyebilir, kendi kutsal alanınız olarak o sunağı düzenleyebilirsiniz. Pratiğinizi her gün, mümkünse aynı saatte ve aynı yerde yapmak o mekanı sizin için kutsal hale getirecektir. Metroda, sırada beklerken ya da kalabalık bir yerde meditasyon yapacaksanız sizin için kutsal olan bir yerde olduğunuzu hayal edin ve dikkatinizi dağıtacak olan etmenlerden kendinizi uzaklaştırın. Bir ağacın altında, bir nehrin kenarında ya da deniz kıyısı gibi sakin yerlerde de meditasyon yapmayı tercih edebilirsiniz. ZAMAN: Meditasyon ve pratik için en iyi zaman, yogilerin de yaptığı şekilde, ether elementinin hüküm sürdüğü günün doğumunda 2 buçuk saat öncesidir. Bu vakitlere Kundalini Yoga’da ‘Esas saatler’ diyoruz. Bir başka uygun vakit de saatler 16.00’yı gösterdiğinde ve gün batımı esnasındadır. Ve elbette uyumadan önce meditasyon yapılması son derece faydalıdır. Meditasyon ve yoga daha az uykuya ihtiyaç duymanızı sağlayacaktır. Sabah ve akşam meditasyon yaptığınızda bilinçaltı korku ve endişelerini bertaraf etmeniz kolaylaşacaktır. KRONOMETRE: Meditasyon ya da pratik yaparken, yanınızda zamanı sizin yerinize ölçecek bir kronometre bulundurmanız faydalı olacaktır. Böylece bir gözünüz saatte olmaz :) SAÇLARINIZ: Yogiler, saçların yıkanmasının ve taranmasının ağır duyguların sindirilmesine yardımcı olduğunu ve saçların manyetik alanın korunmasındaki önemini keşfetmişti. Sinir sisteminin bir uzantısı ve evrim geçirmiş antenler olarak görülen saçlar, beyin köküne, limbik sisteme ve beynin neokorteks bölümüne önemli bilgileri taşır. Bu yüzden enerji ‘kaybını’ önlemek için, özellikle meditasyon ve yoga pratiği esnasında saçlarınızı kendi çevresinde döndürüp, topuz yaparak başınızın üzerine toplayın. Ayrıca, başınızı bir türbanla da bağlayabilirsiniz. AÇILIŞ: Meditasyona başlamadan önce açılış mantrasını 3 kere söyleyin: Ong Namo Guru Dev Namo İçimdeki ve evrendeki yüce, ilahi bilgeliğin önünde eğiliyorum, yüce bilgeliği selamlıyorum. Daha sonra korunma mantrasını 3 kere söyleyin. AAD GURAY NAMEH - Evrensel Bilgelik’in önünde eğiliyorum JUGAAD GURAY NAMEH- Çağlar Boyunca Hüküm Süren Bilgelik’in önünde eğiliyorum SAT GURAY NAMEH- Gerçek Bilgelik’in önünde eğiliyorum SIREE GUROO DAYVAY NAMEH- Yüce, Gözle Görünmeyen Bilgelik’in önünde eğiliyorum ISINMA: Açılışı yaptıktan sonra ısınma hareketlerine başlayın. Özellikle de omurga esnetme hareketlerini yapın. Ardından kendi seçeceğiniz (bu web sitesinde paylaşılanlardan biri de olabilir) bir kriyayı uygulayın. Ya da açılışı yapmadan önce bedeninizin ihtiyaçlarına kulak vererek dans edebilirsiniz. Yürüyüş yapmak ve yüzmek de ısınmanızı sağlayacaktır. DİNLENME: Kriyadan meditasyona geçmeden önce sırt üstü uzanıp tamamen rahatlayın, derin dinlenmeye geçin. ZAMANLAMA: Meditasyona yeni başlıyorsanız, 3 dakikalık uygulamalarla yola çıkmanız; zamanla süreleri uzatmanız pratiğe uyum sağlamanız açısından faydalı olacaktır. 3 dakika meditasyon yaptığında, elektromanyetik alanın, dolaşım sistemin ve kanının kimyası etkileniyor. 11 dakikada, hipofiz bezi ve sinirler öğrenmeye, dönüşmeye başlıyor. 22 dakikada, negatif, pozitif ve nötr zihinler birlikte hareket etmeye başlıyor ve dolayısıyla zihinsel süreçlerimizin işleyişi değişiyor. 31 dakikada, salgı bezleri, nefes ve konsantrasyon tüm hücreler ve bedenin ritimleri üzerinde etki sağlıyor. Zihin ve aura bütünüyle etkileniyor ve elementler dengeleniyor. 62 dakikada beyindeki gri madde değişiyor. Bilinçaltındaki ‘gölge zihin’ ve dış yansımaları bütünleşiyor. 2 buçuk saat meditasyon yaptığımızda psişe, çevredeki manyetik alanla bağlantılı olarak değişiyor. Böylece bilinçaltı zihin, kendisini çevreleyen evrensel zihin tarafından bu değişimi sindirebilmesi için tutuluyor. İLİKLERİNE KADAR HİSSETMEK İÇİN 40 GÜN Bir meditasyonun etkilerini deneyimleyebilmek için her gün, 40 gün boyunca uygulamanız önerilir. Peki bunun bilimsel bir açıklaması da olabileceğini söylesem? Şöyle ki: Herhangi bir eylemi üst üste yapmaya başladıkça bedenin kimyası değişiyor. Kalp her attığında kemik iliklerinde 1 milyon kadar alyuvar yani kırmızı kan hücresi üretiyor. Bu alyuvarların içinde demir bulunuyor. Demir, hafızası olan bir madde. Demir, tekrarlı davranışları kaydetme özelliğine sahip. Yani her kalp atışımız bize kim olduğumuzu hatırlatan bir bilgi aktarım sistemi gibi kısacası. Bir şeyi ‘İliklerime kadar hissettim’ diyoruz ya, işte bu nedenle. Nefes çalışması ya da meditasyon süresince kalbimiz her attığında, yeni bilgi, eski bilginin yerini alıyor. 40 gün boyunca bu tekrar edildiğinde eski bilgi yerini yeni bilgiye bırakıyor ve yeni alışkanlık oluşuyor. 40 gün geleneğine tüm dinlerde de rastlamak mümkün. 40 günlük pratik, bilinçaltında bizi sınırlayan düşünce kalıplarının ve duygusal kalıpların açığa çıkmasını sağlıyor. 90 günde o değiştirdiğimiz alışkanlığı derinlerde sindiriyoruz. 120 günde yeni alışkanlığımızla bütünleşiyoruz. 1000 günde ise o yeni alışkanlıkta ustalık kazanıyoruz. Kundalini Yoga’da bir meditasyonun etkilerini deneyimleyebilmek için o pratiği her gün tekrar ederek, 40 gün tekrar etmeni öneriyoruz. Farklı meditasyonları deneyimlemeyi istiyorsan, her sabah aynı meditasyonu uygulayıp akşam meditasyonunuzu değiştirerek pratik edebilirsin. ÖNEMLİ NOT: 40 günlük çalışmaya hangi süreyle başlıyorsan 40 gün boyunca o süreye sadık kalman önemli. Örneğin çalışmaya 3 dakika ile başladıysan 40 gün 3 dakika ile devam etmelisin. 40 günlük yolculuğunda bir gün 3 dakika uygulama yapıp, ertesi gün pratiğine 11 dakika ile devam etme. Kendini rahat hissedeceğin bir süre belirle ve istikrarlı bir şekilde o süreyle ilerle. NİYET: Yogi Bhajan tarafından öğretilen tüm meditasyonların belirli bir etki alanı ve hedefi vardır. Meditasyon öncesinde hayatınızda yaşadığınız süreci göz önüne alarak bir niyet koyabilir, o niyetin gerçekleşmesi halinde nasıl hissedeceğinizle ilgili bir vizyon yaratabilirsiniz. MEDİTASYON ESNASINDA KARŞILAŞABİLECEKLERİNİZ: Meditasyon esnasında zihnin bomboş olması gerektiği ve düşüncelerin akışının durdurulamadığı gerekçesiyle pek çok insan meditasyon yapmaktan vazgeçiyor. Bu tamamen bir yanlış anlama. Zihin, bir göz kırpışında binlerce düşünce üretir. Meditasyona oturduğumuzda bu düşüncelerin farkına varırız. Mantraları kullanmamızın nedeni de zihnin bu hareketli atmosferinde odaklanmayı sağlamaktır. Dikkat dağılmalarının yaşanması, düşünce akını gayet doğaldır. Meditasyon esnasında bunun farkına varıp mantraya, odak noktanıza (iki kaşınızın arası, burnunuzun ucu vs.) ya da nefesinize bilinçli bir şekilde geri dönün. Meditasyon sırasında kendinizi rahatsız da hissedebilirsiniz. Meditasyon bir temizlik sürecidir. İçsel bir duş gibi düşünebilirsiniz. Dolayısıyla meditasyon yaparken taşıdığınız pek çok duygusal yük su üzerine çıkabilir. Bu hem çok normal hem de istenilen bir hareketlenmedir. Deneyiminizin çalışmakta olduğunun işaretidir. Her seferinde oturup neşeye batmayı beklemeyin. Yüzeye çıkan duygu her neyse onu olduğu gibi seyredin. Düşünceler geldiğinde tepki vermekten ya da eyleme geçmekten kaçının. Tıpkı bir nehir gibi akmalarına ya da rüzgarda uçuşan balonlar gibi uçup gitmelerine izin verin. Negatif ya da duygusal bir hal alabilirsiniz. Bu da çok doğal. İzin verin. Gelen her neyse deneyimleyin ve evrene akmasına izin verin. Zamanla ne kadar hafiflediğinizi ve bazı şeylerin artık sizi hiç rahatsız etmediğini göreceksiniz. OTURUŞ: Otururken omurganızın mümkün olduğunca dik olmasına özen gösterin. Başka bir talimat yoksa rahat oturma pozu olarak da kullandığımız bağdaş pozisyonunda oturabilirsiniz. Dizlerinizde sorun varsa yine omurganız dik olacak şekilde bir sandalyede ya da bir koltukta oturabilirsiniz. Yine başka bir talimat verilmemişse, çeneninizi hafif geriye alıp, kuyruk sokumu kemiğinizden başınızın tepe noktasına kadar omurganızın düz bir çizgi halinde uzandığından emin olun. Bu, çakraların hizalanmasına ve enerjinin rahatça akmasına yardımcı olacaktır. *Pratiğe başlamadan önce uzun derin nefesler alıp karın noktanıza ve üçüncü gözünüzle karın noktanızın bağlantısına dikkatinizi getirebilir, her ikisinin bağlantısını kök çakranızdan indiğini hayal ettiğiniz, kalın, güçlü ve sağlıklı köklerle dünyanın merkezine bağlayabilirsiniz. Nefes alıp verirken dünyanın merkezinden kökleriniz aracılığı ile enerjiyi çektiğinizi ve başınızın üzerinden gökyüzüne yükselttiğinizi ve tekrar aşağıya doğru inerek ihtiyaç duymadığınız duygularla birlikte dünyanın merkezine geri döndüğünü vizyonlayabilirsiniz. SABIRLI OLUN Lütfen kendinize karşı sabırlı ve şefkatli olun. Bazen bir meditasyon esnasında sadece bir dakika dikkatinizi toplayabilirsiniz. Bunda hiçbir sorun yok. Zamanla dikkatinizi daha fazla toplayabildiğinizi ve bu sayede zihninizle ilişkinizi geliştirdiğinizi göreceksiniz. MEDİTASYON HAYATINIZI DEĞİŞTİREBİLİR Günde yalnızca 10 ya da 30 dakikanızı ayırarak yapacağınız pratik hayata bakış açınızı, kendinizle olan ilişkinizi, içinde bulunduğunuz durumlara yaklaşımınızı değiştirebilir, kendi potansiyelinizi görmenize rehberlik edebilir. Haftada bir kez meditasyon yapmak dahi bilinç anlamında değişiklikler yaşamanızı sağlayacaktır. KAPANIŞ 3 kere 'Sat Nam' (Gerçek Benim Kimliğimdir) mantrasını yüksek sesle söyleyin. Şifa olsun. Kaynak: (*KRI International Teacher Training Manual, 3ho) Yogi Bhajan-Mandala Talk, with12/7 (kirtan) +12/10 (presentation) Tarih: 30 Kasım 1989 Yer: Roma, İtalya Library of Teachings. ...Tanrı’yı dışarıda aradığınız sürece çaresiz kalacaksınız. Hangi dine mensup olduğunuzun, yaptığınız şeyin hiçbir önemi yok. Tanrı’yı her şeyde görmediğiniz sürece dürüst değilsiniz. O’nu içinizde bulmalısınız. Ve şarkı söylediğinizde içinize bakmanız daha kolaydır. Hiçbir bedel gerektirmez ve hiçbir aracıya ihtiyaç duymazsınız. Siz, müziğiniz ve içiniz baş başa kalırsınız... ...Sizi Tanrı olduğunuza ikna edebilirim fakat buradan sokağa çıktığınız an bunu unutursunuz... Bu yüzden kendi yaratıcılığımızı hayatın boşluğuna dolduralım ve en güçlü ve en saf sözleri kalpten seslendirelim. ...Bu mantrayı (Aap Sahai Hoa Sachay Daa Sacha Doa, Har Har Har) söylediğinizde korkularınızdan, suçluluk duygunuzdan, günahla doğduğunuz gibi düşüncelerden özgürleşeceksiniz ve aynı demette yan yana duran çiçekler olduğunuzu hissedeceksiniz. Bazılarınızın kafasında türban var, bazılarının saçları açık, bazıları kel, kiminin büyük bir burnu var, kiminin burnu ise hokka gibi, bazıları inanıyor, bazıları inanmıyor. Hepimiz farklıyız. İçimizde birçok kimlik taşıyoruz. Farklı farklı şekillerde düşünüyoruz. Ama birleşebileceğimiz bir nokta var. Bizi bir yapabilecek bir nokta. Yozlaşmış din adamları Tanrı’nın dışınızda olduğunu size söyleyip durdu. Tanrı dışınızda olsaydı ölü olurdunuz çünkü Tanrı prananızdır. Pranamız oldukça hayattayız. Neden Tanrı’yı arıyoruz? Neden onu hissetmiyor, deneyimlemiyoruz? Kova Çağı’nın şafağındayız. İnsan düşünme, hissetme ve var olma biçimini değiştirmeli. ...Kimin kutsal olduğunu ya da kimin kutsal olmadığını bir kenara bırakalım ve kendi içimize dalalım, varlığımızın yaratıcı boşluğuna ve Tanrı’yı içimizde bulalım. .... Bu mantra kuvvet veren, arındıran bir ilaç. Kutsal sözlerin şarkısını söylemek, hele ki onları kalpten söylemek birbirimiz için yapabileceğimiz en güzel şey. Pek çok şey öğrenebildiğinizi anlıyorum. İsterseniz uçabilirsiniz bile. Bir yumurta yaratacak güce sahip olmanızda ne var? Bunu tavukların hepsi yapabiliyor. Bunda abartılacak ne var? Şapkayı kaldırdığınızda içinden bir güvercin uçarak havalanıyorsa ne olmuş yani? Ya da bir taşı alıp elmasa çevirebiliyorsanız bu bir meziyet mi? Eviniz bir saraydan daha büyükse siz de mi büyüksünüz? Huzurla uyuyamıyorsanız eviniz olmuş neye yarar? Bazen sokaklarda uyuyan insanlar öylesine huzurludur ki yanından kamyon geçse uyanmaz. Bazen de zengin bir adamın ipek çarşaflarla hazırlanmış yatağında kızaran bir balık gibi uyuduğunu görürsünüz. Bazen mermerlerle, heykellerle, dünyanın güzellikleriyle bezeli bir eve sahip olan adamda tavuk ciğeri kadar kalp olmadığına şahit olursunuz. Kolları kastan şişmiş bir adamın incir çekirdeğini doldurmayacak bir şey yüzünden kendini kaybettiğini de görebilirsiniz. Peki o zaman sahip olunan bunca şey neye yarar? Hayat, uyuma zamanı geldiğinde uyuyabilmek, uyanma zamanı geldiğinde de uyanmak, uyanık olmak demektir. Yaşayın. Korkularınızdan, endişelerinizden, kaygılarınızdan, kininizden, kıskançlığınızdan özgürleşerek yaşayın. Temiz yaşayın. Hissedebilirsiniz, tutkularınız olabilir fakat kafanız karışık bir şekilde yaşayamazsınız. Kendiniz için ve içinizdeki Tanrı için yaşayın. Bunu anlamıyor olabilirsiniz ama bu çok güzel bir şey Tanrı’yı size kimse getiremez çünkü Tanrı’yı içinizde taşıyorsunuz. Bu sanki bir mücevheri cebinde taşıyıp onu sokaklarda aramaya benziyor. En güzel hayatı harcayıp kendi içinizde kalmak istemiyorsunuz. Zekayla ve bilinçle yaşayabilirsiniz. Ama tatmin olmadan yaşayamazsınız. Arzular ateş gibidir. İçine ne kadar odun atarsanız o kadar yanar. Arzusuz olmak bile bir arzudur. İlahi olmak bir arzudur. Yozlaşmadır. Her kimseniz o olun ve Yaratıcı’nın sizi yarattığına inanın. Ve kendinizi alçakta hissetmeyin. Siz krallar, kraliçelersiniz. Her daim başkasına uymak için kendinizi değiştirmeye çalışıyorsunuz. Nedenini asla anlamıyorum. Neden kendinize uyum sağlamıyorsunuz? Anlıyor musunuz? Hayatınızda tam manasıyla kendiniz olarak bir anı bile geçirmediğinizi anlıyor musunuz? Kendinizle bir ilişkiniz yok. İçsel varlığınızı sevmiyorsanız kendinize tamamen yalan söylüyorsunuz. Hayatınızı dışa dönük olarak kuruyorsunuz ve bu büyük bir hata. Hayatınız, gerçeği maskeleyen bir görüntüden ibaret. Bu beden Tanrı’nın tapınağı ve Tanrı ruhun içindedir ve hayatın nefesi sizin ilahi olduğunuzun yaşayan bir teminatıdır. Dolayısıyla varoluşunuzu parçalara bölmeye kalkmayın. İçinize dalın, yükselin ve içinizde taşıdığınız ışığı hissedin. Bazı insanlar ışığın nerede olduğunu soruyor. Gözlerinizin içinden gören nedir? Işık değil midir? Işık değilse nedir? Gözleriniz aracılığıyla görüyorsunuz, içinizdeki ışıkla görüyorsunuz. Bu gözler olmasa geriye sadece bir et yığını kalır. İçinizde, optik sinir dediğiniz, beyin olarak isimlendirdiğiniz, nöron olduğunu söylediğiniz ve daha pek çok isimle andığınız bir ışık var. Bu, sizin içinizde bulunan ve dışarıdaki ışığı gören, hissetmenizi, kendinizi görmenizi, kendinizi kişileştirmenizi ve geriye kalan her şeyi gerçekleştiren ışıktır. Siz, ışıksınız. YENİ ÇAĞ İÇİN MEDİTASYONLAR: Hayatın Nefesi ... Açılış Mantrası: Meditasyona başlamadan önce açılış mantrasını 3 kere söyleyin: Ong Namo Guru Dev Namo (İçimdeki ve evrendeki yüce, ilahi bilgeliğin önünde eğiliyorum, yüce bilgeliği selamlıyorum.) Meditasyon: 1. Bağdaş Pozisyonu’nda oturun. Ellerinizi Sarab Gyan Mudra’da, kalbin önüne getirin. Sarab Gyan Mudra için, parmaklarınızı birbirine kenetleyin, işaret parmaklarınızı yukarı doğru uzatın ve birbirine mümkün olduğunca güçlü şekilde bastırın. Gözlerinizi kapatın. Uzun ve Derin Nefesler’e başlayın. O kadar derin ve tam nefesler alın ki kendi nefesinizin sesini işitin. Her nefes gönüllü ve mekanik şekilde olmalıdır. Zamanlama: 11 dakika. 2. Bağdaş Pozisyonu’nda oturmaya devam edin. Matamandir Singh’ten (https://soundcloud.com/search?q=mata%20mandir%20singh%20sat%20narayan) Sat Narayan Wahe Guru Hari Narayan Sat Nam mantrasını dinlemeye başlayın. Mantranın ritmi ile Uzun ve Derin Nefesler’e devam edin. Mantranın 2 kere tam tekrarı süresince yani yaklaşık 20 saniye kadar nefes alın ve yine mantranın 2 kere tam tekrarı süresince nefesinizi serbest bırakın. Zamanlama: 11 dakika. 3. Bağdaş Pozisyonu’nda oturmaya devam edin. Güçlü bir şekilde Ateş Nefesi’ne başlayın. 3 dakika devam edin ve son dakikada elinizden gelenin en iyisini yapın. Bitirmek için, derin nefes alın, nefesinizi tutun ve serbest bırakın. Bir kere daha aynı şekilde derin nefes alın, nefesinizi tutun ve serbest bırakın. Rahatlayın. ... Yogi Bhajan'ın bu meditasyonla ilgili notları şöyle: Meditasyonun İngilizce'sini ve öncesinde verilen bilgileri aşağıdaki dosyalardan inceleyebilirsiniz.) ... Bu meditasyonda, nefesinize odaklanmalısınız. Nefesiniz, metabolizmanızı etkilemeye başladığı an, kendinizi hafif, ardından bilgili hissetmeye başlarsınız ve güvenlik hissiniz artmaya başlar. Bedeniniz değil, siz nefes almalısınız! Nefesinize derin bir şekilde medite olun ve öz kontrolünüzü artırın. Öz Benlik çalışmaya başladığında her şeyin çaresine bakacaktır. Öz Benlik’ten daha önemli hiçbir şey yoktur. ... Psişenizin frekansını ve bilincinizin genişleme düzeyini değiştirmeniz gerekiyor. Şefkat tavrını anladığınızda, istediğiniz şey 100 kere gerçeğiniz olur! Fakat sorumluluk sahibi ve bilinçli davranmak zorundasınız! Çalışın. Olun. İşinizde daha fazla başarıya imza atın ve daha fazla insana yardımcı olmak için daha fazla para kazanın. Onlara huzur, sükunet ve zarafet sunun. Öz Benliğinize güvenin, böylece insanlar da size güvenecektir. İçinizdeki güç bir düşünceden ibarettir. Kendinizi tatmin olmuş hissedin. Kaynak (Tanrı) size her şeyi sunar. Buradaki asıl konu, Kaynak’ın sizin yöntemlerinizi, yollarınızı kullanmayacak olmasıdır. Kaynak, Sonsuzluk’tur, Genişlik’tir. Siz sınırlı ve küçükseniz, bu hiçbir işe yaramaz. Birilerine yardım etmeye çalışmıyorsanız zengin ve fakir olmanız ne fark eder ki? Gidin, birilerini bulundukları yerden yükseltin. Birilerini yoluna yöneltin ve bir şeylerin hareket etmesine izin verin. Bununla mutlu olun. Mutluluk budur! Uyanık yaşamak zorundasınız. Bizi eğlendiren özgürlük anlayışı artık geçerliliğini yitirdi. Ayık kalmaya, öz kontrole, bilince ve bu saflıkta ve sükunette yaşamaya ihtiyacınız var. Bir yerlerde, beklemek zorunda olduğunuz upuzun bir sıra varsa, içinizde bunu yapmanızı mümkün kılacak sabra ihtiyacınız var.
Kurtarıcı olmaya soyunan her kimse sevgilim, onda kurbanlık da vardır, zalimlik de. Bu üç hal her zaman el eledir. Kurtarmak senin işin değil. Sen ancak varlığınla, sorarlarsa sözlerinle, bakarlarsa gözlerinle kapıyı gösterebilirsin. O kapıdan geçen geçer, kalmak isteyen kalır. . Kendini kurtarmak bile, biliyorsun ki, senin elinde olsa da; aslında tamamen senin elinde değildir. Bu yüzden teslimiyet ve kabul, yürüdüğün yolun en büyük gereğidir. Bir başkasını ‘kurtarılacak’ statüsünde gördüğün an geldiğinde; hele ki bir de o kişi kurtarılmak istemiyor diye onu kınadıysan bil ki aslında zalimliğin kapısındasın. Herkesin bir görevi var bu düzende. Ne demiştik: Özgür İrade. Sonrasında kurbanlık gelir elbet. Çünkü, kurtarıcı ve zalimin arzusunun buluştuğu yerden yükselen tek şey sıkışan acıdır. Bir şeyi arzulayan suçlamaya da meyillidir arzuladığı her neyse ona vermeyeni. Suçlayan, her daim kurban sanar kendini. Bu üç halden de vazgeçmektir özgürlük ve kurtuluş dediğin. Kendini özgür kıldıkça varlığınla çözümlenir her şey çünkü. Kendini özgür kıldıkça çabasız bir çabayla akarsın zamansız bir zamanda, uyumla. Rahatla. Rahatla. Rahatla. Sat nam. Kızılderili bir kadın torununa şöyle demiş: Zihninde iki tane kurt var. Bu kurtlardan biri çok çirkin ve tehlikeli; diğeri ise çok şefkatli. Ve bu iki kurt birbirleriyle sürekli mücadele halinde. Torunu ‘Peki kim kazanacak?’ diye sormuş. Kadın da ‘Hangisini beslersen o kazanacak’ demiş. (Guru Singh'ten) Çirkin ve tehlikeli olan kurdu uzun uzun beslemiş olanlar tarafından yüzyıllardır bir yalan söyleniyor. Deniyor ki: İlahi olmak için egosuz olman gerekiyor. Egosu olan kimse ilahi olamaz. Hem spiritüel hem de savaşçı olamazsın. Spiritüel olacaksan dünyevi olan ne varsa bize vermelisin, yok savaşçı olacaksan da bizim için savaşmalısın.’ Oysa, ego, ruhu fiziksel bedene bağlayan yapıştırıcı gibi. Ego, onu neyle beslersen onunla büyüyen nötr bir araç sadece. Bu yalan, spiritüelliği amacı olmayan kendi halinde bir fikre dönüştürdü, yoksullaştırdı. Spiritüellik, ‘yang’ını kaybetmiş kendini tekrar eden ‘yin’ halini aldı, dengesini de erkini de kaybetti. Bununla eşzamanlı olarak spiritüel dünya, hep ‘iyi olmak’, ‘olumlu olmak’, ‘itiraz etmemek’ yüklemeleri sonucunda nevrotik, güvensiz, kafası karışmış ve aşırı duygusal hallerin hakimiyeti altında kaldı. Spiritüelliğin, kalbin tam yanında duran ve ruhu fiziksel bedene yapıştıran egonun varlığını ve işlevini doğru anlaması dünyanın geleceği açısından çok hayati. Yogi Bhajan tekrar tekrar ‘Egosuz olmayın, egonuzu akmanız gereken yöne doğru evrimleştirin; sezgisel beyni, kalbe ait beyni ve kafanızdaki beyni (Gut brain, heart brain and head brain) dengeleyin’ diyor. Sezgilerimizi, kalbimizi daha iyi anlamak ve bu ikisini mantıkla buluşturmak üzere eğitilseydik nasıl olurdu? O zaman kendi gerçeğimiz, yaşamı anlama biçimimiz tamamen değişmez miydi? ‘Bir şahinin gözüne ve bir güvercinin kalbine sahip olmak’ diyor buna Yogi Bhajan. Bir şahin çok uzaktan bile hedefini en ufak ayrıntısına kadar görür ve güvercin de rahatlamaya ve kabul etmeye açıktır. Spiritüel Savaşçı olmak, hem şahinin dayanıklı ve uyanık görüşüne, hem de güvercinin masumiyetine, bununla birlikte de dengeye sahip olmak demektir. Bugün ihtiyacımız olan tam da budur. 🌻☀️ Sat nam. Yogi Bhajan’ın derslerinden alıntı ve çeviridir. Bir sürü insanın, spiritüel yolun zorlu, nevrotik yolun ise kolay olduğuna inandığını tekrar tekrar işitiyorum. Bunu asla kabul etmedim. Bu, hepimizin hayata dair yapması gereken bir tercih. Zihni ve tepkilerini anlamıyorsanız attığınız ilk adım yanlış; tüm süreciniz de acı verici olacaktır. Her iki yolu da yürümeniz için aynı oranda çabaya ve enerjiye ihtiyacınız olacak. Buradaki asıl zorluk zihnin doğasında; zihnin bir takım şeyleri algılayış biçiminde ve duygularla, hislerle büyülenme eğiliminde yatıyor. Hayatta hangi yolu tercih edersek edelim, hayatın sizden istediği şey aynı kalır. Spiritüel yolda yürümek için zihnin ve bedenin ihtiyaç duyduğu disiplin X kadardır. Bu disiplini gerçekleştirmek için Y kadar enerji gerekir. Nevrotik yolu yürümek için de X kadar disiplin ve Y kadar enerji gerekir. Her ikisinin de kendine özgü alışkanlıkları ve zorlukları vardır. Tasdikli bir hırsız olmak için yapmanız gereken meditasyonla, aziz olmak için yapmanız gereken meditasyon miktarı da, harcamanız gereken enerji de aynıdır. Aynı miktarda enerjinin yönlendirilmesi gerekir. Biri, diğerinden daha fazla enerji gerektirmiyorsa hangi zorluktan bahsediyoruz? Birinin diğerinden daha kolay olduğuna ilişkin intiba nereden geliyor? Her ikisi eşit şartlar gerektiriyorsa neden tüm insanlar spiritüel yolda yürümüyor? Yanıt çok basit. Zihnin egosu anlık etkilere bağımlıdır. Beraberinde getirdiği hisler keyifli de olsa acı verici de olsa karışıklıktan, kontrol etme çabasından, yoğunluktan ve dramadan hoşlanır. Büyülenme, kendinden geçme ve uzun vadede ilgiyi kaybetme tepkisi, zihnin boyutları ve hızı açısından otomatiktir. Spiritüel yol uzundur. Engindir, gözle görünenin ötesindeki bir inceliğe yani süptilliğe sahiptir ve süzgeçten geçirilmiştir. Nevrotik yol ise ani, tepkisel ve hemen oracıktadır. Elle tutulur bir yapıdadır ve otomatik olarak fiziksel anlamda ifade edilebilir. Hiçbir hassasiyet olmaksızın travmalarınızı ve dramalarınızı hissedebilirsiniz. Kolaylıkla depresyonunuzu ve agresyonunuzu hissedebilirsiniz. Ani hislerin ardı sıra gidebilirsiniz. O kadar çok his vardır ki. Zihniniz bu hislerle ağır ve yoğun bir hal alır. Geri kalan her şey arka planda solar gider. Ruhunuzla aranızdaki mesafe açılır da açılır. Ruhunuz, en yakın dostunuz, zamanla size çok uzak kalır. Sonra bağlılık ve zarafetle hareket etmek zorlaşır. Yüzünüz düşer, zarafetinizi ve en sonunda da yarışı kaybedersiniz! Burada yalnızca bir basit gerçek vardır: Spiritüel yolda ruhunuza ulaşabilmek için zihninizden geçmeniz, kendi deneyimlerinizde gücünüzü görmeniz gerekir. Bunun ardından ruh her zaman hızla varlığını hissettirir. Size bir akış verir ve varlığınızın parlamasını sağlar. Guru bu durumu tek bir dize ile dile getirir: Man vidh chaanan vaykhiaa. Man, sizin demektir. Vidh, bir delik yaratmak anlamına gelir. Kulak memenizde küpe takmak için açtığınız bir delik gibi düşünebilirsiniz. Man vidh, zihine nüfus ettiğiniz ve zihinde bir inci tanesi ya da bir boncuk gibi delik açtığınızı ifade etmek üzere kullanılır. Chaanan ışık, sonsuz gerçekliktir. Vaykhiaa ise görmek anlamındadır. Yani, zihinden geçmeli, zihne nüfus etmeli ve o delikten ötelerden süzülen ışığı görmelisiniz. Ruh işte budur. Aynı zamanda Tanrı da budur. Sizi tepkilerinizin ötesine taşıyan ve Sonsuzluğa uzanan o uzun yolda sizi taşıyan görüştür. Zihin bir deve gibidir. Hiç deveye binmeyi denediniz mi? Bu konuda uzman değilseniz cildinizde yaralar açılacak ve bedeninizdeki tüm kaslar ve bacaklarınız tutulacaktır. Deveye başarılı bir şekilde binmek için gereken özel oturuş biçimini uygulamanız ve hareketleri ile uyumlanmanın özel şartlarını bilmeniz gerekir. Çok şanslıysanız devenin bir eyeri vardır ve deveyi eyerinden de yönlendirebilirsiniz. İşte o zaman deve sizi sonsuz çöllerden ötelere taşıyabilir. Gün gelir de eyer çıkacak olursa o günü çok iyi hatırlarsınız! Deve, doğası itibariyle sizi üzerinden atacak tüm yöntemleri bilir. Bunu yapmaya da ayrıca bayılır! Sizi üzerinden atar ve sonrasında da çok etkili bir davranış biçimi vardır. Üzerinden attığı binicinin üzerine oturur, hiç vakit kaybetmeden onu ezer ve sonunda da öldürür. Zihin de size aynen bunu yapar. Bu yüzden o deliği açmanız; zihni fethetmeniz ve sonrasında da yolunuza uyumlu olacak şekilde onu çalıştırmanız gerekir. Zihnin sizin gücünüz, enstrümanınız, yansıtmanız olması gerekir. Zihin size hangi noktada olduğunuzu ve nelerin olup bittiğini anlatabilir. Ama aynı zihin sizin düşmanınız haline gelip sizi öldürebilir de. Sizi çökertebilir. Oysa zihin size Tanrı’ya bağlanmanız, kendinizi ifade etmeniz ve deneyimleniz için verildi. Ona nasıl eyer takabilirsiniz? Zihinizde nasıl bir delik açıp, ruhun ışığının huzmesini nasıl görebilirsiniz? Spiritüel yolda yürümenin tek sorunu attığınız her adımda sınava tabi tutulacak olmanızdır. Her adımınız sizi genişletir, yükseltir ve size daha yüksekten şartları görme yetisi kazandırır. Nevrotik olan yolda, yani egonun yolunda ise, her adımınızdan keyif alırsınız fakat attığınız her adım yataydır. Yükselme, yüksekten şartları görme gibi bir şey söz konusu değildir. Öylesine eliniz kolunuz bağlanır ki kısa sürede hiçbir şey size ulaşamaz. Ego, sınırlı olma kapasitesinin ta kendisidir. ‘Ben’ dersiniz egoda. ‘Bunlar bana ait eşyalar. Bu benim hayatım. Bana kimse bir şey diyemez. Canım ne isterse onu yaparım.’ Sonunda sizi trajik ve olağanüstü şekilde hapseder. Kaderinizin ne olduğuna ilişkin odağınızı ve bakış açınızı kaybedersiniz. Hayatı zihnin tepkiselliği ile yaşamaya başlarsınız ve sonunda kendinizi ‘kendiniz gibi’ hissetmemeye başlarsınız. Ruha nüfuz edemediğiniz gibi kalbinizden de yaşayamazsınız. Karşınıza çıkan sınavlardan kaçınır; kaderinizde olan o özgün halinize asla erişemezsiniz. Egonun anlık zevkleri sizi resmin dışına atar ve ruhunuzdan uzaklaştırır. Kendi zihninizin içine nüfuz edebileceğiniz, içinizde taşıdığınız Tanrı’nın parçasının, ruhunuzun ışığını görebileceğiniz yolu seçin. Güvensizliğinizi, sınavdan kaçınma ve mutlu olma arzunuzu anlıyorum. Bu dünyada güvenli hissettiğinizde zihniniz tatminkar ve mutlu bir hale gelebilir. Kendi kendinize ‘İşim iyi. Harika bir arabam var. Evim gayet güzel. Cinsel yaşamım iyi gidiyor. Tansiyonum iyi. Güzel besleniyorum’ diyebilirsiniz. Sahip olduğunuz her şey iyi tamam da peki siz iyi misiniz? Bu soruya yanıt vermek daha güç belki ama her şey de bu sorunun yanıtında yatıyor. Siz, her şeyin üzerinde olan Siz’siniz. Asla öylesine şu ya da bu olamazsınız. Siz, yalnızca ve yalnızca siz olan Siz’siniz. Ruhunuzun sırrı budur. Uyanık olmalısınız çünkü zihnin tepkileri sizi ruhunuzun gerçeğinden uzaklaştırıp uyuşturabilir. Buna baştan çıkarma, cezbetme denir. Bununla gözle görünen ya da görülmeyen pek çok formda karşılaşabilirsiniz. Başarmak, etkilemek, kontrol etmek ve ait olmakla ilgili baştan çıkarıcı etkenler her yerde. Zihniniz buna tepki gösteriyorsa ve zihninizin eğeri elinizde değilse bu durum ‘siz gibi olan siz’i arkada bırakmanıza neden olabilir. Zihniniz kontrol altındaysa, tüm olanaklar siz olan size, kaderinize ve ruhunuza doğru akacaktır. Pek çok şeyi iddia ve umut ediyoruz. İş sınava girmeye gelince her şey zorlaşıyor. Bir evlilik ve zarafet dolu bir ilişki için söz verdiğimizi iddia ediyoruz. Bir sorun ortaya çıktığında ya kaçıyoruz, ya kabalaşıyoruz ya da zorlaşıyoruz. Her nevrotik drama baştan çıkma ve bilinç arasında bir seçim haline geliyor. Hangisi kazanmalı? Bilinciniz ve ruhunuz kazanmalı! Ama sıklıkla bunu bilmenize rağmen yine de baştan çıkıp kendinizi kaybediyorsunuz. Kendi bilinçli varlığınızı nasıl yenilgiye uğratabilirsiniz? Kendi bilincinize ihanet etmeniz nasıl mümkün olabilir? Yanıt yine aynı. Egoda bir neşe hali var çünkü her şey şimdide oluyor. Ama aynı zamanda egonun gözleri kör ve bu yüzden de hayatta acı diye bir şey var. Peki öyleyse zihnimizde bir delik açmak için başka nasıl bir güç kullanabiliriz? Egonun anlık davranışlarınızın ötesine bizi hangi inci taşıyabilir? Zihninizi egonuzla kontrol edemezsiniz. Egonuz yalnızca aynı karmaşayı daha da abartarak yaratır. Guru bize bunu söylüyor ve zihni kontrol etmek ve anlamak için bir araç veriyor: Guru’nun Shabd’ını. Guru’nun Shabd’ı, kendi bilincinize ihanet edeceğiniz bir sınavla, durumla ya da baştan çıkarıcı bir etkenle karşılaştığınızda size otomatik olarak dayanma gücü verecek sözler, ritimler ve anlamlardır. Zihninizi Guru’nun Shabd’ı ile eğittiğinizde naam chit aveh denilen, ruhunuzun kimliği ile Tanrı’nın zihninize hemen gelmesini sağlayan bir yeti geliştirirsiniz. Bu sözler zorda kaldığınızda, acı içinde olduğunuzda, başınız derde girdiğinde ya da kendinizi harika hissederken size gelir. Zihninize su serpercesine otomatik olarak akarlar. Sonra içinizde çiçek açarlar. Müteşekkir olma halini içinize yerleştirirler. Ve size bir denge kazandırıp, egomanyak zihnin panzehiri olurlar. Bu hatırayla ve meditasyonla zihin, evrensel ruhu seçer, zarafeti seçer ve uzaktaki ruhunu her şeyden çok daha elle tutulur olarak görerek tercih eder. Zihnin bu açığını kapamak ve hayatınızı uzaklık hissinden kurtarmak yaşamın amacıdır! Tüm yaptıklarınızda ruhunuzu Tanrı ile ilişkilendirmeli, Tanrı’ya bağlamalı ve O’nunla tutmalısınız. Yerken, yaşarken, beklerken, araba kullanırken, her daim hatırlayın. Hangi modda olursanız olun bırakın söz zihninizi Sonsuzlukla uyumlasın. Bu yaklaşımın içinizde yer etmesiyle hayatı kucaklayabilir, yaratımın coşkusunu netlik, mütevazilik ve mutlulukla hissedebilirsiniz. Zihin kendi gücünü hissetmeye bayılır ve sizden, ruhunuzdan çok kendisine dikkatinizi vermenizi ister. O zaman kibiri yenmek ve masumiyetinizin ve özgünlüğünüzün gücünü açığa çıkarmak için bu shabd zihninize gelsin. Samarat guroo sir hat dhari-o Gur keenee kirpaa harnaam dee-ao. fis daykh charan agan hari-ao Nis baasur ayk samaan dhiaan. So naam sunay sut bhaan dari-o Bhan daas so aas jagatar guroo kee. Paaras bhayt paras kari-o Raamdas guroo har sat keeyo. Samarat guroo sir hat dhari-o - Siri Guru Granth Sahib, Sayfa 1.400 (Guru Ram Das için Swaiya) Her Şeye Gücü Yeten Guru başıma dokundu eliyle. Merhameti’ni bağışladı ve beni Tanrı’nın İsmi ile kutsadı. Onun nilüfer çiçeğinden ayaklarını gördüm, günahlarım yıkandı, gitti. O, gece ve gündüz yalnızca tek bir Tanrı üzerine meditasyon yapar. O’nun Adı’nı duyan Güneş’in oğlu Yama (Ölüm) korkar. O’nun kölesi der ki: Umut, Dünya’nın Guru’sunda, Guru Amar Das’tadır. O, Ram Das’ı felsefe taşı ile buluşturdu ve O’nu feslefe taşının kendisi haline getirdi. Tanrı’nın zarafeti ile Ram Das Gerçek Guru olarak selamlandı. Her Şeye Gücü Yeten Guru başına dokundu eliyle. Guru’nun bilgeliğinin ve kutsamasının tek bir dokunuşu beni korur ve bana, zihnimi, Har’ı, Tanrı’nın İsimleri’ni hatırlamak üzere eğitme fırsatı verir. Sonsuzluk zihne nüfus ettiğinde sizi de aynı renge boyar. Genişlersiniz ve ruhun ışığını her yerde görürsünüz. O zaman işte ‘Her şeyde Tanrı’yı göremiyorsanız, hiçbir şeyde Tanrı’yı göremiyorsunuz’ dediğimiz tam manasıyla gerçek olur. Guru’nun Shabd’ının kutsanmasıyla, bilincinizin her daim arkasında olun ve her adımınızda evrensel ruhun yolundan yürüyün. Guru bizi, kaderimizde her kime hizmet etmek varsa ona hizmet etmemiz için kutsasın. Bize, her kalbe, her varlığa ulaşma ve neşe, mutluluk taşıma gücü ver. Işığın hayatımız boyunca her adımımıza rehberlik etsin. Kaynak: Yogi Bhajan, Gurucharan Singh Khalsa The Mind Its Projections and Multiple Facets Zannettiklerin, Farz ettiklerin, Bildiğini düşündüklerin, Gördüğünü sandıkların, Kurdukların, Endişelerin, Korkuların, Kaygıların, Gerçek değil. Sahiplendiklerin, Benimsediklerin, Benim dediklerin, Sevdiklerin, İstediklerin, Hatta sen bile, Senin değil. 🔅 Dünya sensin ama. Ve ötesi de. Gökyüzü, Yeryüzü, Yağmur, Toprak, Güneş, Ay sensin. Yaratım sen. . Gördüklerin gerçek değil, Hiçbir şey senin değil, Ama her şey Sen’sin. Buna ne dersin? . Hayatın şakası vardır. 😊 Sat nam. |
Nur Taran
|